Türkiye, insan haklarını genişletme, güçlendirme, güvence altına alma sözü veren İnsan Hakları Eylem Planı'nı açıkladı.
Planın vaatlerinden biri de "gazetecilerin mesleklerini yapmayı kolaylaştırmak" için önlemler almaktı. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün, bu sözleri canlı yanında savunduğu saatlerde gazeteci Levent Gültekin Halk TV'nin kapısının önünde 25 kişinin saldırısına uğradı. Levent Gültekin'e geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Bu saldırıyı gerçekleştirenlerin de yakalansalar bile öncekiler gibi ciddi bir ceza almayacakları, serbest kalacakları belli.
Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan'ın, zaten anayasada yer alan ifade özgürlüğünün teminat altına alınacağını açıkladığı Plan'ın tartışmaları sürerken, gazeteciler Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel yaptıkları ve yapmadıkları haberler yüzünden hapis cezasına çarptırıldılar.
Büyük reform olarak açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı'nın dumanı tüterken, ifade ve basın özgürlüğü alanında yaşananlar bunlardı. İfade ve basın özgürlüğünü genişletip güvence altına almak bir yana Türkiye'de her iki özgürlük alanı giderek daraltılıyor ve şiddet alanına dönüştürüyor.
Demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biri olan ifade ve basın özgürlüğü alanında özgürlük değil şiddet kol geziyor.
Bu durumda, iktidarın iç ve dış kamuoyuna büyük törenlerle duyurduğu İnsan Hakları Eylem Planı'ndaki vaatlerin uygulanacağına kim inanacak?
Uygulamalar gösteriyor ki, iktidarı eleştirmek ifade ve basın özgürlüğüne girmiyor ama muhalefeti eleştirme özgürlüğü sınırsız.
Bu çifte standart uygulamaları sadece ifade ve basın özgürlüğü alanında görmüyoruz.
Aynı çifte standart Koronavirüs salgınıyla mücadelede de bariz biçimde gözleniyor.
Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca'nın her gece tekrarladığı, "Kalabalıklara girmeyin, bir araya gelmeyin, aile toplantısı yapmayın, maske, mesafe, temizliği elden bırakmayın" çağrısı da sadece muhalif kişi ve kurumlar için geçerli. İktidarı ve iktidar mensuplarını bağlamıyor.
Üç kişi mesafeye dikkat etmeden çay içtiler diye kaymakam ceza kesiyor. Cezaya itiraz edenlere "İtirazınızı sonra yaparsınız" yanıtını veriyor.
Baroların genel kurulları Koronavirüs salgını nedeniyle sürekli erteleniyor. Restoranlarda, kafelerde saat 19.00'a kadar belli kurallara uyarak oturmak daha yeni serbest bırakıldı. Ancak, AK Parti kongreleri ve toplantıları serbest. Kapalı salonları dolduran binlerce AK Partili'nin yanaşık düzen oturmaları, maskeli, maskesiz birlikte slogan atmaları serbest. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu görüntüleri "maşallah" diye takdirle karşılıyor, teşvik ediyor. Kongreler, toplantılar, anmalar, cenaze törenleri eğer iktidarın katıldığı veya düzenlediği faaliyetlerse salgın yasaklarını kimse takmıyor. Sanki Koronavirüs AK Partililere bulaşmıyormuş gibi bir hava var.
Oysa bu kongrelerin yapıldığı yerlerde vaka artışları da kamuoyuna yansımaya başladı. Kuşkusuz bu artışta önlem alınmayan kongrelerin payı var.
Bu tabloya bakıldığında da iktidarın Koronavirüs salgınıyla ilgili sözleriyle yaptıkları birbirine uymuyor.
Ancak muhalefet partileri, iktidarı desteklemeyen meslek odaları, sivil toplum kuruluşları denetim altında. 60 baro başkanı, aralarında 2 metre mesafe ve maskeyle yürütülmüyor. Kongrelerini yapmalarına izin verilmiyor. Muhalefet partileri kongrelerini ancak seyircisiz yapabiliyorlar.
Bu konuda sorun, muhalefet partileri, meslek kuruluşları veya sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini Koronavirüs salgını kurallarına göre yapmalarında değil. Aksine tam da böyle yapmaları gerekir. Sağlık Bakanı dahil bilim insanları böyle söylüyor. Sorun olan iktidar partisinin salgın koşullarında binlerce partiliyle kapalı salonlarda kongre yapması. Vaka sayısının her gün arttığı dönemde siyaset için insan sağlığının önemsenmemesi.