Sağlık Bakanı Fahrettin Koca her gün vaka ve can kayıplarını açıklıyor.
Koronavirüs nedeniyle ölenlerin sayısında da hastalığa yakalananların sayısında da hızlı bir artış var.
Herkesin ortak dileği Türkiye’nin, İtalya’ya veya İspanya’ya benzemeden bu salgın hastalığı atlatması. En az can kaybı, en az ekonomik ve mali çöküntüyle…
Türkiye’nin bunu başarması için gereken, önlemleri zaman yitirmeden cesurca alıp uygulamaya koyması ve bilim ne diyorsa onu dinlemesidir
İktidarın kararları ürkek, yarım ve gecikmeli aldığını daha önce de yazmıştım. Ölü ve vaka sayısı arttıkça Türkiye de önlemlerini ağırlaştırmaya başladı. Yine de daha sert, daha cesur kararlar almakta isteksiz davranıyor.
Örneğin, en azından büyük şehirlerde sokağa çıkma yasağı ilân etmemek, üç haftalığına dahi olsa özel sektör işçilerinin, küçük esnafın, küçük işletmecinin ücret veya gelirini ödemeyi garanti etmemek, yoksul kesime nakdi ve maddi yardım yapmamak gibi…
Yine orta ve alt gelir grupları için salgın süresince doğal gaz, elektrik ve su faturalarını üstlenmemek gibi...
Oysa devlet hazine kaynaklarından bu salgının da etkisiyle iş ve gelir kaybına uğrayan orta ve alt gelir gruplarına bu katkıyı yapabilir.
İktidarın ısrarla bundan kaçınmasının, başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin, meslek kuruluşlarının, bilim insanlarının önerilerine kulak tıkamasının nedenleri konusunda kamuoyuna hiçbir şekilde doyurucu bir açıklama yapılmıyor.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok devletin 1980’lerden beri her şeyi özelleştirerek, peşinden koşarak gittiği neoliberal akımın sadece sermayeyi değil felaketleri de hızla küreselleştirdiği ortaya çıktı.
Koronavirüs felaketi de şimdi o hızla kaçtıkları sosyal devlete, kamuculuğa, başta sağlık olmak üzere bazı hizmetlerin tam kamu hizmeti olması ve kamu kurumları eliyle verilmesine ne kadar çok ihtiyaç olduğunu gösterdi. Bazı hizmetlerin özel sektörün insafına bırakılmayacağını gözler önüne serdi.
Sağlık kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp özel hizmet haline getirilince ne olduğunu hep birlikte görüyoruz:
Özel hastaneler verdikleri hizmetin parasını istiyorlar. Parası olmayanın hizmet alamadığı bir sistem bu. Test kitlerinin el altından satıldığı, bazı laboratuvarlarda fahiş fiyatla test yapıldığı kamuoyuna yansıdı. Gerekli önlemi almadan şehirlerarası yolculuk yasaklanınca, otobüs firmalarının son seferlerinde 90 liralık bir bileti 400 liraya sattıkları görüldü. Maske ve tıbbı temizlik malzemelerinin karaborsa fiyatına satıldığına tanık olundu.
Bütün bunlar şunu gösteriyor ki, Türkiye de zaman yitirmeden kamucu anlayışa yönelmeli ve özellikle sağlık hizmetini "tam kamu hizmeti" olarak vermelidir.
Aralarında kamu ekonomisi ve kamu maliyesi dersleri aldığım hocalarımın da bulunduğu, Türkiye’nin en önde gelen, en saygı sosyal bilimcileri iktidara ortak bir çağrı yaptılar. Bu bilim insanlarının, benim bazılarını yazı ve televizyon konuşmalarımda ifade ettiğim, madde madde sıraladıkları çağrılara iktidar kulak vermeli ve uygulamaya geçmelidir.
Bu değerli hocalarımız, "tam kamu hizmeti"nin özelliklerini anlatırken hangi hizmetlerin tam kamu hizmeti olması gerektiğini de vurgularlardı.
Örneğin adalet hizmetlerinin ve milli savunma hizmetinin tam kamu hizmeti olduğunu söylerlerdi.
Sağlık ve eğitim hizmetlerinin yarı kamusal hizmetler olmakla birlikte sosyal bir devlette tam kamu hizmeti olarak verilmesini savunurlardı.
Adalet hizmetini tüm vatandaşları kapsayan, tüm vatandaşların eşit yararlandığı bir hizmet olarak örnek gösterir ve bu hizmetin bölünemeyeceğini, parçalanamayacağını, fiyatlandıralamayacağını, pazarlanamayacağını, sadece kamu eliyle verilebileceğini söylerlerdi.
Bir ülkenin ordusunun sınırları koruduğunu, güvenlik sağladığını, bundan da her vatandaşın eşit yararlandığını ifade ederlerdi.
Sağlık ve eğitim hizmetlerinin de tam kamu hizmeti olması gerektiğini savunurlardı ve bunu da anayasanın devlete yüklediği bir ödev olduğunu vurgularlardı.
Sağlık hizmetini devletin her vatandaşa eşit ve ücretsiz vermesi gerektiğini anlatırlardı.
Neoliberal çağda, dünyada ve Türkiye’de görüyoruz ki, adalet hizmeti yargıyı ele geçiren cemaatlere göre dağıtılıyor, şirketler paralı askerlerle güvenlik hizmeti (!) veriyor, özel sağlık kurumları sadece parası olana sağlık hizmeti sunuyor, özel eğitim kurumları parası olan ailelerin çocuklarını eğitiyor.
Ama bir virüs bu çılgın neoliberal gidiş karşısında şapkayı önümüze koyup yeniden düşünmemiz gerektiğini ağır bir maliyetle önümüze koyuyor.