Son vermek… Bazen yazılara son verirseniz. Zordur ama yapabilirsiniz.
İlk öğrendiğim İngilizce “The End” olmuştu. Filmlerin sonunda Türkçede “son” demek olduğunu sonradan öğrendim. Bir de tiyatro oyunu bitince perdenin son defa kapanmasından. Bazı kitapların sonunda eskiden büyük harflerle SON yazarlardı, artık yazmıyorlar.
Hayat, sona erebilir.
Hayatların sona ermesini toprağa verdiklerimle öğrendim, ağlamayı, acıyı, yas tutmasını!
Bu çok kişisel bir yazıdır. Acıyı paylaşarak azaltanlara teşekkür yazısıdır.
Meslektaşlarım Av. Aytaç Ünsal ve Av. Ebru Timtik ölüm orucundalar.
Bu yazıyı bir bakıma borçlu hissettiğim “teşekkürle” başlamalıyım, BiaNet ve T24 haber sitelerine çok çok teşekkür ederim. Ölüm orucunda olan meslektaşlarım hakkındaki yazıları(mı) sürekli yayınladılar, çaba gösteren (adları bende saklı) gazetecilerin dayanışmasına çok teşekkür ederim, avukat olarak benim için mesleki duyarlılıkları ve gazetecilik anlayışları çok kıymetlidir.
Adlarını sayamadığım ama adım gibi adlarını bildiğim ve saygı duyduğum gazeteciler ölüm orucu yapan ve hapiste olan avukatlar ve insanlar hakkında yazılar yazdı, çok önemsiyorum, çoğalsın istiyorum.
Ayşenur Arslan’a eğer kabul ederse; teşekkürlerimi sunuyorum. Ölüm orucunda olan avukat arkadaşımızın avukatlarına programlarında yer verdi. Karantina günlerinde adil yargılanmanın ve tutukluluğun ve ölüm orucunun ne demek olduğunu Grup Yorum üyelerinin açlık grevini ve ölümlerini, Mustafa Koçak’ın açlık grevinde ölümünü avukatlarına telefonla bağlanarak meslektaşlarımız tarafından “bizzat” kamuoyuna nelerin neden olduğunun anlatılmasını sağladı. Gün sayıyor, her ekrana çıkışta hatırlatmaya devam ediyor, sağ olsun!
Hak haberciliği yaptılar. Yurttaş gazeteciliği anlayışını “ölüm orucundaki avukatlar”, “hapisteki avukatlar”, “hapistekiler”, “Covid-19 tehdidine rağmen cezaevinde tutulanlar” hakkındaki haberleriyle sesi duyulmayanların sesine ses katarak kamuoyuna gerçekleri aktardılar. Adalet, hak, hukuk, yargı, vicdan, cezaevleri ve adil yargılanma, tutuklu kalmak, gibi ne varsa hukuksuzluğa dair; gazeteciler kendilerine yapılan baskılar ve cezalar yetmiyormuş gibi haberlerinde duyurdular.
Bilerek yapıyorum; meslektaşlarım hakkında çok yazı yazdım. Ama artık meslektaşlarımın durumunu anlatmaya çalıştığım yazılarıma son veriyorum. Ne yazdığımı ne yaptığımı çok iyi biliyorum.
Düşündüğüm gibi yaşamak için yazdım. İnandırıcı gelmeyebilir, eleştirebilirsiniz; eyvallah!
“Ben yazmıştım” diye yazanlara ve “ben demiştim” diyenlere çok kızardım. İri iri laflar etmemek lazımmış meğer; yeri geldiğinde ben “yazmıştım” demek gerekiyormuş bazen…
Zorunda kalmadan diyorum ki; ben yazmıştım diyerek. Sağ olsunlar BiaNet ve T24’ün yer verdiği bir iki yazımdan alıntıları yeniden yazayım…
“Bunca öğrendiğimiz hukuk, bunca dava, bunca hapishane, bunca hüküm, bunca adliye koridoru... Hapishane ziyaretleri, getirilip götürülen selamlar, hâl hatır sormalar, tahliyeler, tutuklamalar, hüzünler, acılar, sevinçler, talepler, yazılar, okumalar, sıkıntılar, açıklamalar ve ne yapmalı tartışmaları arasında dimdik ayakta duranlar...
