Türkiye’de AKP hükümeti Gezi Parkı direnişinin sorumlusu olarak başta Almanya olmak üzere AB’yi seçti. Hükümetin bu seçimi ve kendini savunurken kullandığı üslup Türkiye’de hükümeti dışlanmaya sürüklerken, anladık ki, AB’nin de Türkiye için bir B Planı yok.
Az önce muhafazakâr çizgideki Alman gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung’da AB Bakanı Egemen Bağış’ı zehir zemberek eleştiren bir değerlendirme okudum. Michael Martens imzalı yazının önce başlığı insanı irkiltiyor; “Erdogans Kettenhund” Türkçe’ye belki “Erdoğan’ın Maşası” diye çevirmek daha diplomatik olabilir. Bağış, Erdoğan’ın zincirinden tuttuğu ve kendi ısırmayıp ısırttığı bir "köpek" gibi tarif edilmiş yazıda. Ancak bu kavram Türkçe'deki birinin köpeği olmak kadar ağır bir kavram değil. Ama yine de ilk gördüğünüz anda ne düşüneceğinizi bilemiyorsunuz. Yazıya içerik yumuşasın diye Egemen Bağış’ı sevimli gösteren bir de karikatür eklenmiş. Egemen Bağış’ın O’nu modern, neşeli ve rahat gösteren sözlerinden alıntı yapan Michael Martens, bakanın son günlerde daha sinirli, milliyetçi ve hatta geri kafalı bir üsluba büründüğünü anlatıyor. Hatta Avrupa Parlamentosu’nun polis şiddetinin durdurulmasına yönelik çağrısının ardından Egemen Bağış’ın tepki olarak parlamenterlerin saçma sapan açıklamalardan vazgeçmesini istediğini belirtirken Martens “havlamak” fillini bile kullanıyor. Tabii bu sert yazıyı kaleme alan Martens’in de üslubu AB Bakanı Egemen Bağış’ınkini aratmıyor. Martens duygularının esiri olmuş.
Aslına bakarsanız Gezi Parkı direnişi ile ilgili olarak Alman medyası bugüne kadar elinden geldiğince dengeli haber ve değerlendirmeler yaptı. Frankfurter Allgemeine gazetesinde yayınlanan bu yazı, Türkiye hükümetinin üç haftadır sergilediği tutum karşısında sadece Alman siyasetçilerin değil, gazetecilerin de sabrının taştığının göstergesi. Gezi Parkı direnişi hakkında yazan çizen dış basını eleştirirken Türk Hükümeti’nin kaçırdığı duygusal bir nokta var. O da İstanbul’un AB halkları için de bir umut olduğu. Buradan bakıldığında Türkiye’de halkın verdiği haklı tepki, sivil toplumun, sivil hareketin ve medeni cesaretin ne kadar önemli olduğunu, bunu gösterirken kullanılan esprili, renkli ve zengin dilin Avrupa’da yıllar içinde nasıl unutulduğunu da görüyorsunuz. Alman meslektaşlarımın çoğunun Gezi Parkı direnişine sırf bu yüzden gönül verdiklerini ve ellerinden gelen en önemli desteği sunup mümkün olduğu kadar sık gündeme getirdiklerini biliyorum. Bundan bir ay önce biri bana “der Spiegel on sayfa Türkçe yayınlanacak” deseydi asla inanmazdım. Ama bugün dergi Türkçe “boyun eğme” başlığıyla çıktı. Der Spiegel’e bu fikri veren de sekizi Türk on kişinin ölümünden sorumlu NSU terör örgütü davası sırasında çıkan akreditasyon krizidir. Türk meslektaşlarının duruşmayı izleyemeyecek olmasından utanan Alman gazeteciler, mahkemenin kararını protesto etmekle kalmayıp Türk gazetecilere destek olmak için ellerinden geleni yaptılar. Bazı yerel gazeteler mahkeme kararı düzelttikten sonra bile Türkçe yayın yapmayı denediler.
Alman basınına bu kadar arka çıkıyor olmam, kesinlikle Almanya ya da AB’nin Türkiye politikasını savunuyor olduğum anlamına gelmiyor. Ayrıca bazı meslektaşlarımın Türkiye karşıtı olduklarını ve objektif davranmadıklarını da biliyorum ve söylüyorum. Ancak şu da çok açık ki, başta AB Bakanı Egemen Bağış olmak üzere AKP hükümetinin dış dünyaya karşı takındığı üslup kesinlikle diplomatik değil, hatta son derece seviyesiz. Bir kere şunu açıklığa kavuşturalım. Almanya Başbakanı Angela Merkel, her zaman Türkiye’ye karşı tutumunu ikiye ayırdı ve bunu göstermekten çekinmedi. CDU Lideri olarak Türkiye’yi AB’nde istemeyen Merkel, Almanya Başbakanı olarak ahdi vefa ilkesine sadık kalacağını bu nedenle Türkiye’nin AB sürecini gönülsüz de olsa destekleyeceğini dile getirdi. Ben her zaman Başbakan Merkel’i bu konuda selefi sosyal demokrat Gerhard Schröder’den çok daha dürüst bulmuşumdur. Schröder bugün iktidarda olsaydı Merkel’den çok daha farklı davranmayacaktı eminim. Burada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın güçlü bir kadın başbakan karşısındaki hırçınlığına da dikkat çekmek isterim. Merkel’in Şubat ayındaki Ankara ziyareti hem iki liderin kimyasının uyuşmayacağının hem de AB sürecinde çıkacak pek çok huzursuzluğun da habercisiydi. Dünyanın en güçlü kadını ünvanını defalarca alan Almanya Başbakanı artık Türk mevkidaşının kabadayı çıkışlarına müsamaha gösteremiyor.
Gezi Parkı direnişinin AB açısından ortaya çıkardığı çok önemli sonuçlar var. Birincisi; AB geç de olsa, Türkiye’de sadece AKP hükümetini desteklemenin doğru olmadığını gördü. Daha başka bir deyişle AKP Hükümeti’nin gerçek yüzünü nihayet gördü. İkincisi; Türkiye’ye insan hakları, demokrasi ya da hukuk devletini getirmenin tek yolu askeri vesayeti yok etmekten geçmiyormuş, bunu anladı. Üçüncüsü; Avrupa’nın anladığı şekildeki bir “ılımlı İslam” ya da “demokratik İslam”, radikal olup evrildiğini iddia edenlerle uzlaşıp gerçekten laik olanlara yüz çevirmekle sağlanmıyormuş. Dördüncüsü; Türkiye beklemek yerine sorun çıkaracak ya da üyelikten vazgeçecek olursa AB’nin elinde bir B Planı yokmuş. Ve asıl önemlisi de oranı yüzde elliden az bile olsa, Türkiye’de üç haftadır sokağa dökülen halk, kendi demokrasisini kendisi kurmak istiyor, bunun için ne AKP’nin ne de AB’nin şerifliğine ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle artık Türkiye’deki “Avrupalı” halk için de AB üyeliğinin hiçbir önemi yok. Ve artık AB kurumunun değil, asıl Avrupa halkının Türkiye’ye ihtiyacı var. En azından umut olsun diye…