6 Mayıs 2013, kişisel tarihime önemli bir gün olarak geçecek. Türklere yönelik seri cinayetler işleyen Nasyonal Sosyalist Yer altı Örgütü NSU’nun davası başladı. Ve aylardır şişirilen, şişirilen, durmadan şişirilen o devasa balon birkaç dakika içinde sönüverdi. Meğer NSU davasının ilk duruşması hakkında düşünülenlerin çoğu hayal gücünden ibaretmiş.
Bir kere mahkeme önünde geceden başlayan upuzun bir kuyruk yoktu. İzdiham hiç olmadı. Kurada adım çıkmadığı için mahkeme salonunda yeri olmayan ben, ziyaretçi olarak şansımı denemeye karar verip sıraya girdiğimde saat yedi buçuk gibiydi. Önümde en fazla otuz kişi vardı. İçeri alınmaya başladığımızdaysa ardımda yine bir otuz, bilemediniz kırk kişi duruyordu. Bir tek emekli bir Alman sabahın ikisinden beri bekliyordu. Alman izleyicilerin sayısı onu geçmiyordu. Türklerden de ben üçten fazlasını görmedim. Onlar da Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nden gelmiş iki genç kızla yine aynı eyaletten sinirleri bozulmuş kırk yaşlarında bir Türkiyeliydi. Biraz sohbet edince üçünün de Kürt kökenli olduğunu öğrendik. İçeri girmek isteyenlerin geri kalanı, TBMM İnan Hakları Komisyonu üyeleri, Münih Başkonsolosluğu ve Berlin Büyükelçiliği çalışanları ile benim gibi kura kurbanı gazetecilerdi.
Münih’e gelirken protesto gösterileri yüzünden mahkemenin dışının içinden daha heyecanlı olacağını düşünmüştüm. Berlin’deki 1 Mayıs yürüyüşlerine benzeyen ilginç pankartların açıldığı, kışkırtıcı sloganların atıldığı, zaman zaman tansiyonun yükseldiği bir eylem tasavvur etmiştim. Hele bir de söylendiği gibi aşırı sağcılar da mahkeme önüne gelirse taşlı sopalı arbedeler çıkar sanıyordum. Çünkü 500 polis güvenliği sağlamak için göreve çağırılmıştı. Komşu kentlerden takviye alındı. Arkadaşlarımın anlattıklarına göre, öğleden önce saat başı tekrar eden sadece birkaç cılız gösteriler olmuş. Meydana siyah çelenk konmuş, siyah balonlar uçurulmuş. İki genç kız düzene uymadığı için kısa bir süre gözaltına alınıp salıverilmiş. Ben mahkeme salonundan 11:30 gibi çıktığımda ise on kişilik bir grup, ırkçılığa karşı mücadele ve adalet talep eden bir basın bildirisi okudu hepsi o kadar. Mahkemenin güvenlik alanında bir gazeteciler ordusu ve onlara ara ara demeç veren Almanya’daki sivil toplum örgütü sözcüleri, Alman, Türk milletvekilleri ve müdahil avukatlar vardı. Bazen birkaç Münihli güvenlik kordonunun ardından meraklı gözlerle bakıyor, bir ikisi ne yapıldığına dair sorular soruyordu.
Gelelim ilk duruşmaya. Kurban yakınlarının bir kısmı ve avukatları salona giren ilkler arasındaydı. Onlar oturduktan bir süre sonra kapı açıldı, yüzünü bir kartonla örtmüş sanıklar girmeye başladı. En son giren NSU terör örgütünün hayatta kalan tek üyesi, daha doğrusu tek olduğu iddia edilen Beate Zschaepe oldu. Zschape, mahkeme salonunda arzı endam ederken yüzünü göstermekten hiç kaçınmadı ta ki, biri hatırlattıktan sonra en azından sırtını mağdur ailelerine dönene kadar. Sanırım öğretilmiş bir tavırdı bu ve kıyafetleri de bu tavra uygun seçilmişti. Yıllarca dağınık saçlı makyajsız fotoğrafları gazete ve dergileri kaplayan Zschaepe, Nazi gelinden, iş kadınına dönüşmüştü. Evet bundan sonrası Alman aşırı sağcıları ve avukatları için de bir iş zaten: Neonazi imajını düzeltmek. Beate Zschaepe de bu hizmetin reklam yüzü. Zschaepe’nin işini bu kadar iyi yapması sadece davayı takip eden biz gazetecileri değil, Türk, Alman ve uluslararası kamuoyunu da şaşırttı. Katıldığı seri cinayetlerin, soygun ve bombalı eylemlerin ardında bu kadar soğukkanlı durabilmesi, herkesin kanını dondurdu. Çünkü “kötü” normalleştirilmiş, canavar insana dönüştürülmüştü.
“İyi”yi temsil eden mahkeme heyeti ise mahkeme salonuna epey geç girdi. On kişiyi öldürmekle yargılanan terörist Zschaepe de bu süreyi avukatlarıyla sohbet edip şakalaşarak geçirdi ve pişmanlıktan eser okunmayan yüzünde sık sık güller açtı. Zschaepe ile ilk kez göz göze gelen ve bunun için 13 yıl bekleyen kurban yakınlarının çoğu, bu manzara karşısında sinirlerine çok zor hakim olduklarını söylüyorlar. Beklendiği gibi savunma avukatları, reddi hakim talebinde bulunarak ilk duruşmayı sabote etmeyi başardılar. Reddi hakim taleplerinin gerekçeleri uzun uzun okunur, gerekli paragraflara atıfta bulunulurken, duruşmayı izleyenlerin ilgisi azalmakla kalmadı, mağdur yakınlarının da yaraları depreşti. Disiplini ve sertliğiyle bilinen mahkeme başkanının savunma avukatlarının temposuna uyup duruşmayı bir hafta ertelemesi de NSU davasının ilk gününün ikinci şaşkınlığıydı. Sanırım mahkeme süresinin uzaması, onu takip edenlerin yılması ve dikkatlerin dağılması sadece aşırı sağcıların değil, Alman resmi makamlarının da işine geliyor. Çünkü bu durum Almanya’nın da davayı unutturup kendini temize çekmesine katkıda bulunacak.
6 Mayıs 2013 gösterdi ki, dünya kamuoyu sahip çıkmazsa Alman resmi makamları aşırı sağcıları görmezden gelmeye, aşırı sağcı ideolojiyi önemsememeye devam edecek. Oysa on kişinin ölümüne katılan Beate Zschaepe’nin konuşması ve bu cinayetlerin ardında ne var ne yok tamamen açığa çıkması şart. Yüzlerce mağdur ailesi sorularına yanıt bekliyor. Aksi taktirde yargılanın da adaletini korunmak için aşırı özen gösteren mahkeme, pekala onun temsil ettiği ideolojiye propaganda olanağı sağlamış olabilir. Abartılmış demokrasi mağduru daha mağdur kırabilir. Kızıl Ordu Fraksiyonu RAF yargılanırken Alman devleti aslan kesilmişti, söz konusu Kahverengi Ordu Fraksiyonu (KOF) olduğunda şu ana kadar kof çıktı. Bence 6 Haziran 2013, Alman tarihine aşırı sağın gerçekten yargılanmaya başladığı bir gün olarak geçmeli. Umudumuz bu yönde.