Ben Almanya‘nın Rusya ile ilişkilerini özünde Türkiye’ninkine benzetiyorum. Rusya ve Türkiye’nin sergilediği siyasi kültür, genel geçer kurallara sadık kalmaya alışık Almanya’ya her zaman yabancı gelmiştir. Bu yabancılıkla ancak, mesela Gerhard Schröder ve Tayyip Erdoğan döneminde olduğu gibi, erkek liderler arasında kurulan samimi ilişkiler başa çıkabiliyor. Almanya’nın eski başbakanlarından Helmut Kohl ile Michael Gorbaçov’un sauna partileri meşhurdur. Gerhard Schröder döneminde de Vladimir Putin’in Federal Meclis’de mükemmel Almancasıyla yaptığı konuşma Alman halkının hafızasından silinmedi. Schröder ile Putin yakınlıklarını Gazprom konusunda olduğu kadar özel ilişkilerinde de korudu. Schröder’in Rusya’dan bir çocuk evlat edinmesinde Putin’in yardımcı olduğunu herkes bilir.
Rusya Almanya arasındaki sıkı ilişki muhafazakar başbakan Angela Merkel’in seçilmesiyle bir duraklama dönemine girdi. Dimitri Medvedev devlet başkanıyken Almanya her nedense Rusya’nın modernleşme ve demokratikleşme konusunda büyük adımlar atacağına inanmıştı ancak, „Kremlin’deki Alman“ olarak ün yapan Putin’in üçüncü kez iktidara gelmesi bu umutları pek çabuk söndürdü. Almanya’da sosyalist rejim karşıtı Doğu Alman Joachim Gauck’un cumhurbaşkanı seçilmesi de ilişkilerin gerilmesinde etkili oldu. Gauck, seksenli yıllarda sosyalizmle mücadele ederken KGB ajanı Putin, Doğu Almanya’da gizli servis çalışmalarını örgütlüyordu. Angela Merkel’in de Doğu Almanya’da yetişmiş bir protestan olduğunu da unutmayalım.
2012 yılı, sadece iki ülke arasındaki ilişkilerin geldiği nokta değil, Rusya’da Almanya yılı olarak kutlanması açısından da ilginç. Almanya ve Rusya‘nın tarihi, siyasi ve ekonomik ilişkileri çeşitli etkinliklerle gözden geçiriliyor. Rus halkı Almanya’nın Sovyetler Birliği‘ni işgalini unutmamış gibi görünse de Lewada Merkezi’nin yaptığı bir ankete göre, Ruslar‘ın, Belarus ve Kazakistan’dan sonra en çok Almanya‘ya sempati duyuyor. Almanya cephesinde ise durum daha net. GlobeScan’in araştırması Alman ve Fransızların Rusya’ya karşı tepkili olduğunu ortaya koydu. Uzmanlar bunda Rusya’daki demokrasi açığı kadar Rus dış politikasının Suriye devlet başkanı gibi diktatörleri destekleyen bir dış politika gütmesinin etkili olduğunu düşünüyorlar.
Alman medyasının tavrı da uzmanları destekleyen nitelikte. Sosyal demokrat çizgideki Süddeutsche Zeitung, Putin’in Haziran’daki Berlin ziyareti öncesinde zehir zemberek bir yoruma yer vermişti. Yorumu kaleme alan Stefan Kornelius, Rusya’nın eskiden olduğu gibi sustuğunu ve BM’deki Suriye vetosu yüzünden Batı’yı bir ortak olarak görmediğini öne sürüyor. Kornelius endişelerini de „ Rusya’nın dünyanın yardımına kıymet vermemesi ürkütücü. Rusya tarihinin en büyük mağlubu olma tehlikesi içinde… Rusya artık süper güç değil, hatta güçlü bir ülke bile değil. Veto hakkı ve nükleer silahları sadece eski parlak günlerinin kalıntısı“ gibi sert tesbitlerle dile getiriyor. Haziran ayındaki buluşmasında Almanya Başbakanı Angela Merkel Putin’e karşı gazeteciler kadar ser olamadı. Ancak Merkel bu açığını geçen hafta Cuma günü Moskova’da kapatmaya çalıştı.
