Epeydir hem Almanya’da hem Türkiye’de yaşıyorum. Türkiye vatanımdı Almanya vatanım oldu. İki yurdum var anlayacağınız. İki dilim, iki kültürüm. Ne tesadüftür ki, 10 Ekim 2015 tarihinde iki ülkemin de başkentinde halk sokağa çıktı. İki mitingi de sendikalar, sivil toplum örgütleri düzenlemişti. İki başkentimde de göstericiler merkez tren garında sözleşmişti. Berlin’de beklenenin neredeyse iki katı protestocu geldi diye coşku vardı, Ankara’da kan.
Aslında ben Türkiye’de yarım yaşıyorum ve Türkiye’yi yazan çok diye Almanya’yı anlatıyorum bu satırlarda. Ama şimdi ben nasıl yazabilirim? Almanya’nın son yıllardaki en büyük mitinginde halk Amerika ve Kanada ile imzalanacak serbest ticaret anlaşmasını protesto etti, çünkü adil ticaretin dolayısıyla demokrasinin tehlikeye gireceğinden endişe duyuyordu diyebilir miyim, Ankara’da barış için sokağa çıkanların bedenleri bombalarla parçalanmışken. Ankara’da daha BARIŞ demeden sesler hunharca kısılırken, Berlin’de halkın çevreyi ve yaşam standardını korumak için serbestçe sloganlar atmasını nasıl anlatabilirim? Berlin’de sendikalardan başka çevre ve tüketici örgütleri, küreselleşme karşıtları, Yeşiller ve Sol Parti sempatizanları çok renkli bir atmosfer oluşturdu demek isterken, Ankara’daki kana bulanan meydan sesimi kısmaz mı? Türk medyası ekranlarına kara kurdeleler asmışken Alman gazetelerinin attığı zafer başlıklarını dizmeye dilim nasıl varır? Ankara’da pankartlar bayraklar cesetlerin üzerine örtülmüşken, Berlin’deki dövizlerde yazılan “adil dünya ticareti” taleplerinden bahsedebilir miyim hiç?
Berlin’de de Ankara’da da sokağa çıkanlar benim gibi insanlar, arkadaşlarım, tanımasam bile arkadaşlarım. Berlin’dekilerin hayatından endişe emek aklıma bile gelmemişken Ankara’dakileri tek tek aradım. Ve sıkça şu cümleyi duydum; “Ne işin var Türkiye’de, git hiç gelme” Bu memlekette ölüm korkusuna rağmen barış diye sokağa çıkan insanlar varken gitmek mümkün mü? Biri dünyaya açılan diğeri içine kapanan iki çocuğunun hangisini terk edebilir bir anne? Ya da babanız varlıklı, daha anlayışlı daha demokrat diye ona sığınıp sana değer vermese de ananızdan vazgeçebilir misiniz? Ankara kanarken Berlin’de kahkahalar atmak mümkün mü? Bu soruları, Almanya ve Türkiye arasındaki farkları sayfalarla anlatabilirim ama şu an bildiğim bir şey var o da bu iki ülke arasındaki mesafenin son on yıldır giderek büyümekte olduğu. Oysa bir zamanlar Türkiye hapşırsa, iki milyona yakın Türkiyelinin yaşadığı Almanya grip oluyordu.
Biliyorum, bugünlerde yazılan çok sayıda yorumda Türkiye’de hükümet kıyasıya eleştirilecek. Bunların çoğuna katılıyorum. Ama ben bu satırlarda eleştiri oklarımı başta Almanya olmak üzere AB hükümetlerine yönelteceğim. Çünkü AKP iktidara geldiğinde ona eleştirel bakan kimseyi dinlemediler. Bugünleri on yıl önceden görenlere işlerine gelmiyor diye sırt çevirdiler. İslam’ı hiç tanımadıkları halde tutturdular bir Euro-İslam diye, işlemeyince İslam karşıtlığını körüklediler. Ya Türkiye bu iktidarla İslamlaşırsa? Sorularına “keseriz müzakereleri” diyerek yanıt verdiler. Kestiler de. Önce demokrat sonra diktatör ilan ettikleri Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzına sırf işlerine geliyor diye daha dün bir kaşık bal sürdüler. Hem de seçim arifesinde. Oysa silahlarıyla körükledikleri Suriye iç savaşından kaçanlara kucak açmak asıl onların göreviydi. “Etnik gözlüklerini takarak” tek muhalefet diye sadece Kürtleri gördüler. Bir kültürler, dinler mozaiği olan gerçek Türkiye’yi tanımayı denemediler bile. Kendi rakamları kendi ölçüleri ve en önemlisi ön yargılarıyla yaklaştılar. Ve Türkiye’nin Avrupaı olmasını istiyoruz diye yalan söyleyerek, Ortadoğu’ya sürüklediler. Ankara’da akan kanda Avrupa’nın da, Almanya’nın da payı var.
Çok zor ama ikisine de aynı mesafede durmaya çalıştığım iki ülkem var benim. Birini diğerine, diğerini birine anlatıp duruyorum. Yakınlaşacakken uzaklaştığını gördükçe suçlanıyorum. Bugün Berlin’e verecek iyi haberlerim yok. Ankara’ya Berlin’den iyi haberler vermekse içime sinmiyor. Bu kadar acı varken!