Almanya siyasi tartışmaların çok yoğun olduğu bir hafta sonu geçirdi. İşadamları ile çıkar ilişkisi kurduğu...
Almanya siyasi tartışmaların çok yoğun olduğu bir hafta sonu geçirdi. İşadamları ile çıkar ilişkisi kurduğu ve medyaya müdahale ettiği iddiası ile istifa eden Cumhurbaşkanı Christian Wullf’ün yerine bütün partilerin uzlaştığı bir aday belirlendi; Joachim Gauck. Sol parti dışında bütün partiler Gauck’dan yana olduğu için 18 Mart’ta Almanya’nın 11. Cumhurbaşkanı’nın Gauck olduğunu şimdiden söyleyebiliriz. Hafta sonundaki sert tartışmaların nedeni Başbakan Angela Merkel’in dolayısıyla muhafazakarların, 2010 yılında sosyal demokratlarla yeşillerin Wullf’ün karşısına çıkardığı Gauck’u istemiyor olmasıydı. Merkel’in aday önerilerine de koalisyonun küçük ortağı liberal parti FDP sert bir biçimde muhalefet etti. Öyle ki Alman medyası, liberallerin ayak diremesini “FDP’nin cumhurbaşkanı silahı” olarak yorumladı. Wullf’ün istifasından sonra diğer partilerle uzlaşarak seçim yapacağını belirten Merkel’e zor gelen sanırım geri adım atacak olmasıydı. Ancak, halkın sabırsızlığını, alternatiflerin kıtlığını göz önünde tutan Merkel, bütün partileri karşısına almak yerine uzlaşmayı tercih etti. Malum Merkel’in cumhurbaşkanı seçiminden çok daha acil çözüm bekleyen bir sorunu var; Euro krizi.
Yetkisi kıt etkisi büyük bir makam
Weimer Cumhuriyeti’ndeki kötü deneyimi nedeniyle Almanya, cumhurbaşkanının siyasi yetkilerini anayasa ile kısıtlayan bir ülke. Weimar Cumhuriyeti’nin son cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, yetkisini kullanarak başkanlık sistemi ilan etmiş ve Adolf Hitler’in mutlak iktidarının yolunu açmıştı. Bugün cumhurbaşkanı sembolik olarak başbakan adayı öneriyor, bazı yüksek bürokratları atıyor ve bazı yasaları onaylıyor. Siyasi yetkileri kısıtlı ama ülke içinde ve dışında Alman halkını temsil ettiği için önemli bir makam. Ahlaki bir otorite sayıldığı için de Alman cumhurbaşkanlarının yaptığı konuşmalar ya da bazı törenler bazen tarihi bir önem taşıyor. Dolayısıyla bir cumhurbaşkanının siyasi çizgisi kadar kişiliği de belirleyici oluyor. Zaten Wullf’ün istifası da cumhurbaşkanlığına atfedilen temsil yetkisinin bir sonucu oldu. Bu açıdan bakıldığında Almanya’nın yeni cumhurbaşkanı ilginç bir dönemi başlatıyor diyebiliriz.
Almanya’nın Obama’sı
Bir kere 72 yaşındaki Joachim Gauck, ikinci dünya savaşının çilesini çekmiş, Doğu Almanya’da yetişmiş ama sosyalizme, dönemin Sovyetler Birliği’ne erken yaşta mesafe koymuş bir insan hakları savunucusu. Gauck, daha dokuz yaşındayken sosyalizmin adaletsiz bir sistem olduğunu anladığını söylüyor. Babası 1951’de Sovyet gizli servisi tarafından tutuklanıp Sibirya’ya sürgüne gönderilen Gauck, daha ilk gençlik yıllarında muhalifler arasında yer aldı. Gauck, bu yüzden gazeteci olmayı istedi ama bu isteğini gerçekleştiremediği için teoloji okudu. Dolayısıyla hitabeti oldukça kuvvetli. Protestan papazı olarak verdiği vaazlarında sık sık iki Almanya’nın birleşmesi çağrısında bulunan Joachim Gauck, birleşmeyle birlikte Doğu Alman istihbarat servisi Stasi arşivinin başına getirildi. Gauk, “Bir diktatörlüğün belgeleri, nostaljiye karşı kurulmuş bir eczane gibidir” sözleri ve sol parti ile sosyal demokratların sol kanadıyla girdiği tartışmalarla gündeme geldi. Hatta Gauck2u Almanya’nın Obama’sı olarak görenlerin sayısı az değil.
