Geçen haftanın “Herşeyolog” tartışmasına bakarken düşündüğüm şey şuydu; neyi, ne kadar bilmeli, öğrenmeli ya da konuşmalıyız? Hayatımızı etkileyen konuları “benim mesleğim değil” diyerek bilmeye çalışmamalı, ya da araştırmamalı mıyız? Öğrendiğimiz farklı bir şeyler varsa, “aman bu benim mesleğim değil” diyerek konuşmamalı mıyız?
Geçen hafta adamın birisi Prof. Dr. Ersan Şen için “Herşeyolog” tanımlaması yaptı. Aferin ona belki kötü bir tanım yaptığını sanıyor ama ben güzel bir tanımlama diye düşünüyorum. Ersan Hoca, gerçekten her konuda farklı yaklaşımı ile farkındalık yaratıyor. En azından bende öyle.
Son yıllarda hangi konuda olursa olsun, yaptığım tüm sunumların ya da yazdığım yazıların üst başlığı “FARKINDALIK”. Örneğin yarın yayınlayacağım yazının başlığı “Standartlara Katkınız Yoksa… ARGE Yapmanız Yeter mi?” şeklinde ama yazının üst başlığı yine aslında “farkındalık”.
Yazının konusu olan “STANDARTLAR” çerçevesinde "Avrupa Telekom Standartları Enstitüsü (ETSI)" Genel Müdürü Luis Jorge Romero şöyle diyor :
"Avrupa şirketlerinin hala güçlü olduğunu düşünüyorum. Ancak gerçek şu ki, diğer ülkeler standardizasyonun stratejik önemini ve önemini anlamaya başladı."
Gördüğünüz gibi, Romero diğer ülkelerin standartların önemini farkına varması ve standart belirlemede aktif hale gelmeleri (özellikle Çin’i kastediyor) yüzünden Avrupa’nın işlerinin bozulduğunu söylemeye çalışıyor.
Yarın standartların neden önemli olduğunu ve dünyadaki son gelişmeleri anlatacağım. Çünkü içinde bulunduğumuz kilitlenmiş siyasal durumun esas nedeni “dünya ticareti”[1]. Bu konuyu dile getirmemin nedeni şu; ülkenin doğru yolda ilerleyebilmesi için birilerinin “eğitimsizliğini” tartışmaktan öteye geçmek ve belli konularda eğitimli kitle olarak eksik olan kendi farkındalığımızı arttırmak zorundayız.
Bu yazıda kısaca “FARKINDALIK” konusunu neden önemsediğimi bize ait örnekleme ile farklı bir açıdan anlatayım.
Bizim standartlarla ilişkimiz daha çok eve gelen misafire merhaba demeye zorlanan çocuklar gibi. Global Standart belirleme komisyonlarının toplantılarına davet ediliyoruz ama ya gitmiyoruz ya da harcırahı olan bir yurt dışı gezi tadında değerlendiriyoruz.
Devletten standartlar konusunda yeterli "farkındalık" ve "isteğe" sahip olmadığımızı eleştiren az sayıda da olsa insan tanıyorum. Dünyada yapılan standart toplantılarına ya hiç katılmadığımız ya da adeta "alışveriş amaçlı ve harcırahlı" dış gezi olarak bakıldığına dair çok sayıda hikâye dinlemişliğim var. Çünkü bu harcırahlar ve geziler, ülkeye standartlar konusunda menfaat kazandırmaktan çok, devlet memurlarına sırayla verilen bir ödül gibi değerlendiriliyor. Dolayısıyla bu konuda uzmanlaşmış, önceki toplantıları ve devam eden tartışma gündemlerine aktif katılan uzmanlıklar gelişemiyor.
En acı örnek bilgisayarlarda "F Klavye" ve "Türkçe alfabe" olayı. 1980’lerde bu konudaki standartlar oluşturulurken, Türkiye olarak davet edildiğimiz halde katılmadığımız toplantıların bedelini, hem klavyelere sonradan eklenen harfler, hem de yabancılara gönderdiğimiz iletişimde “Ğ-İ-Ö-Ş-Ü" gibi harflerimizin yerine çıkan acayip sembollerle yıllardır ödüyoruz. Halbuki Arap alfabesi, İzlanda alfabesi gibi bizimkinden daha az kişi tarafından kullanılan alfabeler bile klavye standartlarına baştan girmiş durumda. Yukarıda söylediğim anlayışın bir sonucu da bu.
Şimdi buradan baktığımızda, "yok standartlardan anlamam, zaten benim konum bile değil, ben ilgilenmem, merak etmem, bu konuda konuşmam" mi demeliyiz?
Tekrar yazının başlığına dönersek... Ersan Şen ne yapıyor, neden devamlı ve her konuda konuşuyor?
