Evvelki günkü bir BCC haberinde şunlar belirtiliyordu: “ABD’nin Pensilvanya Eyaleti'nde Yüksek Mahkeme'nin yayımladığı bir Büyük Jüri Raporu'nda Katolik Kilisesi'nde son 70 yılda binden fazla çocuğun taciz edildiği belirtildi ve 300'den fazla din adamı suçlandı. [1]”
Dünkü haberi okurken aklıma gelen 2 şey oldu; birisi “Gülün Adı” diğeri ise çok üzülerek seyrettiğim “The Keeper” isimli Netflix dizisi. ABD’de bu olayın geçtiği bölgeden biraz daha kuzeyde, 1969 yılında öldürülen bir rahibeden hareketle ortaya çıkan korkunç gerçeği anlatıyor bu dizi.
“Ayrıntıların sosyolojisi” düşünüşünün önemli bir köşe taşı olduğu kabul edilen ünlü İtalyan yazar (ve de akademisyen) Umberto Eco’nun “Gülün Adı” isimli romanında [2], 14cü yüzyıl İtalya’sında katolik inancının içindeki çekişmeleri ama daha kötüsü “din kalkanı” içinde cinsel taciz yapan din adamlarını anlatır.
Din’lerin temsilcileri olan din adamları, mesleklerine en çok saygı duyulan insanlar arasında ama ister o dinden, ister bu dinden, şu dinden olsun, o yüzyılın öncesinde, o yüzyıldan sonrasında ve günümüzde, maalesef bu saygıdeğer durumlarını kötü işler için kullananları da içinde barındırıyor.
İşte Netflix’deki “The Keeper” isimli 7 bölümlük dizi de böyle bir hikâye anlatıyor [3]. Yaşanmış bir olaya dayanan hikaye, ABD’de 1969 yılında esrarengiz bir şekilde önce kaybolan, 2 ay sonra cesedi bulunan bir öğretmene ait. Yıllar sonra 2013’de, 60’larına gelmiş ve emekli olmuş 2 öğrencisi, artık vakitleri bol olduğu için sevdikleri öğretmenlerine ne olduğunu bulmaya karar veriyorlar.
Bu hikaye bir çok şeyi bir arada düşündürüyor. Mesela gazeteciliğin, sinemanın ve de sosyal medyanın önemini anlatırken, asıl önemlisi vatandaş ve insan olmanın, sorumlu yaşamanın anlamını hatırlatıyor.
Gemma ve Abbie isimli 2 eski öğrenci, zamanında olayı takip etmiş ve haberleştirmiş olan bir serbest gazeteci ile birlikte, Rahibe Catherine Ceskin’in 1969’daki ölümü ile ilgili olarak 2013'te çalışmaya başlıyorlar. Yerel makamlardan ve insanlardan bilgi almaya çalışıyorlar ama benzer şekilde ölmüş olan Joyce Malecki dışında fazla bir şey bulamıyorlar.
Catherine Ceskin, çocukluğundan bu yana rahibe olmayı amaç edinmiş, 26 yaşında bir katolik genç kız. Roma Katolikliğinin Amerika’da ilk kurulduğu kale şehri olan Baltimore’da, bir kız lisesinde edebiyat öğretmenliği yapıyor. Bu lise, katolik rahibeler tarafından yönetilen ve “seçkin” olarak sınıflandırılan bir lise. Yani eğitimin kendisi “din eğitimi” değil ama velilerin çocuklarını dini temsil eden insanlara emanet ettikleri bir yuva.
Ceskin bu lisede bir çok çocuğa yakınlaşmış, genç yaşına karşın, öğrencilerinin sevgi ve saygı duyduğu bir öğretmen olmuş. Resimlerine baktığınızda harika bir gülümseyişi ve net bakan gözlerini görüyorsunuz. Ev arkadaşı ile birlikte öğrencilere yardım etmeye çalışmışlar
Ceskin’in çözümlenmemiş cinayetini araştırmaya karar veren 2 eski öğrencisi ve olayı yakından bilen gazeteci, önce bir süre hiçbir şey bulamıyorlar. Bunun üzerine olayı genişletmek için Facebook üzerinde bir grup açarak, olayla ilgili bilgisi olanları açıklama yapmaya ya da bilgi sağlamaya davet ediyorlar [4]. Ama sonunda adeta tırnakları ile kazdıkları olayın içinde şok edici bir gerçekle karşılaşıyorlar.
2 öğrencinin ilk ulaştıkları detay, 1992 yılında açılan bir cinsel istismar davası oluyor. Suçlananlar, birisi 1992’den önce ölmüş, 2 rahip.
Davanın üstü kapatılmış. Ama bu dava, olayın aydınlatılmasında ilk adım oluyor ve sonrası da çorap söküğü gibi geliyor.
