Anneler gününde, genellikle anne sevgisi türünden yazılar yazılır. Biz annelerin sorumlulukları üzerine yazalım. Ortaokul tarih derslerinde, “Sparta [1]” isimli Yunan şehrine ait bilgiler beni çok şaşırtmıştı. Çocukları küçük yaşında annelerinden alıp, kışlaya gönderiyorlardı. Wikipedia’dan bu şöyle anlatılıyor[2];
"Sparta Uygarlığının en belirgin özelliği aşırı disiplinli askerî örgütlenmesiydi. Toplumda her erkek ve kadının görevleri vardı. Erkekler askerdi. Kadınlar ise devlete asker yetiştirmekle görevli anne konumundaydı. Her kadın çocuğuna altı yaşına kadar büyütmek, dayanıklı ve sağlıklı olarak yetiştirmek mecburiyetindeydi. Altı yaşına kadar ailelerinin yanında kalan çocuklar bu yaştan sonra askeri disipline yavaş yavaş alıştırılmak üzere devletçe alınır ve ilerleyen yaşlarında eziyet verici şartlara dayanıklı olabilmeleri için bölge bölge dolaştırılırdı. Çocuklar yirmi yaşına geldiklerinde tam bir asker olarak hizmete başlar ve altmış yaşına kadar askerlik görevini yapardı."
Spartalıların 6 yaşından sonra çocukları annesinden koparılması ve zorlu mücadelelere tabi tutulması bana o yaşlarımda “çok korkunç” gelmişti.
Ama zaman içinde bazı annelerin —genellikle iyi bir şey yapmak isterken— çocuklarına faydası olamayacak —zararlı bile diyebiliriz- şeyler yaptığını düşünmeye başladım. Bunun için genç kızlarımızın, mutlaka eğitim alması lazım. Aksi takdirde, onların anne olacağı yarın ki nesiller de tehlike altında olur.
Ne demek istiyorum?
Hayatım boyunca, şimdi bahsedeceğim sorumluluğu çoğu annenin farkında olmadığını gördüm. Aile hayatlarımıza dikkatle bakılırsa, “çok iyi anne”, “çok şefkatli anne” gibi vasıfları uygun gördüğümüz annelerin, çocuklarına daha bebeklikten itibaren olağanüstü ilgi gösterdiklerini, yemek yemekten, ayakkabısını bağlamaya kadar her konuda yardımcı olduklarını ama başka bir yönden bakarsak kendi sorunlarını çözme, sorumluluklarını bilme konusunda fırsat tanımadıklarını görebilirsiniz.
İşin komiği, tersine çocuklarına bir şeyler öğretmek isteyen, bu nedenle yapacakları herhangi bir işte çocuğunu yalnız bırakan annelere “kötü anne” şeklinde mahalle baskısı var. Sanki üzerlerine vazife gibi size annelik öğretmeye kalktıklarını ve “ama o çocuk” dediklerini bile görebilirsiniz.
Bir örnek verelim; benim çocuklarımı götürdüğüm çocuk doktoru “Yemek yedirmek için ısrar etmeyin. Acıkmak doğal bir şey. Nasılsa acıkır ve yer. Aksi takdirde, yemek yemek konusu, acı çekeceğiniz ve çocuğun sizden ilgi görmek için kullandığı bir araç haline dönüşür” demişti. Elinde yemek kaşığı, çocuğun arkasında dolaşan anne figürünü mutlaka görmüşsünüzdür. Tersini yaptığınızda, yani kaşık/çatal tutabilir hale gelen bebeğinizin kendi kendine yemek yemesini teşvik ettiğinizde, çevrenizden birileri mutlaka ; “o bebek daha, nasıl yesin” diyebilir. “O yer siz üzülmeyin” cevabınızı ise kabul etmeyip, bu sefer “ama yerlere ve üstüne döker, her yer beter olur” diye, illa kendi fikrini kabul ettirmeye çalışır.
Halbuki yemek yemek, odasını düzenlemek, dersini çalışmak vs çocuğun daha bebeklikten itibaren öğrenmesi gereken kendisine ait sorumluluklardır. Komik olan şu; bunu yapmayıp, devamlı çocuğun arkasından koşan annelerin, ileriki hayatlarında artık delikanlı/gençkız haline gelmiş olan çocuğunun neden sorumluluklarını üstlenmediğini ya da odasını toplamadığını vs şikayet etmeye başladığını görüyorsunuz.
Sırası gelmişken bir de, şu soruyu soralım; “Hangi anne iyi annedir, evde oturan mı? Acaba çalışan anne, çocuğunu umursamayan bir anne midir?
Ben bu soruyu 33 yaşımdayken sordum. Büyük oğlumu verdiğim yuvanın doktoralı pedagoguna “hangi anne iyi annedir, evde oturan anne mi?” dedim. Dr.Atanur Mert Hanım dedi ki; “Mutlu anne iyi annedir. Evde oturmaktan mutluysanız ve de durumunuz uygunsa evde oturun, çalışmaktan mutluysanız çalışmaya devam edin. Ben kariyerini çocuk büyütmek için feda edip, sonra farkında olmadan hıncını çocuktan çıkaran anneler biliyorum.”
