İkili veya çok taraflı uluslararası anlaşmaların zeminini taraf ülkelerin birbirine olan güveni oluşturur. Bu askeri bir anlaşma ise ve ortak harekât merkezi öngörüyorsa, taraf ülkelerin aynı safta olması asgari koşuldur. Suriye konusunda ABD ile Türkiye arasında varılan uzlaşmanın zeminine bu açıdan bakalım.
Türkiye ile ABD arasında uzlaşma karşılıklı güvene dayalı bir zemine oturuyor mu? Bunu söylemek çok zor ama tersini söylemek için birçok neden var.
Önce Türkiye cephesini ele alalım…
Türkiye ABD’ye güveniyor mu?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dahil iktidar sözcüleri ABD’nin Türkiye’nin stratejik ortağı olduğunu söylüyorlar ancak ABD sözcülerinden bugüne kadar bu konuda güçlü bir ifade duyulmadı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ortadan kaldırıp yerine kendi devletini kurmak üzere 15 Temmuz 2016’da girişilen hain darbenin ABD tarafından korunup kollanan FETÖ’cüler tarafından yapıldığı biliniyor. Açıktan ifade edilmese de Cumhurbaşkanı Erdoğan dahil Türk tarafındaki kanaat bu kanlı darbenin ABD tarafından desteklendiğidir. 17-25 Aralık olayları ve özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye’nin Fetullah Gülen’in iade edilmesine yönelik ısrarlı talepleri karşısında ABD’nin kılını kıpırdatmadığı da bir sır değil.
Türkiye ile ABD’nin Urfa’da Ortak Harekât Merkezi kurarak birlikte önlem almayı düşündükleri Suriye’nin kuzeyinde PKK-PYD-YPG’yi destekleyen ve Türkiye’ye karşı koruma altına alanın ABD olduğu da…
Ortak askeri harekât yapmayı planlayan Türkiye ve ABD, Suriye konusunda aynı safta iki ülke mi? Hayır, aksine karşı saflarda yer alan iki ülke. Türkiye, PKK’nın karşısında, ABD ise PKK’nın yanında…
ABD’nin Ankara’da masaya getirdiği öneri ile SDG’nin (YPG) Türkiye tarafından aranan PKK’lı yöneticisi Mazlum Abdi’nin basına açıkladığı talepleri arasındaki benzerlik de dikkat çekici. 5-7 kilometrelik güvenli bölge önerisinin, buna eklenecek keşif bölgelerinde ve meskun mahallerde Türk askerinin bulunmayacağı koşulunun, birkaç gün önce SDG’nin PKK’lı yöneticisi Mazlum Abdi tarafından basın organlarına yapılan açıklamalarda da yer alıyor. Bu durum ABD askeri heyetinin Ankara’ya Abdi’nin önerilerini getirdiğini düşündürüyor.
Bu koşullarda Türkiye’nin ABD’ye güvendiği ve bu güvene dayalı bir anlaşma yaptığı söylenebilir mi?
Hayır, söylenemez.
Türkiye, ABD’ye güvenseydi, Rusya’dan S-400 almaz; Rus nakliye uçakları 15 Temmuz’un üçüncü yıl dönümünde, kanlı darbenin harekât merkezi olarak kullanılan, darbe sırasındaki adı Akıncı, darbeden sonra Mürted olan Ankara’daki askeri havaalanına inmezdi.
ABD’nin de Türkiye ile güvene dayalı bir ilişkisi yok. Nihayet, Türkiye’nin 15 Temmuz’da bir darbeyle iktidarı devirip devlete el koymaya çalışanları kimin desteklediği konusunda Ankara’nın bir fikri olduğu biliyor.
Bu nedenle bütün itirazlarına ve tehditlerine karşın Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldığını da…
Keza, Türkiye’nin hedefinin, ABD’nin koruyup kolladığı, PKK’yı yok etmek olduğu da Washington’un malûmu…
Ankara’nın ısrarına karşı PYD-YPG’ye desteğini kesmeyen, aksine artıran, masaya güvenli bölge dışında TSK’nın PKK’ya müdahale etmemesi koşulunu getiren ABD’nin Türkiye’ye güvendiği söylenebilir mi?
Hayır, söylenemez.
Bu konuda Türkiye ile karşı saflarda olduğunu elbette ABD’de de çok iyi biliyor.
Bu durumda Türkiye ile ABD arasında Suriye’nin kuzeyiyle ilgili olarak varılan uzlaşmayı nasıl okumalıyız?
Net görünen şu ki, PKK devletçiğini yok etmek üzere sınıra yığınak yapan Türkiye ile PKK-PYD-YPG arasına ABD girdi. Oluşturulması planlanan güvenli bölgenin ise PKK’yı korumak için ABD’nin önerisiyle hayata geçecek bir tampon bölge işlevi göreceği, en azından ABD’nin amacının bu olduğu da anlaşıldı.
ABD’li askerlerin Ortak Harekât Merkezi oluşturmak üzere Urfa’ya doğru yola çıktığı gün, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, bu aşamada bile hâlâ, uzlaşmanın detaylarının belirlenmesi, PKK-YPG’nin bölgeden çıkması gerektiğini vurgulaması da Ankara’daki kafa karışıklığının ve ABD’ye güvensizliğin devam ettiğini gösteriyor.
Bu durumda, eğer amaç Türkiye’yi oyalamak değilse, bu uzlaşmanın tam olarak ne olduğu, nasıl bir mekanizma kurulacağı ve nasıl işleyeceği konusunda Ankara’nın içinin rahat olduğu söylenemez.