Avukat hukukun ve yargının olmazsa olmazı, adaletin savunmasıdır.
Yoksa; hukuk, yargı ve adalet değildir var olan…
Yargılamanın yenilenmesi temel hak ve özgürlüklerin korunmasında hükümlü lehine kabul edilmiş olağanüstü bir yargı yoludur... Varsa, adalete ulaşırsınız.
Ceza Muhakemesinde kabul edilen bu yol temel hak ve özgürlüklerin ihlali halinde başvurulan bir iç hukuk yoludur. Böylece eski hale dönülmesi sağlanır.
Yargının hatalarını temizler, geç olsa bile hatadan dönmenin adalet adına pardonudur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri" başlıklı 311. Maddesine göre; "(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür”
Bu maddenin (f) bendine göre “f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması veya ceza hükmü aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.”
Bu düzenleme önce sadece temel insan hak ve özgürlüklerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin veya eki protokollerin ihlalinin tespitine dair verilmiş AİHM kararlarının kesinleşmesi halinde uygulanmaktaydı. 25.07.2018 kabul tarihli 7145 sayılı kanun değişikliği ile “veya ceza hükmü aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi” halinde de hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi başvurusu yapılabileceği maddeye eklenmiş oldu.
Böylece AİHM’sinin “dostane çözüm” veya “düşme kararı” vermesi halinde yargılamanın yenilenmesi yolu açılmış oldu.
Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm İnanç Yamaç Başvurusu (B. No: 2020/26067 Karar Tarihi: 16.6.2022 R.G. 17.8.2022-31926) sonucunda verdiği hak ihlali kararında AİHM’sinin “düşme kararı” vermesinden sonra iç hukukta yargılamanın yenilenmesinin mümkün olup olmadığı hakkında bir karar verdi.
Bu karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tek taraflı deklarasyon sonucunda verdiği kayıttan düşme kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
Özetle bu kararın satırbaşlarına bakılacak olursa; Başvurucu, (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) 11.12.2009 tarihli kararıyla silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan karar, Yargıtay incelemesinden geçerek 9.4.2012 tarihinde kesinleşmiştir.
22.8.2012 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuran başvurucu; tutukluluk süresinin makul olmadığını, mahkûmiyet kararının soruşturma evresinde müdafi yardımı olmaksızın alınan ifadelerine dayandırıldığını, bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapılmadığını, yargılamanın çok uzun sürdüğünü ve yasal olarak faaliyet yürüttüğünü belirttiği bir dergide çalışmasının suç delili olarak kabul edildiği hususlarını ileri sürmüştür.
AİHM 10.9.2019 tarihli kararıyla (B. No: 70151/12) başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkına dair şikâyetini kabul edilebilir bulmuş ve başvuruyu tek taraflı deklarasyonla karara bağlamıştır. AİHM yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağını belirterek, müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kayıttan düşürülmesine karar vermiştir.
Başvurucu 26.11.2019 tarihinde AİHM kararına dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. (Kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 16.4.2020 tarihli ek kararıyla talebe dayanak olan AİHM kararında usule ve esasa ilişkin hak ihlali kararı verilmediği gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir.
Başvurucu bu karara itiraz etmiş, 15. Ağır Ceza Mahkemesi 24.6.2020 tarihli kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Anayasa Mahkemesi; ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınmasının demokratik toplumun temel ilkelerinden olduğunu, Anayasa'nın 36. maddesine göre suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahip olduğunu bu kararında tekrarlamıştır.
“Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilemeyecek şekilde zarar verilmiş olacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemece bu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksikliği” olarak kabul eden Anayasa Mahkemesi; AİHM ve AİHS için görüşünü bu kararında şöyle açıklamaktadır:
“Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla 4/11/1950 tarihinde imzalanan Sözleşme, 10/3/1954 tarihli ve 6366 sayılı İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi ve Buna Ek Protokolün Tasdiki Hakkında Kanun'la Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış ve onay belgesinin 18/5/1954 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine tevdi edilmesiyle Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir.
Bakanlar Kurulunun 22/1/1987 tarihli ve 87/11439 sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna bireysel başvuru hakkı, 25/9/1989 tarihli ve 89/14563 sayılı kararı ile de AİHM'in zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır. Böylece Türkiye, Sözleşme ‘de bulunan temel hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlülüğünü kabul etmiş ve yargı yetkisi içinde bulunan tüm bireylere hukuken bağlayıcı nitelikte ihlal kararı verebilecek bir uluslararası mahkemeye başvuru yapabilme hakkını tanımıştır (Sıddıka Dülek ve diğerleri, B. No: 2013/2750, 17/2/2016, § 68).