Ama Atanur Hanım’ın daha önemli bir cümlesi şuydu;
“Sevginin miktarı değil, kalitesi önemli. Çocuğunuzla 1 saat halının üzerine oturup arabacılık oynar ve tüm dikkatinizi onunla oynamaya verirseniz, yeterlidir”.
Annelik sorumluluğunun bir boyutu da, çocuğun ruhsal hali. Ülkemizde son yıllarda açığa çıkan yani dikkatleri çeken bir konu sorgulamaksızın biat edenler. Yani o tarikata, şu cemaate, bu partiye, şu kişiye sorgulamadan biat eden insanlar var. Bunlar neden böyle oluyorlar?
Ben bunun da temelden yani aile yapısından geldiğini ve özellikle annelere bağlı olduğunu düşünüyorum. Ailenin özelliklerinin devleti de etkileyeceğine Konfüçyüs de düşünmüş ve sonunda şöyle bir cümle kurmuş [3];
Özel yaşam iyileştirildiğinde, aile yapısı düzeltilebilir. Aile yapısı düzeltildiğinde devlet düzen içinde yönetilebilir.
Ailede “itaat etme” kültürü varsa, sorgulamaya, hakkını aramaya müsade edilmiyorsa. Bu biat kültürünün yayılmasına şaşmamak lazım. Tabi eğitim sistemimiz de farklı değil. Ama bu yazıda devletin eğitim politikasına ya da yanlışlıklarına değinmeyeceğim. Çünkü konumuz “anne” ve uzantısında “aile” sorumluluğu.
Biat kültürünün bizi bugünkü siyasal duruma kadar getirdiğini görüyoruz. Tabi bunda, annelerin / babaların, çocuklarını bazı yurt / eğitim kurumu / dersane / okul gibi yerlere teslim etmelerinin de payı var. Çünkü, “parasızlık”, “dini düşünceler”, “disiplinli bir eğitim” vs vs gibi iyi niyetli düşüncelerle çocuğun iyi bir eğitim alması hedefleniyor.
Çocuk sahibi olmak büyük bir sorumluluktur. Düşünün ki, bir insanın yapısını oluşturuyorsunuz. Süt vermekle vücudunun bağışıklığını, kendi sorumluluklarını öğretmekle yarının güçlü bir insanını, hakkını aramayı ve sorgulamayı öğretmekle, başkalarının iyi ya da kötü niyetinin oyuncağı olmamasını.
Bunun ilk basamağı aile ise, temeli annede. O nedenle kız çocuklarımız mutlaka eğitim almalıdırlar. Yarının insanlarını yetiştiren onlar olacaklar.
Bu yazıyı annemi anarak bitirmek istiyorum. 2016 şubatında vefat etti. 16 yaşında evlenmişti. Benim için görücü tarz bir evlilik talebi geldiğinde ben de 16 yaşındaydım. Karşıma oturdu ve dedi ki; “Okumaya devam etmek istiyor musun?” Ama arkasından devam etti : “Benim böyle bir şansım olmadı. Kimse bana sormadı. Ama sorsalardı, derdim ki, kendi ayaklarımın üzerinde durayım.”
Yani yol gösteren bir anneydi. Bana sürekli “hakkını ara” derdi. Bugünkü sorgulayan kişiliğimde payı çok fazla. Bunu bugünün pek çok kız annesinde göremiyorum. Oysa anne bir modeldir.
Güzel bir başka notu da anmak isterim; her sınav sabahı, uyandığımda yatağımın yanında bir hediye bulurdum. Bu bazen değişik bir kurşun kalem —kurşun kalemlere merakım vardı—, bazen akşamdan sabaha diktiği bir eteklik olurdu. Aşağıda onun bir resmini görüyorsunuz. Beni yüksek lisans yapmak için gittiğim İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsüne de babamla birlikte götürmüşlerdi. Yani eğitimimin her adımında vardı ve hep teşvik etti. Kendisini sevgi ve rahmetle anıyorum.
Umarım bu yazımla annelik konusunda biraz olsun düşündürtmüşümdür. Bütün annelerin anneler günü kutlu olsun.
[1] Sparta ismini (bizim Isparta şehrimiz dışında) nereden hatırlıyorsunuz, söyleyelim, Tarihi bir hikaye olarak sunulan “300” filminde Pers elçisini “This is Spartaaaa” diyerek kuyuya atan Leonidas’ın şehrinden bahsediyorum. O filmde Perslilere karşı verdikleri savaş anlatılır ama bir başka Yunan şehri olan Atina şehriyle rekabeti ve 27 yıl süren Peleponnes Savaşlarının hikayesini henüz film olarak görmedik. 300 [2] Sparta [3] Konfüçyüs Sözleri