ABD'den sonra Çin ve Birleşik Arap Emirlikleri de Mars'a araç gönderiyor, Hindistan sırada…
Türkiye de Ayasofya'da yedi düvele "kılıç" gösteriyor. Diyanet İşleri Başkanı kılıcı sağ eline alınca düşman titriyor, sol eline alınca dostlar rahatlıyor. Kılıcı bir sağ eline bir sol eline geçirdikçe dünya hop oturuyor hop kalkıyor. Varsın elalem Mars'a gitmek gibi boş işlerle uğraşsın, bizim Ayasofya'da dünyaya "ayar" vermek gibi önemli işlerimiz var.
Türkiye'de her şeyin hesabı siyasi getiri-götürü üzerinden yapılıyor.
Ayasofya bize kaç oy getirir, muhalefetten kaç oy götürür? Kılıç gösterirken oylarımız şahlanır mı? Muhalefet iyice köşeye sıkışır mı?
Atatürk'e lanet okursak, Atatürk düşmanlığıyla yanıp tutuşanlardan kaç oy daha alırız? Osmanlı hukukunu Cumhuriyet hukukunun üzerine çıkarırsak Fatih olur muyuz? Yeniden Osmanlı İmparatorluğu'na dönüşür müyüz? Üç kıtaya damga vurur muyuz? İstanbul'u yeniden fethetmiş sayılır mıyız? Bu "kahramanlık" bizi iktidarda tutar mı?
Başka?
İstanbul Sözleşmesi'nden çekilirsek tarikatlardan daha çok oy gelir mi? Kadının dayak yemesine karşı çıkarsak, karakolda, mahkemede kadına sahip çıkarsak muhafazakârlığımız kalır mı? Ayasofya'dan sonra İstanbul Sözleşmesi'ni de iptal edersek bizim taraf daha mutlu olmaz mı? Kadın-erkek eşitliğini savunmak bize mi düştü?
Neredeyse her gün bir kadın cinayeti haberi geliyor, vahşice kadın cinayetleri işleniyor, iktidar oralı değil. O, İstanbul Sözleşmesi'nden nasıl çıkalımın peşinde…
Kadın evde şiddet görüyor, dayak yiyor. Sosyal medyadan "imdat" çığlıkları atıyor. İktidarın tavsiyesi, "kocanız size vurduysa, akşam yemeğinden sonra çay demleyin, çayını verdikten sonra, usturuplu bir şekilde nedenini sorun" demekten ibaret.
Gerçek işsizlik en iyimser tahminlere göre yüzde 24, mutfaktaki enflasyon bazı ürünlerde üç ayda yüzde 50'yi geçmiş durumda, vatandaş kilosu 30-40 liraya peynir, zeytin bulursa, "ucuza aldım" diye seviniyor, etin kilosu 50-55 liranın altına düşmüyor, işsiz kalmaya aday olarak eve gönderilen işçiye kısa çalışma ödeneğinden verilen günlük ücret 37 lira…
Vatandaşın yaşadığı gerçek buyken TÜİK kafasına göre küsuratlı enflasyon rakamları açıklıyor. Merkez Bankası kendisinin de inanmadığı enflasyon hedefleri veriyor. 2021'de nasip olursa enflasyon hedefi yüzde 5,6 gibi…
TÜİK, Merkez Bankası "ben bir rakam söyleyeyim de, ister inanın ister inanmayın" havasında…
Atatürk'le mücadelede zırnık ödün vermeyip, söylediklerinin arkasında duran iktidar, Covid-19 salgınıyla mücadelede ne yapıyor acaba?
Bugünlerde bir mücadeleden söz etmek mümkün değil.
Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca'nın her gün açıklanan salgın tablosu giderek TÜİK'in enflasyon tablosuna döndü.
Sağlık Bakanı da salgın tablosu da güven vermiyor. Tabloda açıklanan bilgiler değiştirildi. Temmuz başında günlük hasta sayısı 100'e iner deniliyordu, hala 1000 civarında seyrediyor. Yoğun bakım ve entübe hasta sayısı verilmiyor, tabloya ağır hasta sayısı ve yüzde ile ifade edilen bir zatürre oranı girdi.
Birçok kentte yoğun bakım yataklarının yeniden dolduğu, kapatılan Covid-19 servislerinin yeniden açıldığı haberleri geliyor. Bazı valilerin açıkladığı hasta sayısıyla, Sağlık Bakanlığı'nın günlük tablosu örtüşmüyor.
Salgınla mücadele önlemleri siyasi amaca göre değişiyor.
60 baro başkanı "salgın var" gerekçesiyle Ankara'ya sokulmuyor, 'Ayasofya'nın açılışında 350 bin kişi Cuma namazı kıldı' diye övünülüyor. Ayasofya için mesafe koşulunu, maskeyi hiç dikkate almadan binlerce insanın koşturmasını polis seyrediyor, kadın cinayetlerini protesto edenleri "salgın var, toplanamazsın" diye yerlerde sürüklüyor. Avukatlara şiddet uyguluyor. Muhalif kesimdenseniz salgın yasakları karşınıza dikiliyor, değilseniz yasak bir anda kalkıyor.
Salgının başlangıcında her gün canlı yayına çıkan, gazetecilerin tüm sorularını yanıtlayan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'ya ve açıkladığı tabloya duyulan güven bugün yok. Salgın tablosundaki rakamlar TÜİK'in enflasyon rakamları gibi inanırlılığını yitirdi.
İktidar salgınla mücadele sorumluluğunu hatırlamalı.
Atatürk'le uğraşmayı bir kenara bırakıp, salgınla uğraşmalı.