Türkiye-Almanya ilişkileri adeta yalama oldu. Dünya üzerinde bu kadar iç içe ama birbirinden bu kadar uzak iki ülke daha var mı bilemiyorum. Hem Türkiye, hem de Almanya dış politika ile iç siyaset arasındaki çizgiyi gönül rahatlığıyla aşabiliyor. O yüzden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Almanya’da Almanya Başbakanı gibi nutuk atabiliyor ya da Böhmermann örneğinde olduğu gibi Almanya’daki mizah özgürlüğüne müdahale edebiliyor. Ya da Almanya Başbakanı Angela Merkel, ülkesinde yaşayan 3 milyon Türkiyelinin oylarını göz önünde tutarak sınır koymakta tedbirli davranıyor. Ya da Alman muhalefeti ve kamuoyu ona Türkiye’deki insan hakları ve basın özgürlüğü konusunda inisiyatif göstermesi için baskı yapıyor. Bu arada da esas konu güme gidiyor.
Almanya Başbakanı Angela Merkel cumartesi günü neden geldi Türkiye’ye? AB ile mülteci sorununu çözmek için varılan anlaşmanın yerine getirilip getirilmediğini görmek için. Ne yaptı? Nizip’te kurulan mülteci kampını ziyaret ederek, AB’nde kendisine muhalefet eden ülkelere, başını çektiği mülteci politikasının haklılığını gösterdi. Oysa, sadece Suriyelileri kapsayan mülteci paktında asıl sorun bu değil. Suriyelilerin dışında geri kabul anlaşmasıyla Türkiye’ye gelen Iraklı ya da Afganlara ne olacak peki? Cenevre Sözleşmesi’ne kısıtlı olarak imza atan Türkiye istediği zaman sınır dışı edebilir. Güneydoğusunda çatışmaların sürdüğü, terör saldırılarının yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği ya da insan hakları ihlallerinin can yaktığı Türkiye güvenli bir ülke sayılabilir mi? Nizip’teki mülteci kampı AB kriterlerine uygun olabilir. Ya diğerleri?
Bütün bunlar Avrupa’nın umurunda sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Avrupa kamuoyu ile basınının Merkel’in sırf mülteci sorununu çözmek için AKP hükümetine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bu kadar ödün veriyor olmasına şaşırması asıl şaşırtıcı olan. On yıl önce AB, Tunus ya da Libya ile aynı pazarlıkları yaparken de bu kadar ateşli olmasa da benzer tartışmalara tanık olduk. Libya Lideri Muhammer Kaddafi’nin Paris’e çadır kurduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Kaddafi’yi bir anda salon adamı yapan Avrupa, zaten salon adamı olan Erdoğan’a da rahatlıkla katlanabilir. Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy bunu yapabiliyorsa Angela Merkel neden yapmasın? Sonuçta ikisi de muhafazakâr, ikisi de AB sınırlarını koruyup, sermayenin daha rahat dolaşmasına hizmet ediyor.
Başta Almanya olmak üzere Avrupa kamuoyu ve basınının, hele hele siyasetçilerin konuyu bu denli yüksek sesle tartışmasının, ardında bir başka korkunun yattığını görmemek mümkün değil. Türklere vize muafiyeti… Ya gerçekleşirse? Ondan sonra ne geliyor? AB üyeliği… Avrupa 1959 yılından bu yana Türkiye’yi defalarca oyaladı, yine oyalayabilir. Hem AB de o eski AB değil. Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti gibi değerler çoktan ayaklar altına alındı. Üstelik bunun müsebbibi de kesinlikle Türkiye değil. O yüzden AB’ne güvenmek de AB’den Türkiye’de bu değerlerin bekçisi olmasını beklemek de saflık olur.
İktidara gelmeden önce Türkiye’ye ayrıcalıklı ortaklık önerilmesi için imza toplanmasını isteyen Almanya Başbakanı Angela Merkel fazla değişmedi, Türkiye de öyle. Biri genel seçime, diğeri başkanlık oylamasına hazırlanan iki ülke arasındaki mesafe de olduğu gibi duruyor. Her zamanki gibi Angela Merkel susuyor, Tayyip Erdoğan durmadan konuşuyor. Arada kaynayan mülteci sorunu ise, AB’nin zaten bilinen gerçek yüzünü bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye’ye düşen ise AB’nin eline tutuşturduğu süpürge ile pisliği temizlemek. Gerisi teferruat.