Almanya’daki sünnet yasağı toplumsal ve siyasi bir tartışmaya döndü. Antik çağda bile yasak fazla sürmemişti. Müslümanların başlattığı “sünnetime dokunma“ girişimi bakalım nasıl sonuçlanacak? Ancak şu bir gerçek ki, modern toplum bazen yarattığı karmaşa ile pekâlâ özgürlükleri kısıtlıyor.
Dört yaşındaki yeğenim Doğa pek süslü. Geçen gün küpe istiyorum diye tutturdu. Klipsli ya da mıknatıslı küpeleri tercih etmiyormuş, ille sallananlardan olacak. Kulaklarını deldirmenin canını acıtacağına dair bütün korkutucu sözlerim onu ikna etmeye yetmedi. Dikili’de kulak delen bir eczane aradık birlikte ve bulduk. Ancak ben “vücuduna müdahale” olarak düşündüğüm böyle önemli bir kararı tek başına vermenin adil olmadığını düşündüğümden aile meclisinin fikrini sormayı tercih ettim. Hatta benim çocuğum olsa yetişkin olana kadar beklemeyi seçerdim. Ancak anneannesi “olur mu öyle şey kız çocuğu bu er geç delinecek kulakları” deyip aldı çocuğu, kulaklarını deldirip getirdi. O günden beri pek mutlu, gelene geçene pırıl pırıl parlayan küpelerini gösteriyor. Annemle benim aramdaki davranış farkının tek nedeni var, benim daha fazla Alman olmam. Her konu prensip olarak enine boyuna tartışılsın, herkesin fikri alınsın ve ortak bir biçimde karara bağlansın isterim ve insan vücuduna müdahale içeren eylemlerde mutlak kararın o kişiye ait olması gerektiğine inanırım.
Almanya’daki sünnet tartışmaları da biraz Doğa’nın kulak deldirme işine benziyor. Hatırlanacağı üzere birkaç hafta önce Köln Eyalet Mahkemesi, oğlan çocuklarının sünnet edilmesini “yaralama” suçu olarak kabul etti. Savcılık da bu kararı temyize göndermeyince otomatik olarak sünnet yasaklanmış oldu. Bundan böyle sünnet yapan doktoru da, buna izin veren aileyi de 6 aydan 10 yıla kadar uzanan hapis cezası bekliyor. Hatta bazı hukukçular söz konusu cezayı müeyyidenin çocuğunu Almanya dışında sünnet ettiren aileler için de geçerli olacağı şeklinde yorumluyorlar. Elbette karar Almanya’da yaşayan Yahudi ve Müslümanlar arasında teyakkuza neden oldu. Yahudi ve Müslüman cemaatleri bu kararla Almanya’nın bu iki dini tanımamış olduğu, dolayısıyla anayasal bir hakkı ihlâl ettiğini düşünüp, kararı Anayasa Mahkemesi’ne götürmenin yollarını arıyorlar. Bu konunun hukuksal yanı, sosyal yanıysa Yahudi ve Müslümanlar, dinlerinin temel taşlarından biri olan sünnet ibadeti alındığı için kendilerini dışlanmış, bu ülke tarafından reddedilmiş hissediyorlar. Dolayısıyla Köln Eyalet Mahkemesi’nin kararı kısa sürede toplumsal ve siyasal bir tartışmaya dönüştü.
Pek çok göçmen derneği ve siyasetçinin yanı sıra son olarak da Katolik ve Protestan Kilisesi temsilcileri de mahkeme kararını sert bir dille eleştirdi. Kararı, Almanya'da yaşayan Yahudilerin ve Müslümanların dini özgürlüğünü tehdit ve ebeveynlerin eğitim hakkına müdahale olarak gören kilise yetkilileri, yanlışın bir an önce düzeltilmesini istediler. Liberal Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle de endişelerini dile getirirken, “Hukuki tartışma, dini hoşgörümüzden uluslararası alanda şüphe duyulmasına neden olmamalı” diyerek kararın Almanya’nın uluslararası alanda imajını zedeleyeceğine dikkat çekti. Seküler ama Fransa gibi laik olmayan Almanya’da din özgürlüğü anayasa ile korunuyor, ama dini kuralların yasaların üzerinde tutulmayacağı ve bazı hakları zedelememesi gerektiği ön görülüyor. İnsan vücudunun korunması da bu hakka dâhil. Bu noktada Köln Eyalet Mahkemesinin sünnet yasağı kararını alırken ya kültürel değil, tıbbi kriterleri ön planda tuttu ya da hakikaten Almanya’da az sayıda temsil edilen katı laik bir ideolojinin etkisi altında kaldı.