"Onur çiçeği öyle bir bitkidir ki nerede sürgün vereceği belli olmaz. Bazen zindanların karanlığında sürgün verir onur, bazen işkence odasında gözü bağlıyken büyür; ama bazen en yaldızlı koltuklarda çürür ve egemenliğin yetkileriyle donanmışken boynu bükülür". Onur çiçekleri yüreklerinde açan insanlarla beraber olmalı ve onları savunmalı...Yoksa bunca yaşanan ve yaşam neye yarar? Onların mahkûmiyet hükümlerinin onuru vardır. Böyle yapmalı ve böyle yaşamalı...Unutkanlıklar üzerine kurulu bir dünyanın geleceği nedir? Yaşanmışlıkları ve söylenmiş sözleri, devrimleri, itaatsizlikleri ve direnişlerde hayatını feda edenleri unutmamak görevdir, sorumluluktur. Direnenlerin yaşamları üzerine söz söylemek zordur, ama hepimizin söyleyecek sözü olmalıdır. "Onlar o kadar da önemli olmayan bir dava için feda ettiler hayatlarını" diyebileceklerdir kimileri; ben de onlara cevap vereceğim: "Onlar yaşadıkları için öldüler." (Jean Paulhan).
Avukatlık mesleğinin yargılama konusu edilemeyeceğini ifade eden Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Barkın Timtik, Ebru Timtik, Engin Gökoğlu, Ayşegül Çağatay ve Oya Aslan tutuklu bulundukları hapishanelerde; “Mustafa Koçak, devrimci müzik grubu Yorum üyeleri İbrahim Gökçek, Helin Bölek; adalet, adil yargılanma, kazanılmış hakları savunma amacıyla ölüm orucundalar. ‘Müvekkillerimizin haklı taleplerinin savunucusu olduğumuz talepleri taleplerimizdir, kabul edilsin!’ demek için açlık grevindeyiz.” dediler.
İbrahim Gökçek ölüm orucunda, Avukat Aytaç Ünsal ve Avukat Ebru Timtik 5 Şubat 2020 tarihinde başladıkları açlık grevini ölüm orucuna çevirdiler. Onurlarına biçilen değer; ölüm olmasın… Adalet istediler, Helin Bölek ve Mustafa Koçak ölüm orucunda öldüler.
Tâ akla kadar uzanan adalet için; düşü gerçek, suyu ışık, direnişi yaşam yapanların anısına...
Gidenlerin tarih yazarak gittiği ve bizlere bıraktıkları adalet için yaşamlarının mirası adına...Var olanların ve geriye kalanların isteği; geçmişteki direnişlerden çıkardıkları derslerle yaratacakları onurlu ve insanca yaşam için umutların yitirilmeden çoğalmasıdır. Artık yüzyılımızda; akıllıca ve herkes için, insanların onuru için ısrarla istenmelidir adalet...
“Biz savunmaya, hukuk, adalet ve insan haklarına olan inancımızla doğru bildiklerimizi yapalım. Bir kere sözümüzü dinleyin. Hiç olmazsa meslektaşlarınız avukatlarla birlikte olmak, konuşmak, sohbet etmek, tartışmak, birbirimize kızmak, sevdiklerinizi görmek, yaşamak ve ölmemek için, savunduğunuz değerleri korumak ve adaletin sesini duyurabilmek, memleketin hukukunu korumak ve halkın çıkarlarını savunmak için yaşamalısınız.
Tarihe müvekkillerinizden iki ses, iki nefes, iki ölü verildi. Bir ses, bir nefes yaşıyor.
Vedalaşmayın, vedalaşmıyoruz; yaşarken yapılacaklar için yaşamalısınız.
Av. Halit Çelenk’in sözleriyle; Bunları düşünerek ölüm orucuna son vermeniz gerekir.”
“Hapisteki avukatlar; herkes için adil yargılanma hakkını talep ediyor, bu kadar basit. Bu memlekette söylenmesi çok basit bir istek gibi görünüyor; adil yargılanma hakkını istemek.
Talepleri dinlenir ve belki sağlanır. Belki bir olasılık adil yargılanma hakkı verilir diye bedenlerini açlığa yatırmışlar hapiste…Bunun için adlarını yekpare mermere yazdırmayı bile göze almışlar, onurlarına bürünerek ve cesaretleriyle, bedenleri küçülmüş açlıklarıyla…
Adil yargılanma hakkı istediği için ölülerini saymaktan yorulmayan bu memleketin çocuklarının yasını tutacak kimse kalmayıncaya kadar sürmesin insanın insana kötülüğü.
Acıları dindirmenin yolu bulunmalıdır. Bütün insanlar birbirinden sorumludur. “Hele ben herkesten daha çok” sorumluyum diyen avukatlar; daha ne anlatsınlar şimdi?”
