Türkiye iç ve dış sorunlar karşısında giderek sıkışıyor.
TÜİK rakamları yaşamın gerçekleriyle örtüşmüyor. Gerçeği kavramayan veri toplama ve istatistik esnekliğiyle açıklanan rakamlar bile Türkiye’nin ekonomik sorunlara çözüm getiremediğini kanıtlamaya yetiyor.
İşsizlik oranı yüzde 14 civarında seyrediyor. Genç işsizlik yüzde 25’in üzerinde.
Her gün iflas eden şirket sayısı artıyor. Bu şirketler arasında ünlü zincirler var. Yine ünlü tekstil firmaları borçlarına karşı yeniden yapılandırma talebinde bulundular.
Türkiye Bankalar Birliği’nin açıkladığı rakamlara göre Ekim - Kasım aylarında 22’si büyük firmalara ait olmak üzere toplam 5 milyar lira borç yeniden yapılandırıldı.
Açıklanan enflasyonla yaşanan enflasyon arasında dağlar kadar fark var.
Merkez Bankası verilerine göre Türkiye’nin kısa vadeli döviz cinsinden dış borcu 118 milyar dolar civarında. Kısa vadeli bu borç Türk ekonomisini baskı altına almaya başladı.
Doğa Koleji zincirinin içine düştüğü ekonomik sıkıntı öğretmenleri maaşsız, on binlerce öğrenciyi okulsuz bıraktı. Aynı sıkıntıya düşen başka okul zincirlerinin de bulunduğu yönünde haberler geliyor.
İktidar ise bu acil sorunlara çözüm üretmesi gerekirken, seçtiği projeler ve şirketler üzerinden kamu kaynaklarını kullanmaya devam ediyor.
Kamu bankalarının hangi şirketleri hangi ölçüyle kurtardığına ilişkin tatmin edici bilgilendirme yapılmıyor.
Türkiye’nin en büyük askeri fabrikası olan Arifiye Tank Palet Fabrikası’nın işletmesinin Katar ortaklı şirkete 25 yıllığına devredilmesine ilişkin tartışmalar sürüyor. Fabrikanın, tank üretimi ihale edilen şirkete kiralandığı bilgisi doğru çıkmıyor. Şirketin bir kira ödemeden fabrikayı kullanacağı anlaşıldı. İhalede şeffaf olmayan yönler bulunduğu da ortaya çıktı. Rekabet koşulları oluşturulmadan karar verildiği de belli oldu. Bu işletme devri kararının 50 milyon dolar bulunamadığı için yapıldığı savı ise kamuoyunu tatmin etmedi.
Kanal İstanbul projesi ise bir inatlaşma konusu haline getirildi. Böyle büyük bir projesinin sosyal fayda-sosyal maliyet hesapları ortada yok. Kanalın Montrö Anlaşması karşısında hukuki durumunun ne olduğu bilinmiyor. Vereceği ekolojik zararla ilgili bilimsel raporların tartışılmadığı bir ortam söz konusu. Bu Kanal’ın nasıl yapılacağı ve nasıl finanse edileceği de bilinmiyor. Sadece "yaparım" "yapamazsın" tartışması sürüp gidiyor.
Türkiye, Suriye’de çok önemli bir sorunla uğraşırken şimdi de Libya sorunu çıktı.
Hükümet Libya ile yaptığı Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakatı ile bir hamlede bulundu. Bu hamle ile Doğu Akdeniz’de sıkışmışlığını aşmayı hedefliyor.
Libya'yla varılan mutabakatla Yunanistan ile Güney Kıbrıs arasındaki bağlantıyı kesmeye yönelik bir girişimde bulunuldu.
Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın ABD, Fransa, Mısır’la birlikte Türkiye’nin hak alanını daraltan girişimlerine karşı Libya ile önemli bir karşılık verilmiş oldu. Ancak Libya’da iç savaş koşulları ve iki hükümet bulunması Ankara’nın işini zorlaştırıyor. Birleşmiş Milletler’in tanıdığı hükümetle mutabakata varılmış olmasına karşın bu hükümet Trablus ve çevresi dışında Libya’nın tümüne hakim bir hükümet değil. Bu hükümete karşı ABD ve Suudi Arabistan tarafından desteklenen ve hatta Rusya tarafından hoşgörü gösterilen General Hafter güçleri, Türkiye’nin mutabakat imzaladığı hükümeti devirmek için askeri harekâtlarını sürdürüyor.
Bu koşullar altında iktidar Libya’ya asker göndermeye hazırlanıyor. Böyle bir karar alır ve uygularsa Türk askeri Libya’ya anlaşma yaptığı hükümeti korumak ve ayakta tutmak için gidecek ve böylece Libya iç savaşının tarafı haline gelecek.
Türkiye’nin bu politikasında tıpkı Suriye politikasında olduğu gibi İslamcı bir tercihle hareket ettiği eleştirileri CHP sözcüleri tarafından sık sık dile getiriliyor. CHP’nin bugüne kadar aldığı tutum Libya’ya asker gönderilmesini isabetli bulmadığını gösteriyor.
Türkiye’nin yurt dışına asker göndermesi konusunda eleştiride bulansa bile ulusal çıkar düşüncesiyle tezkereleri Meclis’te onaylayan CHP’nin bu kez daha sert uyarıda bulunması iktidarın ciddiye alması gereken bir tutumdur.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de rahatlaması için kalıcı olup olmadığı bilinmeyen Trablus hükümetiyle yaptığı mutabakat yeterli olmayacaktır. Ayrıca bu hükümeti ayakta tutmak ve bütün Libya’ya hakim kılmak da sadece Türkiye’nin desteğiyle mümkün değildir.
Bu koşullarda Türkiye’nin Libya ile yaptığı gibi Akdeniz’deki diğer komşularıyla bir mutabakata varması en sağlıklı yoldur. Suriye, Mısır ve İsrail’le yapılacak yetki alanı sınırlandırma anlaşmaları Türkiye’yi hem yalnızlıktan kurtaracak hem de haklarını garanti altına alacak en sağlıklı seçenektir. Ancak, Türkiye bu üç ülke yönetimleriyle de kavgalı durumdadır. Şam’da, Kahire’de, Tel Aviv’de büyükelçisi yoktur.
Ankara, liderlerini beğenmese de komşu ülkelerle ilişkilerini normalleştirmedikçe dış politikadaki sorunlarını çözmekte çok zorlanacaktır.