Ancak internette küçük bir gezinti yaparsak tıp biliminin sünnet konusunda pek fazla araştırma yapmadığını, yapılan araştırmaların da daha çok olumlu sonuçlar elde ettiğini görüyoruz. Pek çok araştırma sünnetin cinsel ilişkiyle hastalık bulaştırma riskini azalttığına işaret ediyor. Hatta Dünya Sağlık Örgütü WHO bile raporlarında bu bilgiye yer vermiş. Bir tek 1999 yılında “American Academy of Pediatrics” kurumunun yaptığı araştırma, böyle bir bulguya rastlanmadığını, sünnetin rutin bir müdahale olarak görülmemesi gerektiğini ortaya koyuyor. İsim yapmış hiç bir psikanalist de küçük yaşta yapılan sünnetin travmatik bir etkisi olduğuna dair herhangi bir açıklamada bulunmamış. Aslında bunu ölçen uzun vadeli çok kapsamlı bir klinik araştırma da yapılmamış. Hatta bunun özel hayata müdahale olacağı için araştırma etiğine uyup uymayacağı bile tartışılmamış. Bu durumda Kölnlü hâkimlerin kararı kültürel ve toplumsal kriterlere göre verdiğini gönül rahatlığı ile söylenebiliriz.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, dünya üzerinde yaşayan erkeklerin %30’u sünnet olmuş, bunların %70’i Müslüman. İsrail erkek nüfusunun hemen hemen tamamı sünnetli Müslüman ülke erkek nüfusunun ise %90’ı. Amerikan erkeklerinin neredeyse dörtte üçü sünneti tercih etmiş. Almanya’daki erkekler ile ilgili bir rakama rastlamadık. Yahudiler tam 2500 yıldır doğan erkek çocuklarını sekiz gün sonra sünnet ettiriyorlar, Müslümanlarda sünnet yaşı ailenin tercihine göre değişiyor. Ancak her iki dine mensup halk arasında sünneti reddedenlerin oranı çok çok az. Bazı aileler dini olarak sünneti farz görmeseler bile toplumsal ve tıbbi nedenlerle oğullarını sünnet ettiriyorlar. Yani sözün özü ne Yahudiler, ne de Müslümanlar Almanya’daki bu yasağa pek fazla uymayacaktır. İsrail, Türkiye hatta yasağın olmadığı komşu ülkelere bir sünnet turizmi başlayacağını şimdiden görebiliyoruz. En kötüsü de yasağa uyan doktor sayısı arttıkça bu işin ehil olmayanların eline kalma riski. AB Bakanı Egemen Bağış’ın da bir önerisi var “Almanya’ya fenni sünnetçi ihraç etmek.”
Alman aile hukuku, seçebileceği yaşa gelene kadar, sanırım bu yaş 14, çocuklarının dini eğitimle ilgili kararlarını vermekle ebeveynler yükümlü. Aynı hukuk Almanya’da yaşayan Müslüman ve Yahudi nüfus için de geçerli. Belli ki bugüne kadar milyonlarca Yahudi ve Müslüman bilmeden bir hukuk boşluğundan yararlanarak oğlan çocuklarını sünnet ettirebiliyorlardı. Aslında Köln hâkimlerinden önce Seyran Ateş, Necla Kelek gibi bazı katı laik kanaat önderleri de benzer gerekçelerle sünnet konusunu kendi popularitelerini arttırmak için yıllarca kullanmıştı. Bence sorun benim ve annem arasında Doğa’nın kulağını deldirmekteki davranış farkı kadar basit. Annem gelenekçi, ben modernistim. Ama ikimiz de insanların ibadet özgürlüğüne saygı duyuyoruz. Johann-Wolfgang-Goethe Üniversitesi’nden eğitim bilimci Micha Brumlik’in hatırlattığı gibi, insanoğlu kendi seçmediği koşulların içine doğar. Immanuel Kant da “metafizik-etik” başlıklı makalesinde, asıl sorunun kendi izni olmadan bir canlıyı dünyaya getirip getirmemek olduğuna dikkat çekmiş ve ebeveynlerin görevinin, çocuklarını kendi koşullarında mutlu etmek için elinden geleni yapmak olduğunu yazmıştı. Almanya örneği gösterdi ki, toplumsal etiği belirleyen pek çok kurum var ve modern toplumda ailelerin bunu yapması hiç de kolay değil. Eh böyle düşününce Türkiye’deki kürtaj ve sezaryen tartışmalarına şaşmamak gerek!