1960’ların sonunda, öğrencilere ders dışında dini telkin vermesi için okulda bulunan rahiplerin, bölgedeki bazı işadamları ve görevliler (polis) ile birlikte çok sayıda çocuğa ve yıllarca cinsel taciz uyguladıkları, kilisenin ise olayın üstünü kapatmakla meşgul olduğu anlaşılıyor.
Ceskin’in ise olayı farkettiği ve önlemeye çalıştığı süreçte öldürüldüğü anlaşılıyor. Diziyi olay olay anlatmayacağım ama içinden çıkan sonuçları değerlendirmek istiyorum. Çünkü yakın zamandaki tacizci şeyh, Ensar öğretmeni ve Oktar hikayesinde hep benzer olaylar meydana gelmiş gözüküyor. Din motifli cinsel istismar.
Yıllar sonra Rahibe Cenkin cinayetini ve o günlerdeki olayları anlatan dizideki şahitler ve deliller gösteriyor ki; çok sayıda örtbas yapılmış. Polis, Kilise, Savcılık, Hakimler hep olayın üstünü örtmüşler. Bazıları konunun baş faili olan rahiple arkadaş ve hatta olayın içinde olduğundan, bazıları Kiliseyi korumak için, bazıları olayı gündeme getiren insanlara inanamadığından. Bazıları da “dini korumak” adına.
Ama şunu da belirtelim, olaya maruz kalan çocuklar (ilk tacize uğrayan grup, olayın baş suçlusu olan rahibin daha önce çalıştığı kilisedeki görevli erkek çocukları), uzunca bir süre kimseye bir şey anlatamıyorlar. Çünkü rahip kendilerine “kötü insanlar oldukları” ve “ancak bu şekilde kendilerini affettirebilecekleri” gibi abuk sabuk fikirler empoze ediyor. Dolayısıyla bu çocuklar “derin suçluluk” ve “güvensizlik” içindeler. Toplumdan dışlanabilecekleri korkusundalar. Dolayısıyla önce kurbanlar olayın üstünü kapatıyorlar. Anlatamıyorlar. Böylece geçen yıllar boyunca, yeni, yeni kurbanlar oluyor.
Örneğin yıllar sonra olayın detaylarını dizide anlatan Jean Wehner, 16 yaşında genç ve güzel bir öğrenci iken, günah çıkarma için konuştuğu rahip tarafından “ancak böyle affedilebileceği” safsatası ile taciz ediliyor ve bunu yıllarca anlatamıyor. Bu dizide olayların ortaya çıkması ise, onun yıllar sonra yaşlanmış haliyle konuşması ile güçleniyor.
Wehner 1990’larda —kocasından aldığı cesaretle— kiliseye başvuruyor. Ama kilise bir yandan son derece kibarca ve ilgiyle dinlerken, diğer yandan olayı kapatmaya uğraşıyor. Bunun için kendisinden aynı duruma düşmüş ikinci bir kişi göstermesi isteniyor. Ama o dönemde ortaya çıkma cesareti gösterecek kişi bulmak bir yana, kimlerin tacize uğradığı bile belirsiz. Şimdilerde 100’den fazla kadının tacize uğradığı ortaya konulmuş durumda.
İlginç olan Wehner ailesinin kiliseden cevap bulamayınca açtığı davadaki (ki 2 eski öğrencinin ilk ulaştığı bulgu buydu), savcı bir kadın, ama o da olayın üstünü örtmeye uğraşıyor. Hakim ise “zaman aşımı” diyerek davayı kapatıyor.
Bizde de, Ensar vakfı hocalarından birisinin çok sayıda erkek çocuğunu taciz ettiği ortaya çıktıüında, zamanın aile bakanı bir hanım, “1 kereden bir şey olmaz” gibi abuk-sabuk bir cümlenin eşliğinde olayı kapatmaya çalışmıştı. 1 kere olduğunu da nereden biliyorsa ya da bir kerede bir şey olmadığını.
Özlem Tekin’in güzel bir şarkısıdır “Aşk herşeyi affeder mi?” Biz de bunu “Din herşeyi affeder mi?” diyerek değiştirelim. Çünkü “din kisvesi altında” kendi sapık dünyalarını çocuklara yöneltenler var. Daha geçtiğimiz günlerde bir “şeyh bozuntusu”nun, “dini mertebeniz yükselecek” diyerek erkek çocuklarına taciz yaptığı ortaya çıktı [5].
Yani sadece katoliklik ya da başka bir din değil, kendi dinimiz de bizzat temsilcisi olduğunu iddia edenler tarafından kötü emellerine alet edilebiliyor. Ensar Vakfında birden fazla kişinin karıştığı ya da Adnan Oktar olayları da benzer durumlar gösteriyor [6].
