2020 yılı bugün başladı.
21. yüzyılın beşte birini geride bıraktık. Bu süre ilk iki yılını saymazsanız AK Parti iktidarında geçti.
Türkiye bu dönemde çok büyük alt üst oluşlar, büyük yalpalamalar, anayasal sistem dahil büyük değişikler yaşadı.
21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaştığımız bugünlerde Türkiye’nin dünyadaki yerine ve tutturduğu yola bakalım…
Türkiye nerede?
Kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk’ün, gençliğe emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti için gösterdiği hedef çağdaş uygarlığa ulaşmak ve onu aşmaktı.
Türkiye bu amaca ulaşmak için de demokratik, laik, insan haklarının ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir yapıya sahip kalkınmayı ve refahı yakalamış çağdaş devletler topluluğu içinde yer almalıydı. Bu nedenledir ki, Atatürk ve arkadaşları, savaştıkları batı ülkeleriyle barış masasına oturup zorlu bir diplomasiyle Türkiye’yi çağdaş demokratik ülkelerin üyesi olduğu ekonomik, hukuki, siyasi ve askeri ittifaklar içine soktular.
Padişahlığa, halifeliğe dönmedikleri gibi sosyalist bloka da dahil olmadılar ve batı tipi demokrasiyi hedeflediler. Türkiye bu yolda ağır aksak da olsa, düşe kalka da olsa bir mesafe kat etmişti.
Bugün Türkiye’nin dünyadaki yerine baktığımızda bu hedeften çok uzakta bir yerde olduğunu gördüğümüz gibi aksi istikamette yol aldığını da gözlemliyoruz.
AK Parti, iktidarının ilk döneminde hedeflediği Avrupa Birliği üyeliği ve değerlerini çoktan terk etti. Kağıt üstünde bu hedef dursa da demokratik ve ekonomik gelişmişlik ölçüleri artık ne Maastricht kriterlerine ne de Kopenhag kriterlerine uyuyor.
Türkiye, ekonomisi ABD Başkanı Trump’ın bir tweet'i ile alt üst olabilen, ABD ve AB ülkeleri ile ilişkileri bozuk, bölgesinde laik ve demokratik değil din esaslarına dayalı iktidarlar yaratmak isteyen siyasal İslam’ın peşine düşmüş ve bu nedenle yalnızlaşmış bir yerde duruyor.
Bu yer Atatürk’ün gösterdiği, Türkiye’nin olması gereken yer değil.
Türkiye, demokratik çağdaş devletlerin durduğu yerde durmadığı gibi dünyanın gidişine göre ters yöne girmiş bir otomobil gibi yanlış yolda ilerliyor.
Demokratik, laik, insan haklarına ve hukukun üstülüğüne dayalı yapısını güçlendireceği yerde tam aksine bu nitelikleri hızla terk ederek yol alıyor.
Parlamenter sistemi etkisiz kılıp cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçen Türkiye, kuvvetler ayrılığı ilkesini de işlemez hale getirerek yetkilerin tek elde toplandığı bir siyasi yapıya dönüştü.
Laik yapı yerine din ve dince kutsal değerlere göre işleyen bir devlet yapısı kurabilmek için Gülen cemaatiyle (o zaman FETÖ denilmiyordu) işbirliği yaparak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Emniyet Teşkilatı ve yargı kurumları başta olmak üzere demokrasiye, laik devlete ve Atatürk ilkelerine bağlı kadroları tasfiye etti. Yerlerine FETÖ’cü kadroları hakim kıldı ve bunun bedelini tüm Türkiye 15 Temmuz kanlı darbe girişimiyle ödedi.
Bugün gelenekleri ve eğitim kurumları terk edilmiş bir TSK her şeye rağmen verilen görevleri başarıyla yerine getirebiliyor ancak, yargısına, ÖSYM’sine, Yüksek Seçim Kurulu’na, medyasına, okullarına güvenilmeyen ve bu yolda hızla ilerleyen bir Türkiye görünümü hakim olmuş durumda.
Oysa Türkiye’nin 21. yüzyılda demokrasinin daha gelişip yerleşeceği, ifade ve basın özgürlüğünün tam sağlandığı, her türlü vesayetten arındırılmış, eğitimi laik, bilimsel temele oturtulmuş, kişi başına milli geliri Avrupa ülkelerini yakalamış, kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sistemle siyasi dengesini ve istikrarını kurmuş bir yola girmesi ve bu yolda hızla ilerliyor olması gerekirdi.
Maalesef bugün Türkiye’nin durduğu yer de doğru değil ilerlediği yol da…
Türkiye’nin 2020 yılında tekrar doğru yeri hedefleyerek doğru yola girmesi dileğiyle…