Sekizi Türkiye kökenli on kişinin öldürülmesi, iki bombalı saldırı ve çok sayıda soygundan yargılanan aşırı sağcı örgüt NSU davasında baş zanlı Beate Zschaepe’nin geçen hafta sürpriz bir biçimde üç avukatını birden azletmek istediğini bildirmesi pek çok soru işareti yarattı. Düne kadar mahkeme heyetinin vereceği karara dair spekülasyonlar yapılıyordu. Mahkeme, Zschaepe’nin gerekçelerinin avukatların azline yeterli sebep teşkil etmediğine, aynı savunma avukatlarıyla mahkemeye devam edileceğine karar verdi. Zira hukuki teamüller, avukatların azli için müvekkilin güveninin ağır bir biçimde zedelenmiş olmasını gerektiriyor ve eğer mahkeme bu doğrultuda karar vermiş olsaydı, yeni avukatların hazırlanması için mahkemeye ara verilecek, bu ara otuz günü aşarsa da davaya sil baştan başlanacaktı. Hemen herkes hakimlerin 129 gündür süren mahkemede başa dönülecek bir karar vermeyeceğini tahmin ediyordu. Tabii Beate Zschaepe’yi savunan avukatların devlet tarafından belirlenmiş ve finanse ediliyor olmasının bu kararda etkisi de oldu.
Beate Zschaepe’nin böyle bir girişimde bulunmasını dava sürecinin uzamasını istemesine bağlayanlar çoğunlukta. Mahkemeyi sürekli takip edenler zanlı ile savunma avukatları arasında zaman zaman sıkıntı yaşandığını gözlemlemişlerdi ancak kimse Zschaepe’nin mahkemeye bu tür bir taleple geleceğini düşünmemişti. Zschaepe’nin avukatlarıyla devam etmeme talebi bir anda savunma stratejisinin değişeceği duygusu uyandırdı. Sadece müdahil avukatlar ve cinayete kurban gidenlerin aileleri değil, Alman hukuk çevreleri ve medyası da “Acaba Beate Zchaepe susukunluğunu bozacak mı?” diye umutlanmadan edemedi. Çünkü Zchaepe’nin konuşmamasını isteyen asıl avukatlarıydı. Hatta mahkeme başkanı Manfred Götzl, dünkü duruşmada, Zschaepe’ye dönüp tanıklara siz de soru sorabilirsiniz diyerek suskunluğunu bozması için bir girişimde bile bulundu. Bugün tanık koltuğuna oturanlar NSU terör örgütünün bilinen üç üyesinin sık sık birlikte tatil yaptıkları iki genç kız kardeşti. Kardeşlerden biri metanetini korudu ama diğeri hayal kırıklığı ve aldatılmışlık duygusunun verdiği acıyla göz yaşlarını tutamadı.
NSU duruşmalarında sık yaşanan bir duygu bu hayal kırıklığı. Örgüt üyelerini tanıyan ama aşırı sağcı çevreden olmayanlar, onları on kişinin katil zanlısı değil de sıradan, sempatik hem de iyi insanlar olarak tanımış, görüşmüş, muhabbet etmiş olmanın travmasını tanık sandalyesindeyken bir kez daha yaşıyorlar. Öyle ki, bugün ifade veren ve ağlayan genç kız bu travmadan kurtulabilmek için psikolojik destek almak zorunda kalmış. NSU duruşmalarında yaşanan bir başka travmatik durum da soğuk kanlılıkla işlenen cinayetlerle, sonuçlarının tekrar tekrar anlatılıp yaşanması. Bu durum sadece kurban yakınlarını değil, avukatları, medya mensuplarını ve duruşmayı izlemeye gelen herkesi derinden etkiliyor. Beate Zchaepe hariç. Zchaepe’nin ifadesiz yüzünde hala pişmanlıktan eser olmadığı gibi, 129 gündür susarak yeni travmalara neden oluyor. Çünkü babasını, ağabeyini, eşini ya da oğlunu kaybetmiş olanlar sadece O’nun konuşmasını ve “neden benim yakınım, O sana ne yaptı?” sorusuna yanıt vermesini bekliyorlar.
Beate Zschaepe konuşmadığı sürece, avukatlarının azlini istemesinin ardında yatan stratejiyi de bilemeyeceğiz maalesef. Gerçekten güveni kalmamış olabilir, gerçekten dava sürecini uzatmak istiyor olabilir ve gerçekten suskunluğunu bozmayı düşünmüş olabilir. Bugüne kadar 300’den fazla tanığın ifade verdiği mahkeme sürecinde yavaş yavaş bir gerçek su yüzüne çıkıyor bence. Beate Zschaepe, “aptal bir ev kadını değil.” Bunu ben söylemiyorum, Zschaepe, yeni avukatlar istediğini beyan etmeden önce dinlenmeye başlanan aşırı sağcı Tino Brandt söylüyor. Zschaepe ancak NSU terör örgütünün işlediği suçlardan haberdar olduğu ve bu suçlara katıldığı ispat edilirse mahkum edilecek. Beate Zschaepe, Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt’ın NSU’yu kurmadan önce katıldıkları, aşırı sağcı Thüringener Heimatschutz’un kurucusu Tino Brandt. Belki de NSU’nun fikir babası. Brandt daha çocukken ve Neonazilerin el ilanlarını dağıtarak siyasete başlamış, çok sayıda miting ve konserler düzenlemiş. En önemlisi de aşırı sağcı parti NPD’nin Thüringen başkan yardımcığına kadar gelmiş. Örneğin eyaletin eski içişleri bakanlarından Richard Devis, Brandt için “eyaletin bir numaralı aşırı sağcısı, ideolojisini yaymak için gerekirse şiddet kullanmaya da hazır bir eylemci” diyor.
Tino Brandt’ı tanık olarak ilginç kılan, 1994-2001 yılları arasında, Thüringen Anayasayı Koruma Dairesi için köstebek olarak çalışmış olması. Brandt, hizmetlerine karşılık istihbarat birimlerinden 100 bin Euro dan fazla para aldığını ve bu paranın bir kısmını NSU üyelerine aktardığını kabul etti. Yani Tino Brandt sadece Beate Zschaepe’nin değil, Alman istihbaratının da ne kadar NSU’nun içinde olduğunu bilen ve bunu ispatlayacak kilit nitelikte bir tanık. Mahkeme Brandt’ın dinlenmesi için üç gün ayırmıştı, ikinci gün Zschaepe’nin avukatların azlini istemesi yüzünden ifadesine ara verilmek zorunda kalındı. Şimdi de duruşmalara planlandığı gibi devam ediliyor. Bugünlerde Brandt çocuk istismarı zannıyla göz altında tutuluyor. Tino Brandt ve O’nun daha önce ifadesini alan emniyet görevlileri bir daha ne zaman tanık sandalyesine oturur, otururlarsa konuşurlar mı ya da yine mahkemede çok sık rastlanan hafıza kaybına mı uğrarlar bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey NSU davasının bir polisiye hatta ünlü İngiliz yazar John le Carre’nin yazdıkların aratmayan bir casusluk romanına dönüştüğü!