Başbakan Angela Merkel’in partisi Hristiyan Demokrat Parti CDU’nun liderliğine Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Başbakanı Armin Laschet seçildi. Dijital oylamaya katılan 991 delegeden 521’i Laschet’e oy verdi. Laschet’i ikinci kez parti liderliğine soyunan ve başarısız olan Friedrich Merz izledi. Üçüncü aday eski çevre bakanı ve Federal Meclis Dış Politika Komisyonu Üyesi Norbert Röttgen ise ikinci tura bile kalamadı. Alman yasaları dijital oylamayı içermediği için, oylar bir de posta aracılığı ile kullanılacak. Mektupla gönderilen oylar da sayıldıktan sonra kesin sonucun cuma gününe kadar açıklanması bekleniyor. Dijital seçim sonuçları açıklandıktan sonra konuşan Laschet, partisini yaklaşan eyalet ve genel seçimlerine hazırlamak, CDU’yu "başbakan çıkartan parti" yapmak için elinden gelen çabayı gösterme sözü verdi.
İki gün süren CDU parti kongresi pek çok ilki içinde barındırıyor. Almanya’da ilk kez bir kongre, korona salgını yüzünden dijital olarak düzenlendi. Bu yüzden sert dijital güvenlik önlemleri alındı. Parti lideri Annegret Kramp-Karrenbauer ve adaylar adaylık konuşmalarını boş bir stüdyoda yaptılar. Adayların hepsi, erkek, Katolik, 50 yaşın üzerinde ve Kuzey Ren Vestfalyalı, yani Batı Alman idi. Bu da 20 yıl sonra partiyi 16 yıl sonra da olağanüstü bir durum olmazsa Almanya’yı bir erkek yönetecek demektir. Çünkü yapılan son kamuoyu yoklamaları, Hristiyan Birlik Partileri CDU ve CSU’nun oy oranının %36 civarında olacağı ve genel seçimden ilk parti olarak çıkacağını gösteriyor. Yaklaşık iki yıl önce bir daha adaylığını koymayacağını açıklayan Başbakan Angela Merkel’in Protestan bir Doğu Alman olduğunu hatırlatmakta yarar var.
1961 yılında Aachen’da Katolik bir ailenin, madenci bir babanın oğlu olarak doğan Armin Laschet, hukuk eğitiminden sonra gazetecilik okudu ve gazeteci olarak çalıştı. Laschet, daha lise yıllarında CDU'ya üye olduktan sonra, kariyer basamaklarını hızla tırmandı. 1994'te Federal Meclis'e, 1998'de ise Avrupa Parlamentosu'na seçilerek bu görevini 2005'e dek sürdürdü. Aynı yıl Laschet, Kuzey Ren Vestfalya'nın Aile ve Entegrasyon Bakanı oldu. Armin Laschet bu nedenle, özellikle de aşırı sağcılar tarafından “Türk Laschet” ya da “Türklerin Armin’i” olarak anılıyor. Bu tanım Laschet’in pek hoşuna gitmese de Almanya’da yaşayan göçmenler, özellikle Türkiyeliler siyasetçiye sempati ile bakıyor. Ayrıca Laschet’in 2017’den beri başbakanlığını yaptığı eyalet Kuzey Ren Vestfalya, en fazla Türkiye kökenli göçmen nüfusu barındırıyor. Laschet’in parti lideri olarak seçilmesi, hem az ya da çok Merkel çizgisini devam ettirecek ve daha önce seçim kazanmış olması, ayrıca Avrupa Parlamentosu’ndaki tecrübesi nedeni ile sürpriz olmadı. Ancak bu Laschet’in başbakan adayı olması anlamına gelmiyor.
Hristiyan Demokrat Parti CDU ve Bavyera’ya hakim Hristiyan Sosyal Birlik Partisi genel seçimlere birlikte girdikleri için başbakan adayını da birlikte belirliyorlar. Bu nedenle CDU lideri Armin Laschet, otomatik olarak başbakan adayı sayılmıyor. Liderliğe aday olan Friedrich Merz ve Norbert Röttgen gibi başka politikacılar da başbakanlığa adaylığını koyabilirler. Son aylarda popülaritesi artan Federal Sağlık Bakanı Jens Spahn ile Bavyera Eyalet Başbakanı Markus Söder’in de olası adaylar arasında adı geçiyor. Spahn, daha önce Laschet’i desteklediğini, Söder ise Bavyera’da kalmak istediğini açıklamıştı. Spahn beklendiği gibi beş başkan yardımcısından biri seçildi, ancak en az oyu aldığı dikkat çekti. Bunda korona ile mücadelede yaptığı bazı hatalar rol oynamış olabilir. Merkel’in halefinin kim olacağı Mart ortasında belli olacak. Ancak Söder adaylığını koymazsa Laschet’in aynı zamanda başbakanlık için yarışacak olmasına kesin gözüyle bakılıyor.