Mutlak Doğu Alman iktidarı
Aslında Almanya’nın yeni cumhurbaşkanı Joachim Gauck ile Başbakan Angela Merkel’i birleştiren ortak bir geçmiş var. Merkel de Protestan bir papazın kızı olarak Doğu Almanya’da yetişti ve sosyalizmi ortadan kalkması gereken bir rejim olarak gördü. Hatta, 1999’da sosyal demokrat eski cumhurbaşkanı Johannes Rau’ya rakip olarak muhafazakarlar Gauck’u aday göstermek istemiş, bu isteği Gauck geri çevirmişti. Ayrıca Gauck da duygusal olarak en az Angela Merkel kadar muhafazakar sayılır. Merkel’i karar vermesinde asıl zorlayan etken de bence Gauck’un, bir önceki cumhurbaşkanı Horst Köhler’den daha mücadeleci, Christian Wullf ile karşılaştırıldığında da daha duygusal tepkiler verebilecek bir kişiliğe sahip olmasıydı. Akılcılığı ve planlı hareket etmesiyle ünlü Merkel, düşündüğünü, inandığını söylemekten çekinmeyen bir cumhurbaşkanı ile nasıl başa çıkacağını öğrenmek zorunda kalacak. Kişilikleri farklı da olsa bu, Almanya’nın en yüksek iki makamında iki Doğu Alman Protestan’ın bulunduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Türklerin cumhurbaşkanı olacak mı?
Daha önceki açıklamalarına bakılacak olursa, Joachim Gauck’un da sırf siyasi olarak doğru olmaz kaygısıyla fikirlerini kendine saklamakta gerçekten güçlük çekeceğini söyleyebiliriz. Gauck, Wullf gibi “İslam da Almanya’nın bir parçasıdır” diyerek Müslümanları da kucaklayan bir cumhurbaşbakanı olmayabilir. Hatırlanacak olursa Gauck, İslam karşıtı ırkçı sözleriyle ve “Almanya kendini yok ediyor” adlı kitabıyla eleştirilen ve Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyeliğinden istifa etmek zorunda kalan Thilo Sarazzin’e arka çıkmıştı. “Sarazzin politikadan daha cesur” diyen Gauck, Alman siyasetçilerin Sarazzin’in kitabının başarısından çok şey öğrenebileceğini söylemişti. Gauck’a göre sırf siyasi mükemmeliyetçilik yüzünden toplumdaki bazı sorunların üzeri örtülmemeli. Gauck, düşünce ve ifade özgürlüğü nedeniyle Sarazzin’in sosyal demokrat partiden ihraç edilmesine de karşı çıkmıştı. Gauck’un Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ne düşündüğü de açıkçası merak konusu.
Gauck Alman Medyokrasisinin eseri
Siyasetçilerin halk kaldıramaz diye gerçeği söylemekten korktuğuna inanan Gauck, her fırsatta Hristiyan olduğunu ve tanrının zenginliğinin onu büyülediğini söylemekten çekinmiyor. Gauck, hiç kimsenin -bazı solcuların iddia ettiği gibi- insanların daha mutlu yaşayabileceği bir sistemin anahtarına sahip olamayacağına ve kapitalizmden sonra bir sistem tartışması açılmayacağına inanıyor. Gauck’a göre önemli olan materyalizmle birlikte mi yan yana mı yaşanacağına karar vermek. Aslında bu durumda Gauck’u Merkel ve muhafazakarların değil, son yıllarda sola çark eden sosyal demokrat ve yeşillerin desteklemesine şaşmak gerekir. Son olarak Gauck’un Süeddeutsche Zeitung’a verdiği bir röportajdaki sözlerinden kısa bir alıntı yapalım: “Siyasetin ve sermayenin iktidarını analiz etmek ve eleştirmek gibi eski bir geleneğimiz var. Medya demokrasisine eleştirel yaklaşmak eğilimimiz maalesef yok. Sadece bazen medyayı eleştiriyoruz, o da çok yetersiz kalıyor. Dolayısıyla halk da, medyanın iktidarını siyaset ve sermayeninkinden daha az görebiliyor.” Joachim Gauck, bu sözleri sarf ettikten iki yıl sonra Almanya’da var olan medya demokrasisi sayesinde cumhurbaşkanı olacak, hem de sol parti hariç bütün partilerin oylarını alarak. Demek ki Alman siyasi literatüre yeni bir kelime kazandırmanın zamanı geldi: Medyokrasi!