İktidarın olaylara ve sorunlara yaklaşırken üç ölçü kullandığı görülüyor:
Oy getirir mi?
Para getirir mi?
İdeolojimize yarar mı?
Eğer bir olay bu üç ölçüye veya üç ölçüden birine uygunsa iktidarın desteğini alıyor.
Bir sorunun çözümü bu üç ölçüye veya üçünden birine uygunsa iktidar o sorunu çözüyor.
Olay bu üç ölçüye de uymuyorsa o olay desteklenmiyor, bir sorunun çözümü en az üç beklentiden birini karşılamıyorsa o sorun da çözülmüyor.
İktidarın bir olaya olumlu yaklaşması veya bir sorunu çözmesi için ya oy getirmesi ya para kazandırması ya da ideolojisini yerleştirmeye katkıda bulunması gerekiyor.
İktidar için bu üç ölçünün önemli olduğunu gösteren çok fazla örnek var.
AK Parti iktidarı; yoksullara, kent varoşlarında çok zor koşullarda yaşayan insanlara yardım sağlarken onlara “bizden mi değil mi” diye yaklaştı. Yardım yaptığı bölgeden kendisine çıkan oyları takip etti. Oy çıkmıyorsa yardım etmedi. Belediye hizmeti götürmedi. Sadaka ekonomisi ve dini değerleri kullanarak oy devşirdi.
Çözüm sürecine de böyle girdi. Oy getirmediğini, götürdüğünü görünce tam tersi politika izledi.
İslamcı ideolojisini devlete egemen kılmak için cemaatle çalıştı. Cemaat FETÖ olup iktidarı hedef alınca tam tersi politikaya geçti.
Yatırım yaparken kimin ihaleyi alacağına, yandaşa para kazandırıp kazandırmadığına baktı. Bütün büyük ihaleleri bir elin parmaklarını geçmeyen müteahhitlere bu ölçüyle verdi. Milyarlık ihaleleri de belediyelerdeki küçük ihaleleri de bu ölçüyle dağıttı. Yandaşına, eşe dosta, akrabaya ihale dağıtırken, nereye ne kadar bağış, belediyelerden hangi vakfa, hangi derneğe ne kadar yardım yapılacağını başından belirledi. İktidar zenginleri böyle yaratıldı.
Özelleştirmeler bu ölçüyle yapıldı. TELEKOM, kağıt fabrikaları, çimento fabrikaları, tekstil fabrikaları, madenler, maden alanları, limanlar, hazine arazileri böyle satıldı, otoyollar, köprüler, havaalanları böyle yaptırıldı.
ABD Başkanı Trump’la ilişkiler öyle sürdürüldü. “Akıllı ol” hadsizliği bu nedenle sineye çekildi.
Yeni Başkan Biden’a sıcak mesajlar böyle verildi. Kabil Havaalanı’nın korunması ve işletilmesi işine aynı ölçülerle gönüllü olundu.
Tunus’ta Gannuşi, Mısır’da Mursi, Suriye’de Esad’ın devrilmesi Müslüman kardeşlerin iktidara gelmesi üç ölçüden birine uyduğu için desteklendi.
Bugünlerde çok tartışılan göçmen konusu da farklı değil.
Esad’ın devrilmesi için muhalifler desteklendi. ÖSO adı altında İslamcı gruplar eğitildi. Dünyanın birçok yerinden gelen IŞİD’liler Türkiye sınırından rahatlıklı Suriye’ye girip çıkmaya başladılar. ABD’nin koruması altındaki PKK-PYD-YPG Kuzey Suriye’deki Arapları ve Türkmenleri Türkiye’ye göç etmeye zorlayınca Ankara “açık kapı” politikası izledi, izlemeye devam ediyor. Suriye’den gelen gruplar Türkiye’nin güneydoğu illerinde demografik yapıyı değiştirecek büyüklüklere ulaştı. Aynı şekilde ABD ve PKK Suriye’nin kuzeyindeki demografik yapıyı PKK lehine değiştirdiler.
En az 1 milyon da kayıtsız olarak Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin sayısının 5 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor.
İktidar, düzenli yardım yaptığı, maaş bağladığı, destek kartı verdiği Suriyelilere vatandaşlık da veriyor. Ne kadarı vatandaş olacak bilinmiyor? AK Parti ideolojisine yakın Suriyeliler vatandaş yapılarak önümüzdeki seçimde iktidarın oy deposuna mı dönüşecek bunu zamanla anlayacağız.
Para konusuna gelince.
Suriyeliler, Afganlar ve diğer göçmenlerin Avrupa’ya geçmesini engellemenin karşılığında Avrupa Birliği’nden kaynak talep ediyor Türkiye. Merkel bu “müjde”yi verdi. CHP Lideri Kılıçdaroğlu, AB’nin vermeye hazırlandığı paraya “rüşvet” dedi.
Türkiye para karılığında göçmen kabul eden bir ülke haline getirilmemeli. Göçmenlerin gelmesinden sonra ülkesinde kadına şiddet, tecavüz, istismar, hırsızlık olaylarının arttığından şikâyet eden Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un, “Buralara gelmelerindense Türkiye’ye gitmeleri daha uygundur” şeklindeki kabalığına hak ettiği yanıt verilmedi.
Bunlar yetmiyormuş gibi iktidar sözcüleri “Suriyeliler giderse ekonomimiz çöker” diyebildi. Yine “Gidip bakın Gaziantep’e, bu ilimizin sanayisini Suriyeliler ayakta tutuyor” sözleri sarf edildi. Bunlar aynı zamanda özellikle kayıtsız Suriyelilerin karın tokluğuna çalıştırıldığının, emeklerinin sömürüldüğünün itirafıydı. Sigortasız, asgari ücretin yarısından bile az ücretlerle çalıştırılan Suriyeli çocuk işçiler bir başka utanç tablosu oluşturuyor. Sırf yandaş işverenler daha çok kazansın, İslamcı Arap sayısı artsın diye, “Suriyelilerle yaşamamız bir kader,” “Önce gelenler Orta Asya’ya gitsin” diyerek Türklere, Anadolu’nun kapılarını gösterenler bile çıktı.
İktidarın göçmen politikasının, gerektiğinde oy deposu, para kazanma aracı ve Türkiye’de ve komşu ülkelerde İslamcı ideolojiyi desteklemek üzere kullanmak dışında bir amacı olmadığı net biçimde anlaşılıyor.
Bu politikanın bedelini ise yoksul Türk vatandaşları ile kayıt dışındaki yoksul Suriyeliler ödüyor.