Meclis tatile girmeden yasalaşması gündeme gelen ancak tatil sonrasına bırakılan yargı reformu paketinin içerdiği düzenlemeler belli oldu.
Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce en çok mahkum edildiği konularda yapılan düzenlemeler, savcı ve yargıçların zihniyeti değişmediği sürece sonuca etkili olacak düzenlemeler değil.
Terörle Mücadele Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılan değişiklikler esas olarak bir ihtiyacı karşılamıyor. Bu düzenlemeler yapılmamış olsa bile Anayasa’da ve ilgili yasalardaki mevcut hükümlerle aynı sonucu almak zaten mümkün.
Yargı reformu çalışmaları sırasında üzerinde en çok durulan ve Türkiye’nin de en fazla eleştirildiği konu ifade ve basın özgürlüğüydü.
Yeni paket, haber ve eleştiri ölçülerini aşmayan ifadelerin suç oluşturmayacağını hükme bağlıyor.
Mevcut hükümlerde de haber ve eleştiri zaten suç oluşturmuyordu. Suç oluşturması bir yana ifade ve basın özgürlüğü Anayasa’nın 28. maddesiyle güvence altındaydı. Böyle olmasına rağmen birçok gazeteci, akademisyen ve siyasetçi şu anda tutuklu, aralarında ceza almış olanlar da var. En yakın örneği CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen 10 yıla yakın hapis cezası. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Bu insanların tutuklu olmalarının veya hapis cezası almalarının nedeni Anayasa’daki ve yasalardaki mevcut hükümler değil. Mevcut hükümlerin savcılar ve yargıçlar tarafından uygulanmaması veya aşırı yorumla aleyhte uygulanmalarıdır.
Bu durumda, “yargı reformu” denilerek, zaten suç oluşturmayan ifade ve basın özgürlüğünün bir cümle ile ve o da savcı ve yargıcın yorumuna bırakılarak tekrar edilmesi bir reform olarak nitelenemez.
Yargı reformu olarak sunulan paketin diğer önemli düzenlemesi de tutukluluk sürelerine getirilen sınırlar olarak gösteriliyor.
Doğrusu bu konuda yapılan düzenlemeler de, ifade ve basın özgürlüğü alanında yapılan düzenleme gibi gereksiz bir düzenleme.
Yeni paket; tutuklu yargılamada ağır cezalık olmayan suçlarda 6 ay, ağır cezalık suçlarda 1 yıl, devlete karı işlenen suçlarda 1,5 yıl sınır getiriyor ve bunu 6 ay uzatma yetkisi tanıyor.
Böyle bir sınırlamaya ihtiyaç olup olmadığı da tartışmalı bir konudur. Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre zaten tutuksuz yargılama esastır, tutuklu yargılama istisnadır. Bu hüküm mevcut olduğu halde savcı ve yargıçlar bunun tam tersini uyguluyor. Tutuklu yargılamayı esas, tutuksuz yargılamayı ise istisna olarak görüyor ve böyle uyguluyorlar. Bu nedenle tutukluluk hali bir ceza infazına dönüşmüş durumda. Uzun süre tutuklu kalan sanıklar da çoğunluklu beraat ettirilmiyor. Beraat ettirilirlerse yargı, “neden bu kadar uzun süre tutuklu yargıladınız” sorusuna yanıt veremeyeceği için, kişi tutuklu kaldığı süreye denk gelecek bir hapis cezasıyla cezalandırılıyor.
Tutuksuz yargılamayı esas almasını emreden kanun hükmüne karşın savcı ve yargıçlar tutuklu yargılamayı esas aldıkları sürece tutukluluk süresinin sınırlandırılmasının sonuç vermesi de mümkün değil. Zaten mevcut hükümlerle de tutukluluk süresi sınırlandırılmıştı. Asliye cezalık suçlarda 1 yıl, ağır cezalık suçlarda 2 yıl ve devlete karşı işlenen suçlarda 5 yıldı. Bu sürelerin düşürülmüş olması, savcı ve yargıçların tutuksuz yargılamayı esas alacakları anlamına gelmiyor.
Türkiye’nin mevcut Anayasa ve ilgili yasalardaki hükümlerin uygulanması konusunda savcı ve yargıçların zihniyetinin değişmesine ihtiyacı var.
İfade ve basın özgürlüğü anayasal güvence altındayken, bu hükme aykırı yorumlarla gazetecileri, akademisyenleri, siyasetçileri yıllardır cezaevinde tutan zihniyet sürdükçe zaten var olan özgürlükleri bir de yargı reformu paketi diye tekrarlamak kulağı tersinden göstermekle aynı şey.
“Tutuksuz yargılama esastır” diyen kanun hükmünüz varken, tutukluluk süresine sınır getirmek de bir reform sayılamaz.
Reformun kanunlarda değil uygulamada yapılması gerekiyor.