Önceki gece Almanya'nın Bavyera eyaletinde bir mülteci yurdu inşaatı, kimliği belirsiz kişiler tarafından kundaklandı. Alevlerin kullanılmaz hale getirdiği binanın duvarlarına gamalı haç gibi aşırı sağcı sembollerin boyandığı dikkat çekti. Elbette soruşturmayı yürütenler aşırı sağcı saldırı ihtimali üzerinde duruyorlar. Allahtan binaya henüz planlandığı gibi mülteciler taşınmamıştı. Bu yüzden can kaybı yaşanmadı. Ancak son aylarda Almanya’da hakim olan mülteci, yabancı ve Müslüman karşıtı atmosfer dikkate alındığında benzeri saldırıların olması hiç şaşırtıcı değil. Zira HoGeSe, yani Selefilere Karşı Holiganlardan sonra kendilerini kısaca Pegida olarak adlandıran bir grup iki ay kadar önce Doğu Alman kentlerinden Dresden’de her pazartesi toplanıp Almanya’nın İslamlaşmasını protesto etmeye başladı. Son protestoya 10 bin kadar gösterici katıldı ve eylemler Dügida, Kogida gibi isimlerle Almanya’nın başka kentlerine de sıçradı.
Pegida’nın açılımı; Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes, “ Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar” demek. Aşırı dinci Müslümanları protesto eden grup, Almanya sokaklarında var olan tablonun Hıristiyan dünyayı yansıtmasını istiyor ve hükümetten daha fazla mülteciyi, yabancıyı, asıl olarak da Müslüman’ı Almanya’ya sokmamasını talep ediyor. Kendilerini Neonazi ve aşırı sağcılardan ayrı tutuyorlar ama onların yöntemleri ile yabancı kökenlilere karşı var olan ön yargıları ve korkuları kullanıp körüklüyorlar. Grubun başını çeken Lutz Bachmann, eski bir suçlu. Uyuşturucu ticareti yapmaktan yargılanmış, şartlı tahliye edilmiş. “Radikal düşüncelerle işimiz yok” derken sosyal medyada, yabancıların sempati duyduğu Yeşiller Partisi üyelerini “çevreci teröristler”, eski lideri Claudia Roth’u “Claudia Fatima Roth” olarak adlandırmaktan da çekinmiyor. Bachmann da Pegida grubunun diğer üyeleri de diyalog çağrılarına olumsuz yanıt verip basından uzak duruyorlar. Bu nedenle kamuoyunda Pegida ile ilgili sadece tahminler yürütülüyor. Bu nedenle haftalık gazete die Zeit, geçtiğimiz günlerde Pegida’nın bilinen tezlerini ayrıntılarıyla yayınladı. Buna göre özetle;
- Pegida, yabancı düşmanı ve İslam dinine karşı değil, sadece İslamlaşmayı eleştiriyor.
- Burkalı öğrenciler için ayrı bir yüzme dersi koymak bile İslamlaşma eğiliminin ispatı.
- Pegida katılımcıları Nazi değildir.
- Noel pazarları gibi yakında Dresden’e ait Christstollen (Bir çeşit Hristiyan çöreği) un adı da değişecek.
- Siyasi mükemmeliyetçiliğe inanmıyoruz, tekrar mutlak düşünce özgürlüğü istiyoruz.
- Mültecilere dayalı döşeli ev verilirken, yoksullaşan emekliler elektrik faturalarını bile ödeyemiyor.
- Savaştan kaçan mültecilere değil, ekonomik nedenlerle Almanya’ya sığınanlara karşıyız.
- Siyasetçiler bizi dinlemiyor, bu yüzden sesimizi duyurmak için sokağa çıkıyoruz.
Aslında die Zeit’ın yaptığı gibi bütün bu tezlere karşı çıkmak, tek tek antitezini koymak mümkün. Örneğin Dresden kentinin yer aldığı Sachsen Eyaleti’nde yaşayan Müslüman sayısı 28 binden fazla değil, toplam nüfusun %1’ini bile oluşturmuyor. Federal içişleri bakanlığının yaptığı son araştırmaya göre, Almanya’da yaşayan Müslümanların %78’i uyuma hazır olduğunu beyan etmiş. Evet, emekliler arasında yoksulluk artıyor ama ekonomi uzmanları, bunun asıl sebebinin Almanya’daki ücret politikası ve emeklilik reformu olduğunda hemfikir. Alman Anayasası zaten sadece siyasi mülteci başvurularını kabul etmeyi mümkün kılıyor, ekonomik mültecileri değil. Geçtiğimiz yıl mülteci başvurularının sadece üçte biri kabul edilmiş. Bu yıl Almanya’ya gelen 200 bin mülteciden yalnızca 12 bini Sachsen eyaletine yerleştirilmiş. Bu da nüfusun binde üçüne tekabül ediyor. Onların yaşam koşullarının ne kadar kötü olduğu, hatta şiddete bile maruz kaldığı daha geçtiğimiz aylarda kamuoyunu dehşete düşürmüştü. Ancak belli ki Almanya’da bir grup insan gerçekten sesini duyurmak istiyor. İçinde yaşadıkları ekonomik ve sosyal koşulları, hükümeti değiştiremedikleri için toplumun en zayıf halkasına saldırmayı hak görerek. Bunu yaparken de aşırı sağın ekmeğine sadece yağ değil bal da sürüyorlar.