“ÇHD’li avukatlar adil yargılanmadılar. Onlar herkes için adil yargılanma hakkının sağlanmasını istiyorlar. Onlar herkesin adil yargılanması için son çare gördükleri yaşamlarını tüketmekten çekinmeden söyleyecek sözlerini acıyı bal eylemiş halleriyle türkü söyler gibi söylüyorlar ve özgürlükleriyle yaşıyorlar cezaevinde, onurlarıyla ve inatla…
(…) Hak arama özgürlüğü kalmadı. Adil yargılanma hakkı yok! Bir hakkımız hâlâ var, avukat olarak cezaevlerindekileri ziyaret edebiliriz. Avukatlar ve bu memleketin baro başkanları tutuklu avukatları ziyaret edebilir. Dayanışmadır. Onları dinlemek, anlamak herkese iyi gelebilir. Avukatlar, her zaman yaptıklarını bilen, sözlerinin arkasında olan insanlardır. Bilinmelidir; zaman ölümden yana ve ölüm orucunda olan meslektaşlarımızı bir daha görebileceğimiz bile kuşkulu…Onlardan geriye bir hapishane ziyareti kalabilir, yüz günü geçkindir açlıkları!
Ölüm orucundaki avukatları, var gücümüzle dertlerini, derdimizi, istediklerini, taleplerimizi; bir kelimeyle bile olsa, bir virgülle dahi "Heyyy orada kimse var mı? Sesimizi duyuyor musunuz?" diye seslenerek anlatalım herkese… Seslerini, seslendirelim! Yaşamı bitirmemek için yapalım, ikna olmak için değil hapisteki avukat arkadaşlarımızla birlikte toplumu ikna etmek için hak aramak özgürlüktür, adil yargılanma herkesin hakkıdır diyelim.”
Bunları yazmıştım… Avukat olarak yazmıştım. Artık ölüm oruçlarını yazmayacağım.
Yazıları sona erdirmek, yazmaya devam etmek ve dayanışmaya başka yollar arayarak sürdürmektir işimiz.
Sayfalar dolusu dilekçeler yazıp dava dosyasına koysak, verirlerse eğer bilim insanlarından raporlar alsak, dava dosyalarına ehlihibre görüşüdür, yargılamadaki usulsüzlükleri anlatıyorlar diye versek, hiç talepte bulunulmaması gerekenlerden talep etsek; yoksa, “söz veriyoruz; adil yargılanmayı gerçekleştirmek için elimizden geleni yapacağız” denmesi için birilerini mi bulsak… Adalete bakan adamlara mı yoksa en yüksek dereceli siyasetçilere mi gidelim? Bunları yaparsak açlık grevindeki arkadaşlarımız, hapisteki meslektaşlarımız, onlar için canı gönülden bir şeyler yapmaya çalışanlar, konu komşu ne der? Bize kızarlar mı?
Vakit mi var? Ölüm çağırıyor…
Yer Bakırköy Adliyesi. Tarih 10 Eylül 2018. İçlerinden Av. Aytaç Ünsal ve Av. Ebru Timtik’ inde bulunduğu ÇHD ve Halkın Hukuk Bürosu avukatlarının o tarihte de tutuklu oldukları davanın ilk duruşması… Tutuklu meslektaşlarımız cezaevinden getirilmişler ve salondalar. Birçok avukattık savunmada, çoktuk. Tutuklu avukatların müvekkilleri dinleyici bölümündeydi, avukatlarının duruşmasına gelmişlerdi.
Hiç unutmuyorum…Çok muhteşemdi; Soma Maden İşçileri avukatlarının duruşmasına gelmişti, diğer müvekkilleri gibi dayanışma için.
Hiç unutmuyorum…İlk celsenin sonunda tutuklu avukatların tümünün tahliyesine karar verilmişti ve ayrıca “avukat oldukları için” tutukluluk kararlarının kaldırılmasına karar veren üç yargıcın bu gerekçesi müthişti…
Sonra hukuksuzluklar başladı…İşin ehli olanların kötülüklerini gördük, görüyoruz.
Hiç unutmuyorum…Adı bende saklı bir romanda; adını bildiğim, geçmiş ölüm oruçlarından birinde hayatı hastanede son bulan bir mahpustan kalan son mektubu okumuştum. Bu mektubu kendisi ölüm orucundayken bir avukat meslektaşım (şimdi tutuklu) kendi mektubunun sonuna eklemiş ve “Bu satırlar benim de duygularımı ifade etmektedir” diye bitirmişti.
