Avukatlık yasasını değiştirerek baroları parçalamayı öngören yasa teklifinin dün Meclis’e verildiği saatlerde avukatlar İstanbul Çağlayan Adliyesi’nin önünde demokratik mücadele tarihine geçecek bir miting yaptılar. Benzer bir miting Ankara’da gerçekleşecek.
İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, binlerce avukata hitaben çok etkili bir konuşma yaptı. Salgın koşullarına karşın avukatlar haklarını savunmak için bir araya gelerek toplumsal muhalefetin önemli bir örneğini verdiler. Durakoğlu, baroları bölme projesinin, yüksek yargıyı FETÖ hakimiyetine sokan 12 Eylül 2010 referandumunun bir devamı olduğunu vurguladı. Baroları bölmenin de FETÖ projesi olduğunu anımsatarak, sonuna kadar mücadele edeceklerini söyledi.
Kısa bir süre önceye kadar Türkiye’nin gündeminde baro sorunu diye bir sorun yoktu. Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı’nın bir açıklamasına yine bir açıklamayla yanıt vermesinden sonra, iktidarın tepki göstermesiyle Türkiye’nin bir "baro sorunu" oldu. Ve baroları bölecek yasa teklifi gündeme oturdu. Belli ki Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı’na gösterdiği tepki iktidarın baroları bölme projesini hayata geçirmek için bir vesile olarak görüldü. İktidardan yasa teklifi hamlesi geldi ve avukatlar da toplumsal muhalefete geçti.
İktidarın barolarla ilgili olarak attığı adımdan başlayalım. Barolar, iktidarın kendine bağlayamadığı mesleki örgütlerden biri. Tıpkı Türk Tabipleri Birliği, Türk Eczacıları, Diş Hekimleri, Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği gibi… İsteniyor ki, bu meslek kuruluşları da iktidarın kontrolünde olsun. Meslek örgütleri bu kontrolü kabul etmeyince iktidar çareyi bu kuruluşları bölmekte ve bölünen parçayı kendine bağlamakta görüyor.
Baroları bölecek yasa teklifinin Anayasa’ya aykırılığı çok açık. Bu teklif yasalaşırsa muhalefetin bu yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götüreceği de açık ama çoğu kez iktidarla aynı yönde adım atan yüksek yargının yapısına güveniliyor.
İktidar, bu nedenle de toplumsal muhalefeti göze alıyor.
İktidarın gençlerin toplumsal muhalefetine neden olan bir diğer adımı üniversite sınavını salgın nedeniyle önce temmuz ayına ertelemesi sonra da tekrar haziran ayına çekmesiydi.
Üniversiteye girecek gençler bu karara internet ortamında çok geniş bir tepki verdiler. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sınav öncesi video konferans yoluyla gençlerle buluştuğu saatlerde, bu yayını "dislike-beğenmeme" mesajına boğarak etkili bir muhalefet yaptılar. Bu muhalefetlerini diğer sosyal mecralarda "oy moy yok" sloganıyla daha da genişlettiler.
Z kuşağı olarak tanımlanan, dijital çağda dünyaya gözlerini açmış gençler de toplumsal muhalefete böylece katıldılar.
İktidar sırf turizmcileri memnun etmek için bu muhalefeti de sineye çekti.
İktidarın avukatlar ve gençlerden çok daha geniş bir kitleyi harekete geçiren adımı ise işçilerin kıdem tazminatlarını fiilen yok edecek bir girişimde bulunmasıydı. Girişim, "tamamlayıcı emeklilik" adıyla gündeme sürüldü. İşçilerin kıdem tazminatlarını fona devretmeyi, küçültmeyi ve kullanılmasını çok ileri yaşlara ötelemeyi öngören bir düzenlemeydi.
Türkiye’nin bir süre önceye kadar gündeminde bir kıdem tazminatı sorunu da yoktu. İktidar bu konuyu salgın koşullarının yarattığı olumsuz ekonomik koşullarda gündeme taşıdı. İşverenlerden yana bir tercih kullanan iktidarın projesi sendikaları ayağa kaldırdı. Siyasi tutumları birbirinden farklı olan Türkiye’nin en büyük işçi sendikaları konfederasyonlarını bir araya getirdi, DİSK, TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ birlikte bu düzenlemeye karşı çıktılar ve ısrar edilirse eyleme geçeceklerini açıkladılar. Bu tepki üzerine iktidar, sanki konuyu kendisi gündeme getirmemiş gibi, "sendikalarla işverenler bir araya gelsinler, sorunu çözsünler" diyerek, sorumluluğu işçi ve işveren kuruluşlarına attı.
İktidar son dönemde toplumsal muhalefeti harekete geçiren ve güçlendiren hamleler yapıyor. Muhalefet partilerinin dışında; meslek kuruluşlarını, sendikaları ve gençleri iktidara karşı harekete geçiren adımlar atıyor.
Karşısında güçlü bir sivil muhalefet görmek istemeyeceğine göre iktidarı bu adımları atmaya iten nedenler üzerinde durmak gerekir.
Baroları bölerek kontrolü altına almak, üniversite sınavına girecek gençleri değil turizm şirketlerini öncelemek, salgın koşullarında büyük zorluk çeken işçilerin değil işverenlerin yükünü hafifletmek...
Bunlar Türkiye’nin zorunlu ihtiyaçlarından değil iktidarın siyasal tercihlerinden kaynaklanan adımlardır.