Pegida protestolarına katılanlar arasında holiganların, aşırı sağcıların, ırkçıların da bulunduğu ve bunu kendi çıkarları için kullandıkları aşikar. Şimdi sayın Bachmann’ın bunu bile bile onlarla aynı kefeye konmaktan şikayet etmesi, ederken de “Benim çok sayıda Müslüman arkadaşım var. Hatta nikah şahidim bile bir Türk” demesi abesle iştigal. Hani derler ya “ırkçı değilim sadece….sevmiyorum” diye. Herkesin bildiği ırkçılık kokan bu cümleden farklı değil Bachmann’ın argümanları. Pegida hareketinin Doğu kentlerinden Dresden’de başlaması da pek tesadüf değil. Dresden yıllarca aşırı sağcı parti NPD’nin kalesi oldu. Dresden ve çevresinde organize ya da organize olmamış pek çok sağcı, Neonazi ve milliyetçi muhafazakar insan yaşıyor. Ve böyle bir hareket iki ay içinde oluşmadı. Var olan ırkçı bir eğilimin devamı sadece. Hatırlanacak olursa, göçmen karşıtı tezlerini bir kitapta toplayan eski merkez bankası yönetim kurulu üyelerinden Thilo Sarrazin’in Desden’de yaptığı konuşmaya yüzlerce kişi katılmıştı. Sarrazin’in “Almanya kendini yok ediyor” adlı kitabının ikinci dünya savaşından sonra Almanya’da en çok satan kitap olduğunu da hatırlatalım. Almanya’da belirli periyotlarda “Herkesin düşünüp söylemediğini dillendiriyorum” deyip yabancı düşmanı, ırkçı söylemlerin kamuoyunu meşgul etmesi üzerinde durulması gereken toplumsal bir düşmanlık hali. Nitekim Alman siyaseti bunun işaretlerini zayıf da olsa verdi.
Pegida hareketine katılanları önce “utanmazlar” olarak değerlendiren Hıristiyan Demokrat Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière, yaptığı en son açıklamada çark ederek, sokağa çıkan bu insanların endişelerini de anlamak gerektiğini söyledi. De Maizière’ye destek kardeş parti CSU’dan Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Joachim Herrmann’dan geldi. İki bakan da çoğu Alman orta sınıfından olan protestocuların bu korkularının yersiz olduğunu anlamalarını sağlamak için bir strateji geliştirmeyi düşünüyorlar. İkisinin de önce kendi partilerinin söylemlerini şöyle bir gözden geçirmesinde fayda var. CSU, daha geçen günlerde “Almanya’da yaşayan göçmenler evde de Almanca konuşsun” diyerek saçma bir taleple yabancı kökenlileri politik malzeme yaptı. CDU da parti kurultayında burka giymenin yasaklanması için hazırladığı önergeyi oylamaktan son anda vazgeçti. Mültecilere karşı olduğunu her fırsatta dile getiren iki parti de İslamcı tehlikenin altını sık sık çizerek kamuoyu yaratıp oy topluyorlar. Pegida hareketi büyük oranda muhafazakar politikanın ürünü. Şimdi onları “anlama” çabası da, var olan potansiyeli geç olmadan aşırı sağa kaptırmamaya çalışmaktan başka bir şey değil. Pegida’nın 1989-90 yıllarında “Pazartesi Protestoları” ile Doğu Almanya’da antidemokratik rejimi “Biz Halkız” diyerek eleştirenleri hatırlatması da hiç tesadüf değil. Almanya bariz bir biçimde sağa kayıyor. HoGeSa, Pegida, Dügida, Kageda, adı her ne olursa olsun, sayısı ne olursa olsun bir grup insan sokağa dökülüp oy vereceği popülist bir sağ parti arıyor.
Sokağa dökülen bu insanların önemli bir talebi de özellikle Müslüman ülkelerdeki çatışmaların ülkelerine taşınmaması. Muhafazakarların yanı sıra bir zamanlar savaş karşıtı olan sonra da Peşmergeye silah gönderilmesini destekleyen sosyal demokratlar, Sol Parti ve Yeşiller de onları şaşırttı. Yani, tabiri caizse, takke düştü, kel göründü. Alman siyasi partilerinin kendilerine dönüp silkinme vakti geldi de geçiyor bile.