Hiç unutmuyorum o mektubu ve “iliştirilmiş” mektubu!
“Hoşça kalın:
Hep mektuplarımızın sonuna yazdık hoşça kalınlarımızı. Başa aldık bu kez. Çünkü bu mektubumuzu elveda ile noktalayacağız. Evet, biz gidiyoruz, siz hoşça kalın. Hoşça kal anam, Yârim, hoşça kal kardeşim, Arkadaşım, hoşça kalın dostlarımız, hoşça kalın geride bıraktıklarımız, hoşça kalın dağlar, ovalar, sokaklar, hoşça kalın deniz, gökyüzü sen de hoşça kal kâğıt, kalem, Yaşam yolunun yeni ufuklarına yelken açıyoruz. Devrim yolumuzun yeni bir engebesini aşıyoruz. Gidiyoruz, belki bir daha hiç dönmeyeceğiz. Her kilometre taşında birimiz düşecek. Nihai zafere daha yakın mesafeleri göstereceğiz. Sizleri hep sevdik, terk etmek istemedik. Bizi bu yola koyan, size olan sevdamızdır….
Hoşça kalın, ölümü bekletmeyeceğiz. Hoşça kalın işçiler, köylüler, memurlar. Hoşça kalın öğrenciler, esnaflar, hoşça kalın tüm halkımız. Vatanımızı satanlara bir ders daha vereceğiz. Sizler için öleceğiz, Ölümü bekletmeyeceğiz. İsterseniz duyun, izleyin bizi. Seyredin hücre hücre eriyişimizi…
Anlatın çocuklara masallarda, yıldızlar arasında, yıldızlar gibi kayışımızı… Ama önce hoşça kalın. Belki son vedaya vakit kalmaz. Belki vedalaşmak dar vakitlere sığmaz. Biz gidiyoruz. Bu bizden size son veda.
ELVADA…”
Avukat olarak yazabildiğim kadar yazdım, dedim ya kişisel bir yazı diye… Çok cenaze kaldırdık bir zamanlar. Yaptık, ettik demeyi hiç sevmem… Kibirli bir tavır olarak görülse bile evet kibirdir; ama yazılarımı tekrar yazdığım için utanıyorum. Hiçbir yararı olmuyor ve bir avuç avukat arkadaşımla ne yapabiliriz diye yürek ve kafa yormaya devam ediyoruz.
Ölüm orucundaki avukat arkadaşlarım hücre hücre eriyor ve ölüyorlar…
Son bulursa hayatları, kendi kendimin yasıdır.
Ben bu “elveda” mektubunu unutmamışken başka bir “elveda” mektubu almak istemediğim için yazmıştım, artık yazmayacağım. Biz avukatlar bir zamanlar çok acılar gördük birçok cenaze kaldırdık. Son yıllarda hapisteki avukat meslektaşlarımız da bizden çok cenaze kaldırdılar.
Avukat olarak benim elimden şimdiki zamanda yazmak geliyordu, yazabildiğim kadar. Ama bir kıymeti harbiyesi yok…
Tüketmediğim bir umudum var…
Sanatçılar, yazarlar, romancılar, şairler, türkücüler, tiyatrocular, oyuncular, sinemacılar, şarkıcılar, filmciler, artistler, senaristler, ressamlar, aydınlar, gazeteciler, politikacılar, milletvekilleri, odalar, yerel yöneticiler, siyasetçiler, bilim insanları, akademisyenler, profesörler, doktorlar….
Adı sanı kamuoyunda bilinen, yaşam hakkını koşulsuz savunan ve yüreği kararmamış kim varsa; belki bir şeyler söylerseniz, bir şeyler yazarsınız, aklımıza gelmeyen bir şey yaparsınız ve böylece belki halkımızın dikkatini çekersiniz.
Yapamazsanız bile gönül koymayız; eyvallah!
Sizleri bizim halkımız tanır, bilir ve çok severler. Söyleyeceğiniz sözler, yapacağınız şeyler, yazılarınız, duygularınız, ifadeleriniz, paylaşımlarınız, vicdanlarınızın sesi ses getirir, etkili olursunuz, insanları etkileyebilirsiniz; seslenebilirsiniz, bir umuttur, bir yoldur yaşam için…
Toplumda farkındalık yaratabilirsiniz; sokaklar, dağlar, taşlar, ovalar, denizler, gökyüzü, kuşlar, kağıtlar, kalemler ve insanlar duyar; yapabilirsiniz ve iyi edersiniz, iyi olur, tıpkı yaşamak gibi…