İskandinav ülkeleri kadar olmasa da Alman yapımı polisiye diziler son yıllarda epey revaçta. Bunlardan en ünlüsü Tatort, yani Olay Yeri’nin mesela geçen hafta bininci bölümü yayınlandı. Yazımın başlığını Pazar günleri gösterilen ve her bölümde ayrı bir konuyu işleyen Tatort’lardan birinden aldım. Dizide kısaca RES olarak anılan Rüzgar Enerji Santralleri’nin doğaya verdiği zarar, çevreci örgütlerin RES karşıtı çalışmaları, RES sahibi şirketler arasındaki rekabet konu ediliyordu. Elbette işlenen birden fazla cinayeti çözmeye çalışıyordu Olay Yeri komiserleri. Diziyi izlerken Çeşme Çiftlikköy’de gördüm adeta mantar gibi türeyen RES’leri, çıkardığı sesten gece uyuyamayan bir Alman göçmen ile yaptığım sohbeti anımsadım. Ya RES’lerden uzak bir yere taşınacağız ya da Almanya’ya geri döneceğiz diyordu. Yüklü bir para ödeyip aldıkları, içini dışını özenle döşedikleri yazlıkları can yakacak kadar değer kaybetmişti. Tabii Türk komşuları da aynı dertten muzdaripti. Maalesef Türkiye’de hem enerji hem de çevre bakanlığı RES’lerin konumlandırılması konusunda titiz davranmamış, SİT alanlarına, tarım arazilerine izin vermiş. Biraz araştırınca çoğu bölgede ÇED raporlarına bile gerek görülmediği ortaya çıkıyor. Bazılarının kuşların göç yolu üzerinde olup olmadığını, dolayısıyla hayvanların katledilip edilmediğini kimse bilmiyor. Tarıma verilen hasar ise cabası. Oysa dünya, iklim ve çevre koruma konusunda çok önemli adımlar atıyor bugünlerde.
Fas’ın Marakeş kentinde 7 Kasım’da başlayan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı COP22 Cuma günü sona erdi. Konferansa katılan yaklaşık 200 ülkeden temsilciler iki hafta boyunca bir yıl önce Paris’te alınan kararların nasıl hayata geçirileceğini tartıştılar ve epey yol aldılar. En önemli sonuç da söz konusu ülkelerin iklim koruma konusunda gösterdiği kararlılıktı. Konferansın son gününde yayınlanan Marakeş Bildirisi’nde bunun altı kalın kalın çizilirken, atmosferdeki ısınmanın azaltılabilmesi için sadece hükümetler değil, bilim ve iş dünyasının da küresel çalışmalara katkıda bulunmasının önemine değinildi. Konferansa katılan 45 ülke, 21. Yüzyılın ilk yarısına kadar kömür, petrol ve gazdan vazgeçeceği, yenilenebilir enerjiye geçeceğini açıkladı. Bu ülkelerinin çoğunun Filipinler, Bangladeş ya da Pakistan gibi ülkeler olması dikkat çekti. Dünyanın ikinci büyük tropik ormanına sahip Afrika ülkesi Kongo’nun ormanların korunması çağrısı da umut vericiydi. Her ne kadar ayrıntıları belirlenmemiş olsa da gelişmiş ülkelerin 2020 yılına kadar iklim değişikliğiyle mücadele için gelişmekte olan ülkelere verilmek üzere 100 milyar dolarlık uluslararası Yeşil İklim Fonu oluşturacak olması da Marakeş’te alınan önemli kararlardan biri. Zaten küresel sıcaklıklardaki artışı ortalama 1.5 santigrat derece ile sınırlandırmayı hedefleyen Paris İklim Anlaşması da gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olanlara teknoloji transferi ve iklim finansmanı sağlanmasını içeriyor. İklim değişikliği ile mücadele antlaşmasını şimdiye kadar 195 imzacı devletin 111’i onayladı. Türkiye henüz onay vermedi.
Marakeş’teki konferansa, konferansın üçüncü gününde ABD’deki seçim ve Donald Trump’ın zaferi damgasını vurdu. İklim korumayı Çin’in Amerikan ekonomisini zayıflatmak için Çin’in bir keşfi olarak tanımlayan Trump, Paris Antlaşması’ndan ABD’nin imzasını geri çekeceğini ve yerli fosil yakıt üretimini arttıracağını duyurmuştu. Zirveye katılan ABD temsilcisinin enerji dönüşümünün ekonomiye ulaştığı ve artık durdurulamaz olduğunu söylemesi ya da Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Trump’a milyarlarca insanın hayatını etkileyecek konularda bilgi sahibi olmadan karar vermeme çağrısı yapması da yüreklere su serpmeye yetmedi. Taraflar ABD’nin söz verdiği ödememeleri yapmaması durumunda ne tür yollara başvurulacağı konusuna şimdiden kafa yormaya başladılar. Obama Hükümeti Paris’te sadece müzakerelere katılmakla kalmamış, maddi kaynak sözü de vermişti. Gerçi cezai müeyyidesi yok ama Amerika’nın da imzaladığı İklim Anlaşması’nın Marakeş Konferansı başlamadan dört gün önce yürürlüğe girmesi pek tesadüf değilmiş gibi görünüyor. Marakeş’ten tam anlamıyla bir birlik ve kararlılık mesajı çıkması da ABD’nin yeni başkanı Trump’a verilmiş bir yanıt gibi görünüyor. Şimdilik liderliği Çin ve Almanya üstlenmiş durumda.
Türkiye'yi Marakeş’te resmi olarak Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki temsil etti. Genel Kurul’da yaptığı konuşmada Özhaseki, anlaşmanın başarısının, finansman ve teknoloji transferiyle ilgili taahhütlerin gerçekleştirilmesine bağlı olduğunu vurguladı. Bir başka deyişle gelişmiş ülkelere “para musluğunu açın ama benden bir şey beklemeyin” dedi. Zira Marakeş’deki konferans sırasında açıklanan İklim Değişikliği Performans Endeksi-2017, Türkiye’nin, karnesinin “çok kötü” olduğunu ortaya koydu. Türkiye karbon emisyonlarının yüzde 90’ından sorumlu 58 ülke arasında 51., iklim politikasında da sonuncu oldu. Yani Türkiye’nin bir iklim politikası yok, iklim politikası oluşturmaya niyeti de yok. Marakeş’teki zirve sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da 99 baraj ve HES santralinin toplu açılışını yaptı. Erdoğan’ın konuşmasındaki şu sözler, Türkiye’nin neden iklim politikasının olmadığını çok açık gösteriyor:
“HES’lerde bu sözde akademisyenlerin bunların karşısında neler yaptığını bilirim, Greenpeace’le bir araya gelirler, böyle bir şeyler yapıp ön kesmeye çalışırlar. Yeşili biz isminde yeşil olanlardan çok daha fazlasıyla severiz. Biz onlardan daha çevreciyiz. Onlarınki green pistir, bizimki tam manasıyla yeşildir. Bu barajlar farklı güzellikler katar”
Aslında fazla söze gerek yok, rüzgar eken fırtına biçer. Türkiye’de her yer Tatort (Olay Yeri), her gün başka bir polisiye çekiliyor.