Cuma günkü Moskova ziyaretini yarım güne sığdırmaya çalışan Merkel, Putin’i mümkün olduğu kadar kibar bir dille eleştirdi. Internet sansürünü içeren yasanın kendini şaşırttığını vurgulayan Merkel, bunun iki ülke arasındaki ilişkileri değiştirmeyeceğini çünkü başkalarının farklı düşünmesinden korkmadıklarını söyledi. Putin ise Merkel’in bu sözlerine Almanya’da kadınlara yönelik ayrımcılığı hatırlatarak yanıt verdi. Putin’in mesajı açıktı; bize karışmayın, kendinize bakın! Merkel’in Avrupa’nın tek sesle konuşmaya çalıştığını anlatması üzerine ise Putin, “Ekonomide buna kartel denir” yorumunu yaptı ve ekledi “Eee herkes nasıl düşüneceğinde özgürdür!”
Siyasetçiler birbirini iğnelerken Merkel ile birlikte seyahat eden sermaye sahipleri sondaj çalışmalarına devam etti. Sadece Siemens, Moskova’da 2,5 Milyar Dolarlık bir iş sözleşmesi imzaladı. Putin ve Merkel’in baş başa gerçekleştirdiği görüşmede Gazprom’un genel müdürü de hazır bulundu. Bu iki örnek bile Berlin’in Moskova ile ilişkilerindeki pragmatizmin altını çiziyor. 2011 yılında Rusya’nın Almanya ile ticaretinden elde ettiği ciro 72 Milyar Doları bulmuştu. Rusya hala Avrupa’nın en önemli enerji tedarikçisi. Gazprom ihracatının %60’ını Avrupa’ya yapıyor. Aslına bakarsanız Rusya Almanya’ya, Almanya’nın Rusya’ya olduğundan daha bağımlı. Buna rağmen Almanya, Rusya’yı modernleşme ve demokratikleşme konusunda yeterince eleştiremiyorsa hatta cezalandıramıyorsa ortada bir samimiyetsizlik ve çifte standart var demektir. Bunun farkında olan Rusya Almanya’nın yani Batı’nın dış politikasını dikte etmesini istemiyor. Rusya‘nın Avrupa’dan gelecek akıla değil, ekonomisini geliştirecek Know-How’a ihtiyacı var. Devlet Başkanı Putin’in protestocuların Batı tarafından desteklenmiş olduğunu düşünmesi ve Rusya’da faaliyet gösteren Alman vakıflarına ajan gözüyle bakması da bunun ürünü.
Almanya ve Rusya arasındaki eski güzel günleri özleyen Alman siyasetçilere Irak işgali dönemindeki savaş karşıtı dış politikayı hatırlatmak gerekir. O zaman Schröder liderliğindeki Almanya işgale dolayısıyla ABD’ye açık bir biçimde „hayır“ diyebiliyordu. Bugün Merkel’in başbakan olduğu Almanya Libya örneğinde olduğu gibi „çekimser“ kalmakla yetinebiliyor. Unutmamalı ki, Putin sayesinde Rus devleti az da olsa istikrara kavuştu ve ülkenin refah düzeyi arttı. Putin hala en sevilen siyasetçilerin başında geliyor. Eğer Rus halkı isterse, onun modernleşme ve demokratikleşme talebine karşı durulamaz. Ayrıca Rus toplumu bugün tarihinde hiç olmadığı kadar dışarıya açık. Mağrip’deki başarısızlık Batı’ya, ne elitler ne de alternatif görünen muhaliflerle tek taraflı kurulan ilişkinin bir ülkeye demokrasi getirmeye yetmediğini açık seçik gösterdi. Bence Berlin’in dolayısıyla Brüksel’in Rusya politikasını gözden geçirmesi şart.