Dizide yıllar sonra öğrendiğimiz bir konu da, Baltimore lisesinde dini kisve altında çok büyük bir rezaletin nesnesi haline getirilen gençlerin, ilerleyen yıllarda akıl hastanelerine düştükleri ya da alkolik ve uyuşturucu bağımlısı oldukları, bazılarının hayatına son verdiği ortaya konuluyor. Yani mahvolmuş hayatlar. Aklımıza hemen eski bakanın sözleri geliyor. Hayatta normal kalmayı başaran az insan olmuş. 100’ün üzerinde kadının ilgili davaya müdahil olduğu görülüyor. Sayının daha yüksek olduğu, bazılarının da ailesinden, karısından, kocasından korktuğu için gelemediği kaydediliyor.
Peki bu kadar hayatı mahvedenleri “din affeder mi?”, “allah affeder mi?”. Bu tacizci insanlar kendi kendilerini affeder mi, ya da nasıl affeder?
“İnsanlar neden terör gruplarına katılıyor” konusunu Sri Lanka’nın “Tamil Eelam Kaplanları” üzerinde araştıran Prof.Arie W.Kruglanski, “kendine güven” olmayan durumlarda “aidiyet” konusunun önem kazandığını söylüyor. Yani çocuk ya da genç olduğu için ya da hayatta başarılı olamadığı için kendine güvenemeyen insanlar, güveni aidiyet yoluyla kazanmaya çalışıyorlar. Bunu “futbol takımı”, “politik parti”, “din”, “ırk”, “milliyetçilik” gibi çeşitli başlıklar altında sunmak mümkün..
Dini inanış da, aidiyetler arasında en önemlilerinden birisi, Bir yandan toplumda çok önemli bir yapıştırıcı ve yönlendirici ama başta da söylediğimiz gibi eğer kötü elleri düşerse, yönlendirmesi kötü hatta feci hale dönüşüyor.
Bu ve benzeri olaylar, sorgulamanın önemini bir daha ortaya koyuyor. Hem kendimiz olarak, hem de çocuklar adına. Çocuklar dinlerini öğrenmeliler ama farkındalıklarının da yüksek olması önemlidir. Öğrenmeliler ama ilk kez Atatürk zamanında açılmış İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültesi mezunlarından. Kerameti kendinden menkul şeyh ya da hocalardan değil. Çocuklarımızı aile içinde —en azından sorgulama konusunda— eğitmeli ve hatalarında geliştirici olmaya çalışmalıyız.
Yerel ya da merkezi yönetimlerin de bu konuda hassas olmaları lazımdır. Çünkü devlet halkını her türlü korumak için vardır. Üstünü kapatmak için değil.
Bu dizinin gösterdiği başka önemli bir husus da şu; bu olayda 2 emekli kişi, sosyal medyayı da kullanarak çaba göstermişler. Bunun ders olması lazım. Yani devlet, din kurumları, okullar vs’den doğruyu yapmasını beklemek yetmez. Ayağa kalkıp, hesap sormak ve sorumlulukları hatırlatmak gerekli.
Sinemanın önemini de bu dizide görüyoruz. Yerel (hatta ABD çapında yönetici) kilise yıllardır bilgileri olduğu halde —papaz, Kelough lisesinden önce kilise rahibi iken bir erkek öğrenci tarafından “taciz” ile raporlanmış ama kilise olayın üstünü, rahibi kız okuluna atayarak kapatmış— hiçbir şey yapmamış. Tam tersine din zarar görür düşüncesi ile olayların üstünü kapatmış. Ama, 2 eski öğrencinin çabasının bir dizi film olmasından sonra kendine çeki düzen vermiş. Bu konuda gerekli adımları atmaya başlamışlar. Yani sinemanın böyle bir baskısı olmuş.
Aynı şekilde, yıllarca önce bazı notları kayda alan gazeteci de, olayda hem fiili olarak, hem de bu eski haberleri yaptığı için yol gösterici olmuş. Olayın çözülmesinde bu gazetecinin de büyük payı var. Bu da basının faydalı bir kullanımı olmuş.
Üzücü bir diziydi. Ama hergün orada ya da burada yaşanan olayların bir örneği. Burada önemli olan; 2 öğrencinin öğretmenlerine, hakkaniyete/adalete bağlılıklarıydı ve gözümü yaşarttı. Hem öğretmenlerine görevlerini yapmışlar, hem de farkındalığı arttıran bir hareket yaratmışlar. Üstelik açtıkları Facebook grubu ile de kurbanlara bir ortam sağlamışlar, destek oluşmasını sağlamışlar…
Bu tür insanları seviyorum… Sorumluluk üstlenen hoş insanlar…
[1] Pensilvanya'daki Katolik rahipler 'binlerce çocuğu taciz etti’ [2] Umberto Eco [3] The Keepers Official Group - Justice for Catherine Cesnik and Joyce Malecki [4] Buried In Baltimore: The Mysterious Murder Of A Nun Who Knew Too Much [5] Konya'daki o şeyh hakkında bir genç daha şikayetçi oldu [6] Yine taciz yine ensar: Tutuklu sapık da Ensar Vakfı başkanıymış [7] Arie W. Kruglanski