Aslında üç günde kat ettiğimiz ama bize ay gibi gelen Almanya-İstanbul etabını anlatacaktım ama İstanbul’daki program ağır bastı. Şunu hemen söylemeliyim ki, Doğu Batı Dostluk ve Barış Rallisi’ni dostane ve barışçıl yapan, ikinci başkanı Nadir Serin. Evet, daha önce söz ettiğim gibi İstanbul’da Ortadoğulu kadınlarla buluştuk, ama anladık ki, bizi takımlarına istemiyorlar. Daha doğrusu, biraz kulağa milliyetçi bir tespit gibi gelecek lakin, galiba asıl İsrailliler yola bizsiz devam etmek istiyorlar. Bunun yarışı önde bitirmekle mi, yoksa Almut’un Alman, benim Türk olmamla ilgisi var mı bilemiyorum. Bildiğim tek şey, gerçekleşirse eğer Ortadoğu’da barış Türkiye ve Almanya olmadan gerçekleşecek! İşte bu noktada bize kucak açan Nadir Serin ve takımından oldukça memnunuz. Takımda hakikaten nevi-i şahsına münhasır insanlar var. Umarım onlardan bahsetmek için daha sonra vaktim olacak.
Almanya’dan İstanbul’a Avusturya, İtalya, yine Avusturya (çünkü yolumuzu kaybettik!), Slovenya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan üzerinden geldik. Edirne kapısından girdikten sonra, öyle yorgunduk ki, hakikaten toprağı öpesim geldi. Bu benim için bir ilkti, yani ilk defa Türkiye’ye Kapıkule sınırından girdim. Sınırdaki kırmızı ışıklı Türkiye yazısını görür görmez kendimi evimde hissettiğimi ve bunun da çok güzel bir duygu olduğunu söylemeliyim. İstanbul’a nihayet kavuştuk ve turistlerin yaptığı gibi Sultanahmet’te bir otelde geceledik. Geceledik derken, sabaha karşı birkaç saat uyuduk. Ralliye katılan bütün otomobiller Sultanahmet meydanında bize ayrılan alana park etmişti. Rallicilerin çoğu meydana çadır kurup orada kaldılar. Meydana ayrıca kocaman bir sahne kurulmuştu. Tam bir şenlik atmosferi hakimdi.
Meydana geldiğimde ralliciler hummalı bir çalışma içerisindeydi. Rallicilere verilen ödevlerden biri de, Almanca Seifenkisten adı verilen tekerlekli, bir kişinin üzerine oturup bir kişinin çektiği tahta arabalar yapıp yarışmaktı. Tahtalar ralliye başlamadan önce organizatörler tarafından dağıtıldı. Tekerlekleri ve gerekli diğer malzemeleri ise, İstanbul’a gelirken geçtikleri ülkelerden topladılar. Yapılan Seifenkisten, bire bir Türkçeye çevirirsek, sabun kasalarından arabaların bazıları oldukça profesyonel görünüyordu. Son hazırlıklar yapılırken sahneyi bir Alman müzik gurubu aldı. Gerçekten Almanya’daki sokak şenliklerine benzeyen bir hava esiyordu Sultanahmet meydanında. Herkes hazırlandıktan sonra yarış başladı. Ralliciler Seifenkisten’lerle Sultanahmet meydanı etrafında bir tur attılar. Birinci olan rallinin sonunda armağan edilecek deveye bir adım daha yaklaşmış oldu. Biraz çocukça ama oldukça yaratıcı bir yarıştı bu. En önemlisi de katılanlar kahkahadan kırılıyordu. Oğullarının yarışını izlemek üzere İstanbul’a gelen bir çift ile karşılaşınca hayret ettim. Bu eğlencenin en güzel yanı ise Sultanahmet meydanını mekan belleyen Suriyeli çocukların da yüzünün gülmesi oldu.
İstanbul’daki ikici programımız Rahşan Düren’in Haydarpaşa garındaki sergi açılışına katılmaktı. Nasıl bir sergi olduğu konusunda bilgimiz olmadığından ve sanatçıyı pek fazla tanımadığımızdan açılışa üzerimizdeki spor kıyafetlerle gittik. Türkiye’nin jet sosyetesi ile buluşacağımızdan haberimiz olsa bile, valizlerimizde ortama uyan kıyafet bulacağımız zaten şüpheliydi. Elbette sadece bizim takım oradaydı, rallicilerin geri kalan beş yüze yakını İstanbul gecelerine aktı. Peki biz neden buradayız? Bu soru bütün gece kafamızı meşgul etti, ama sonunda bulduk.
Rahşan Düren’in eşi, Türkiye Futbol Federasyonu Basın Sözcüsü Mete Düren, Doğu Batı Dostluk ve Barış Rallisi’nin İstanbul’da kurduğu derneğin yönetim kurulunda da yer alıyor. Rahşan Düren’in de bir Almanya geçmişi var. Buna Haydarpaşa garının Almanlar tarafından inşa edildiğini de eklersek, sergi ziyaretimiz ve ralli arasındaki bağ açıklığa kavuşuyor. Ancak sergiyi gördükten sonra anlıyoruz ki, iki eylem de birbiriyle tam anlamıyla örtüşüyor. Sanatçı, salonun tamamına uzun ve kalın çubukları farklı şekillerde yerleştirmiş. Mozart’ın “Hareketin Başlangıcı” ve “Requiem” eserleriyle uyumlu bir biçimde bu çubuklar inip kalkıyor. Yani tren hareket ediyor. Yani Haydarpaşa Garı yeniden çalışıyor. Hayatın kendisi bu! Hiç bitmeyen hareket! Tıpkı rallimiz gibi… Sergiyi izlerken, Berlin’de bin bir güçlükle hazırladığım ilk sunumum geldi aklıma. Einstein’ın izafiyet teoreminde zaman, mekan ve hareket kavramını incelemiştik. Öğrendiklerim işte şimdi işe yaradı diye düşündüm. Sergi beni zaman içerisinde bir tren yolculuğuna çıkardı, hem de Haydarpaşa Garı’ndan. Dünyanın denize açılan nadide garından. Ruhuma çok iyi gelen bu andan sonra söylenecek başka söz yok. Altmış gün kalacak sergiyi mutlaka görün.