CDU’nun yeni lideri Armin Laschet’in işi, her ne kadar partinin olası oyları, diğerlerinden fazla çıksa da pek kolay olmayacak. %53’lük bir oy oranı partinin bölünmüşlüğünün bir işareti. Bir kere korona salgını ile mücadelede Laschet iyi bir sınav vermedi. Özellikle tehlikeye rağmen karnaval yapılmasına izin vermesi epey tepki çekti. Ayrıca Laschet’in karantina uygulamaları gibi, bazı sert önlemleri almakta çekingen davranması yüzünden eleştirilere maruz kaldı. Oğlu ile ilgili çıkan yolsuzluk dedikoduları da güvenirliliğini bir nebze azalttı. Ancak kendini merkez sağda konumlandıran Laschet’in, muhafazakâr değerleri temsil etmekle birlikte, diğer parti seçmenlerine de hitap edebiliyor olması ve Merkel’e yakınlığı şansını arttırıyor. Laschet’in mülteciler konusunda Başbakan Angela Merkel’in “açık kapı politikasını” desteklemesi ise kendisine, konjonktüre göre artı puan da kazandırabilir, kaybettirebilir de. Laschet’in en az Merkel kadar pragmatik olacağı kesin. Ancak Merkel kadar analitik düşünüp, doğru kararlar alabilir ve arka planda olmayı becerebilir mi bilemiyorum. Sıcak kanlılığı, cana yakınlığı sadece neşeli olmasından değil, sahneyi sevmesinden de kaynaklanıyor. Merkel, bugüne kadar doğru düşündüğünü yapıp, partiyi arkasından takip ettirmekle ün yapmış bir siyasetçi. Hatta AB’ni bile bu şekilde idare ettiğine tanıklık ettik. Laschet’in aynı beceriyi gösterip gösteremeyeceğini kestirmek zor. Ayrıca ekonomi çevrelerinin baskısına boyun eğip eğmeyeceği ve ne kadar sosyal ve çevreci bir politika izleteceği de merak konusu.
Almanya’yı neredeyse 16 yıldır yöneten, 20 yıldır da partinin liderliğini yapan Angela Merkel, ülke için başarılı politikalar gütse de partisi için aynı başarıyı gösteremedi. Çok kez ağır eleştirilere rağmen inandığı yolda yürürken Merkel’in partisi 2018 yılında Hessen eyalet seçimlerinde büyük oy kaybına uğradığı için bir daha başbakan adayı olmama kararı verdiğini unutmayalım.
Son genel seçimde sağcı popülist parti AfD’nin Federal Meclis’e girmiş olması, ardından muhafazakar partilerin merkezden sağa kayma girişimleri de partiyi epey yıprattı. Almanya ve Avrupa çapında pek çok krizi başarı ile atlatan Merkel, kendi partisi içindeki krizi pek aşamadı. Örneğin vekil olarak desteklediği Federal Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer, yanlış bir seçimdi. Kramp-Karrenbauer’in, Thüringen eyaletindeki seçimden sonra kazanan Sol Parti’ye hükümeti kurması için liberaller ve sağcı popülist AfD ile birlikte destek vermesi sonunu getirdi. Siyasetçiye yeterince destek vermeyen Merkel bile bu denli pragmatik olamazdı. Bütün bunlar Merkel’in kadın siyasetçilere iyi bir rol model olamadığının, parti içinde kadın delegelerin sayısını arttırmak için pek de fazla çaba harcamadığının göstergesi olarak yorumlanabilir. CDU içindeki kadın delege sayısı neredeyse dörtte bir. Muhafazakar değerleri savunan Katolik Armin Laschet’in çalışma takviminin en üst sıralarında kadın siyasetçileri desteklemek bulunmuyor maalesef. Ancak Laschet’i bekleyen en önemli görev, sosyal demokrat ve Yeşiller kadar sağcı popülistlere de oy kaptırmamak ve CDU’nun Alman siyasetinde kitle partisi olarak kalmasını sağlamak. Bunun için de yapılması gereken en önemli şey partiyi birlik içinde tutmak. Çünkü Laschet’in önünde sadece genel seçim değil, altı eyalet seçimi daha var. Armin Laschet ilk sınavını ama muhafazakarların başbakan adayını seçerken verecek.
İç politikada olduğu kadar dış politikada da Merkel döneminin devamını sağlayacak Armin Laschet’in, en büyük artısı uzun süre Avrupa Parlamentosu’nda görev yapmış olması. AB ülkelerinin daha fazla birlik içinde hareket etmesi ve entegrasyonu için çaba harcayacak olan Laschet, ABD’nin yeni başkanının Biden olmasına sevinenlerden ve transatlantik ilişkilerin eskiye dönmesini umut edenlerden. Türkiye ile ilişkiler konusunda da Merkel’in yolundan gitmesi bekleniyor. Şunu söyleyelim Laschet Türkiye’nin AB üyeliğine karşı ama ahde vefa gereği üyelik sürecini destekliyor. Laschet, Türkiye’deki gerilim kadar, Türkiye ile yaşanacak bir gerilimin Almanya’ya taşınacağını ve iç siyasete döneceğini en iyi bilen politikacılardan. Malum Almanya’nın ilk entegrasyon bakanı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Almanya arasında yaşanan ağır siyasi gerilim ve krizler sırasında "şantaj ve tehditlere boyun eğilmemesi" gerektiğini savunmakla birlikte, Türkiye’nin NATO üyesi ve AB’nin komşusu olduğuna, Almanya için önem taşıdığına sık sık dikkat çeken Laschet, iki ülke arasındaki tüm görüş ayrılıklarına rağmen sorunların diyalog yoluyla çözümlenmesi gerektiğini savunmuştu. Bana kalırsa Laschet döneminde Türkiye konusunda her türlü sürprize hazır olmak gerekir. Zira Laschet’i başta korona ile mücadele etmek olmak üzere pek çok konuda bir Türk siyasetçi gibi davranırken gördük.