Silivri’de mahkemedeyiz. 24 Nisan 2018…
Sanıklar savunma yapıyor…
Karşılarında savcı, bilgisayar ekranlarının arkasında. Kürsü de yargıçlar dizilmiş, üçü bir yerde; sanki dinlermiş gibi duruyorlar.
Savunma sırası geldi…
"SANIK AYDIN ENGİN: Sayın yargıçlar uzun bir savunma yapacak değilim. Bu salonda Türkiye’nin en iyi hukukçuları var. Bir tanesi de sanık sandalyesinde nedense, söylenilecekleri söyledi. Ötekileri de sırası geldiğinde söyleyecekler. Bana söz düşmesin.
Zaten bu esas hakkındaki mütalaaya nasıl cevap verilebilir ve niye cevap verilsin ki?
Savcı iddianameyi tekrarladı o kadar. O iddianame ki daha ilk günden çürüktü boştu baştan beri hukuksal bir değer taşımıyordu.
Savcı iddianamesini güçlendirmek için karşımızda tanıklar çıkardı. Her tanık iddianameyi daha da boşa çıkardı. Ciddiye alınacak tek cümle kuramadılar durumları yürekler acısıydı.
Yine de esas hakkındaki mütalaa tanıkların abuk sabuk beyanlarına iddialarına yalanlarına sığınmaktan öte biçare ve kanıt bulamadı karşımıza koyamadı.
Dahası paralı konularla ilgili mesela Cumhuriyet Vakfı yöneticilerinin vakfın gayrimenkullerinin değerinin altında sattılar gibi saçmalıklar resmi bilirkişi raporuyla çürütülünce koskoca dava Cumhuriyet gazetesinin yayın çizgisini değiştirdiniz, suçlusunuz iddiasından ibaret kaldı.
Evet değiştirdik. Hem de savcıya sormadan izin almadan değiştirdik. Bunu sık sık yapabiliriz ve hiçbirinde savcılıktan, savcılardan izin almayacağız. Bizde değişmeyen sadece demokrasi, özgürlükler hukukun üstünlüğü ve bağımsız gazetecilik ilkeleridir. Ötekisi umurumuzda olmaz.
Sayın yargıçlar yine de kendimle ilgili birkaç cümle söylememe izin verin.
Çünkü savcılık benimle pek bir ilgilendi. İddianamede ve esas hakkındaki mütalaada galiba adı en çok geçen iki sanıktan biri benim. Savcılık ayrıca tam 9 yazımda suç unsuru bulmuş. Bunları tek tek cevaplamamı umarım beklemezsiniz. Bu sizin algı ve kavrama yeteneğinize saygısızlık olur. Bence yazılarım üstüne iddialarıyla ilgili savcılığın ve savcının önünde üç seçenek var. Bir okumamışlar, başlığa bakıp hah yakaladım diye üstüne atlamışlar. İki okumuşlar, ama okuduklarını anlamamışlar. Üç ille de bir suç yaratmak zorunda bırakıldıklarından çaresiz kalmış o tuhaf iddialarıyla art arda sıralamışlar benim yazılarla ilgili. Bu üç seçenekten dilediklerini tercih etsinler, dördüncü seçenek yok.
Savunma yapmayacağım dedim ama savcılığa bir çift sözümü söylemeden huzurunuzdan ayrılamam. Osman Kavalı arkadaşım ile yazışmalarım bir suç kanıtı olarak dava dosyasına kondu. Savcı da bunlara sımsıkı sarıldı mütalaasında da. Mütalaasında şöyle dedi. 'Cumhuriyet gazetesi mali destek almaya çalıştığı kurum ve örgütler karşısında bağımsızlığını ne kadar koruyabilecektir. Cumhuriyet gazetesi alacağı mali destek karşılığında bu ülkelere ve örgütlere ne tür bir faaliyet ya da proje sunacaktır.' Vayy...
Biz ülkelerden destek almayız. Bir devletten destek almayız. Bu dava süreci boyunca zor durumda olan Cumhuriyet'e böyle destekler vadeden ülkeler ve devletler oldu. Onları duraksamadan elimizin tersiyle reddettik. Savcı merak ederse tek tek sayarım adlarını.
Biz Avrupa’daki meslek örgütlerinden sivil toplum örgütlerinden destek istedik. Savcının haberi olsun karşılığını aldık, alıyoruz da alacağız da…
Avrupa’nın en saygın gazeteleri, Le Monde, Liberation, Die Zeit, İn the Pendent, Katze, daha biz başvurmadan kollarını açtılar ve Cumhuriyeti sarmaladılar. Bu sürüyor ve sürecek de.
Bitmedi. Avrupa'da Demokrasi İçin Barış safkan bir sivil toplum örgütüdür. Sadece özgürlük ve demokrasiyi savunmak için vardır. IPI Uluslararası Basın Enstitüsü. Uluslararası Yazarlar Birliği, Sınır Tanımayan Gazeteci Örgütü bize destek olmak için kollarını sıvadılar. Cumhuriyet Susmasın özgür ve bağımsız gazetecilik Türkiye'de yenilmesin diye. Bunlar savcı için suç.
Savcı Bey sözüme kulak verin. Biz sizin bildiğiniz gazetecilerden değiliz, bizi satın alacak kişi ya da kurum daha anasının karnından doğmadı.
Bizi satın almaya kalkacak kişi ya da kurumları da anasından doğduğuna pişman ederiz.
Besbelli ki bunu bilmiyordunuz ama bu duruşmada öğrendiniz.
Sayın yargıçlar, sizlerden hiçbir kişisel talebim yok. Buna beraat de dahil. Sizlerden sadece bu esas hakkındaki mütalaaya itibar etmemenizi talep ediyorum. Evet itibar etmeyin ama sakın çöpe de atmayın. Çünkü bu iddianame ve mütalaa yıllar sonra hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacak. Bilge bir hukuk profesörü öğrencilerine dönüp, çocuklar ileride savcı olursanız sakın böyle iddianameler yazmayın sakın yargıçların karşısına böyle mütalaalar ile çıkmayın kendinizi gülünç duruma düşürmeyin diyecekler.
Sözlerim bundan ibaret efendim, sağ olun.” (Tutanaklarda yazıldığı gibidir).
Boş verin davaları…
Kıdemli sanıktı. Gazeteci olarak kendini tarifi böyle. Devirden devire bazen ağır cezalık…
Basın Kanunu'na muhalefetten sabıkalıdır, adli sicil kaydı kabarıktı.
Nasıl bilirsiniz bilmem ama, bildiğiniz gazetecilerden değildi gerçekten…
Gazeteciydi.
İnsan gibi insandı. Ellerinden tutulanlar bilir, yüreği ellerinde, herkesin ellerinden tutar, gözlerinin içine ve yüzüne bakar öyle konuşurdu. Gözleri ışıl ışıl, gülümser… Sözlerinde hınzır mı hınzır, yazdıklarında akıl ve mizah… Daha ne olsun, bi taneydi. Sana ışıklar, ışıklar…
Ama ne olursa olsun tüm zamanlarda hiç kimsenin olamadığı kadar; her daim kendisiydi…Aydın’dı.
Fikret İlkiz'in bu yazısı, ilk olarak Bianet'te yayımlanmıştır