Çünkü bazılarımızın hissettiği gibi, ortamda saçma sapan konuşanlara bir dur demenin zamanı çok uzun zaman önce geldi, geçti bile. Bugün ortamda ve televizyonlarda konuşulan konuları gözleyen komedyenler uzun yıllar boyunca kullanabilecek malzeme bulabilirler. Ama asıl şaşırtıcı olan şu, onlara gerek kalmıyor, bu gündemlere ve gündemlerin işlenişine esas tepki göstermesi ya da hukuk gibi farklı yolları denemesi gereken insanlar, dernekler vs vs bunlarla “dalga geçer” gibi bir ilişki kuruyorlar. Öyle ki, bu saçma sapan konuşmaların sebep olduğu sonuçlarının ciddiyeti görünmez hale geliveriyor.
Üstüne üstlük belli bir yetkinlikte olan kişilerin arasında konuşmaya gönüllü insan sayısı da az. Konuşanların bir kısmını ise “Özgür Demirtaş” Hocaya uyguladıklarına benzer linç yöntemleri ile konuştuğuna pişman edip, susturuveriyorlar. Bu linç olayına uğrayanlara destek veren ise az, seyreden çok.
Bana göre, Ersan Şen bulunmaz bir nimet. Hepimiz adına ve üstelik hepimizi bilgilendirmek adına konuşuyor. Farkındalığımızı arttırıyor. Ben onu dinlerken, daha önce ayırdına varamadığım bazı konuları düşünmeye başlıyorum.
Her konuda konuşuyor çünkü o konularda konuşması gerekenler dahil herkes susuyor. O da hepimiz gibi saçmalıkların karşısında zıvanadan çıkmış durumda. Tartışma piyasasında eksik olanı tamamlıyor. Teşekkür etmemiz lazım kendisine. Herşeyolog da fazlasıyla yakışıyor. Çünkü sağ olsun çalışkan bir insan ve her konuyu iyi kötü anlamaya, bize de anlatmaya çalışıyor.
Rönesans felsefesini biçimlendiren en önemli filozoflardan biri olan, gökbilimci, rahip ve okultist Giordano Bruno şöyle demiş;
“Bilgisizliğin azgınlığına karşı savaştım. İnanın ki nimetleri ya da öz saygı için bu acıya katlanmıyorum, yaşamı ben de çok seviyorum; fakat inançlarım bunun üstündedir.”
Zaten meraklı olmak, bir şeyleri araştırmak, anlamaya çalışmak ve mümkün olan şekilde insanlara aktarmaya çalışmanın neresi kötü? Kerameti kendinden menkul şeyler ya da bilim dışı iddialar söylenmediği sürece bu tür ileri zekâlı insanlarımızı neden engelleyelim. Neden “sen sadece şu konuda konuş, başka şeyler söyleme” diyelim?
Dünyayı ileri götürenler bu tür insanlar değil midir?
Telif hakları konusunda soru sorduğum bir hakim şöyle demişti;
“Dünyanın kuruluşundan bu yana insanoğlu fikirlerin birbirine sağladığı ilhamla ilerliyor. Bu yüzden telif haklarının bir sınırı vardır. Aynısı kopyalanmadığı, bir ilham kaynağı haline geldiği sürece önemlidir.”
Şahsen uzun zamandır TV’lerdeki tartışma programlarını izlemekten kaçınıyorum çünkü saçmalıkların sanki bir şeymiş gibi anlatılmasına ve en değersiz fikirlerin saatlerce tartışılmasına katlanamıyorum. Ancak karşıma çıkan televizyon tartışmasında eğer Ersan Şen varsa mutlaka dinliyorum. Şu anda dinlediğim nadir 3-5 kişiden birisi kendisidir. Çünkü yeni şeyler öğrenebiliyorum ve söylediklerinin bir temeli ve mantığı var..
Dahası, söylediği şeyler bana bir şeyler düşündürtüyor ve araştırtıyor. Yani o bugünlerde bence fikir hayatımızdaki ilerlemenin önünde koşanlardan birisi.
Okuyucuların huzurunda Sayın Ersan Şen’e teşekkür ediyorum. Fırsat bulan herkes bu gibi tartışmaları katılıp bunların içeriğini bilgisiyle dönüştürmeye çalışmalı veya kamuoyunu oyalayan ve yönlendirmeye çalışan bu gündemleri ifşa etmeli.
[1] “Çünkü içinde bulunduğumuz kilitlenmiş siyasal durumun esas nedeni “dünya ticareti” cümlesinin anlamını aşağıda linkini verdiğim kitabı okuyarak anlayabilirsiniz. Hitler’in Amerikan paraları ile nasıl finanse edildiği dahil pek çok olayı anlatan bu kitap hakkında ayrıca bir yazı yazacağım.. Dulles Kardeşler (Stephen Kinzer)