Anayasa Mahkemesi kararında tartışılması gereken hususu tespit etmiştir.
Anayasa Mahkemesine göre “Somut olayda tartışılması gereken husus, AİHM'in deklarasyon koşulları ve burada belirtilen taahhütlerin yerine getirilmesine ilişkin kuralları dikkate alarak verdiği kayıttan düşürme kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediğidir. Diğer bir ifadeyle deklarasyonda belirtilen taahhütler kapsamında ihlal edildiği kabul edilen ve Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan -hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak- müdafi yardımından yararlanma hakkına yönelik ihlalin giderilip giderilmediğidir.”
Anayasa Mahkemesi Ceza Muhakemesi Kanun'da yer alan yargılamanın yenilenmesi (CMK Madde 311) düzenlemesine değinmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş bir AİHM kararı varsa bu karar hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi sebebidir. Ceza Muhakemesi Kanununda değişiklik yapan ve 31.7.2018 tarihinde yürürlüğe giren 7145 sayılı Kanunla "ceza hükmü aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi" ibaresi maddeye eklenmiş ve böylece AİHM’sinin ihlal kararının yanı sıra bu kararlar da başvurucuya yargılamanın yenilenmesi hakkındaki kanun yoluna başvuru imkânı sağlamıştır.
Anayasa Mahkemesine göre; AİHM tarafından tek taraflı deklarasyonla verilen düşme kararına (kayıttan silme) dayanarak yeniden yargılama yapılması için başvuru yapılırsa yerel mahkeme tarafından talebin kabulü gerekir. Kaldı ki AİHM kararındaki deklarasyon metninde başvurucunun talebi hâlinde yargılamanın yenilenmesi kanun yoluna başvurabilmesinin teminat altına alındığı da vurgulanmıştır.
Bir diğer önemli tespit; “Deklarasyon metninde kabul edilen ihlale konu olayda başvurucunun soruşturma evresinde müdafi hazır bulunmaksızın elde edilen beyanlarının mahkûmiyet hükmünde kullanıldığı anlaşılmıştır. Bu gibi durumlarda ilgili yargısal merciler, kabul edilen ihlalin niteliğini dikkate alarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde hareket etmek zorundadır. Hâlbuki Mahkeme, kanunda belirlenen usulle açıkça çelişecek şekilde ve önündeki uyuşmazlıkla bağlantı kurmaksızın bir değerlendirme yapmıştır. Yapılan bu değerlendirmenin uyuşmazlığın esas sorunlarının incelendiğini gösterecek mahiyette olmadığı ve uyuşmazlığın konusunu oluşturan tek taraflı deklarasyon ile amaçlanan neticenin tam tersi sonuçlar doğuracak nitelikte olduğu görülmüştür. AİHM tarafından verilen kayıttan düşürme kararının yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde gereklerinin yerine getirilmesi için Mahkemenin öncelikle yargılamanın yenilenmesine karar vermesi gerekir.
Dolayısıyla Mahkemece yapılan değerlendirmelerin AİHM kararıyla örtüşmediği, Anayasa’nın 36. maddesinin gerektirdiği ölçüde ve özende bir inceleme içermediği, deklarasyon metninde kabul edilen ihlalin giderilemediği anlaşılmıştır.”
Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan -hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak- müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Ayrıca eski hâle getirme kuralı gereği ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20 bin TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Ne olursa olsun ne kadar geç kalınırsa kalınsın; avukat olmadan olmuyor.
Savunma olmadan yargının kararları hüküm olmuyor, olamıyor.
Avukatsız yargı isteğini zorlamayın!
Avukatsız sanık veya şüpheli ifadesi almak, avukat olmadan alınan sanık beyanlarına itibar etmek adil yargılanma hakkının ihlalidir.
Müdafi hazır bulunmaksızın elde edilen sanık beyanlarını mahkûmiyet hükmünde kullanmak hiçbir işe yaramıyor.
Adaletsiz ve kanunsuz topraklarda nefes bile alamazsınız…
Fikret İlkiz'in bu yazısı, ilk olarak Bianet'te yayımlanmıştır.