İlk bölümde oraya, buraya gönüllü olarak verdiğimiz bilgilerimizin, bizi nasıl “ÜRÜN” haline dönüştürdüğünü, “Reklamcılık sektöründe, kitleselden bireysele geçişi”, Google, Facebook’un reklamcılığının arka planını ve “Amerikan seçimlerindeki hileli haberlerin düzeyini” anlattık.
Bu bölümde, Obama ve Bill de Blasio’nun seçimleri kazanmasında İnterneti Nasıl Kullandıklarına bakalım. Bir sonraki bölümde ise, Trump’ın nasıl kazandığını anlatıyor olacağız.
7 Kasım 2008 tarihli New York Times’a bakarsanız şöyle diyor [1];
“Kennedy’yi kazandıran TV’du. Obama’yı kazandıran ise İnternet Oldu. Huffington Post başeditörü Auffin Huffington:
'İnternet olmasaydı Barack Obama başkan olmazdı. Çünkü Internet olmasaydı Barack Obama aday olamazdı’ dedi,”
Howard Dean'in 2004 yılında Joe Trippi tarafından yürütülen seçim kampanyası yüz binlerce insandan küçük paralar (crowdfunding) toplayarak, Amerikan siyasi hayatında bir çığır açıyordu. Ancak, Obama'nın etkileşimli Web 2.0 araçlarını kullanması [2], destekçileri örgütleme, seçmenlere reklam verme, saldırılara karşı savunma yapma ve partinin yönetimi ile iletişim kurma biçimini değiştirdi.
Obama, Amerikan seçimleri için gerekli olan gönüllü orduya ve organizatörlere duyulacak ihtiyacı İnternetle karşıladı ve binlerce taraftarını bu sayede örgütledi. Obama'nın kampanyası, ücretsiz reklamcılık için YouTube'dan yararlandı. Trippi, videoların televizyon reklamlarından daha etkili olduğunu savunuyordu çünkü izleyiciler televizyon şovlarını kesintiye uğratmak yerine onları izlemeyi tercih ettiler.
Trippy, “Kampanya çerçevesinde YouTube için yaratılan videolar 14.5 milyon saat boyunca izlendi. 14.5 milyon saatlik televizyon reklamı satın almak 47 milyon dolardı.” diyor.
İnternet ayrıca, seçmenin saldırılar karşısında adayların kendi sözlerini tekrar tekrar dinlemelerine veriyor. Bu nedenle Rahibe Jeremiah Wright'ın saldırısına karşı, insanlar Obama'nın ırk konusundaki konuşmasını tekrar izleyebilirlerdi. YouTube'deki 37 dakikalık konuşmanın 2008’de haberin yayınladığı zaman kadar 6,7 milyon kişi izlediği belirtiliyor.
Obama ilk dönem seçiminde sosyal medyayı iyi kullanmış olabilir ama sosyal medyanın fonksiyonunu daha net gördüğümüz politik olay, 2014 New York Belediye Başkanlığı seçimleri oldu.
ABD’de bir “solcu” Belediye Başkanı seçilebilir mi? Hem de “tatlı su solcusu” değil, 1980’lerde, ABD’nin arka bahçesi Güney Amerika’daki ülkelerden Nikaragua'da kendi ülkesinin desteklediği rejime karşı savaşan Sandinista Gerillaları için para toplamış, yemek ve ilaç sağlamış ve bunları bizzat Nikaragua’ya taşımış birisi...
Bill de Blasio [3], 2014 New York Belediye Başkanlığı seçimlerine adaylığını koyduğunda, kimse kendisine şans tanımamıştı. Belediye başkanlığı adaylığı için son anda başvurmuştu ve sadece kendi partisi olan Demokrat'lardan bile 9 rakibi vardı. Belediye Başkanlığı seçim kampanyaları dönemine bakıldığında da, başta medya olmak üzere kendisi aleyhine pek çok faktör vardı. Örneğin seçim kampanyasını yürüten insan sayısı, diğerlerine nazaran son derece azdı. Zaten kampanya yürütecek parası da yoktu. Bu nedenle bütün seçim süreci boyunca değil, sadece seçimin hemen öncesinde 3 reklam verebilmişti.
Nasıl olabilirdi ki; “yerleşik düzene karşı bir aktivist” olarak bilinen, Blasio, eski belediye başkanı Bloomberg’in ve rakiplerinin çoğunun aksine orta düzey bir aileden geliyor ve kendi ailesi de orta düzey gelire sahip. Seçim sürecinde geleneksel medya Blasio'nun aleyhine çalıştı. Önceleri rakiplerinin her adımını haber yapıp, Blasio'dan haber vermezlerken, sonraları tam tersine Blasio'nun negatif olan yönlerini ortaya çıkaran haberler yaptılar. Malzeme de boldu; sadece “solculuk” değil, bir zamanlar lezbiyen olduğunu ilan eden siyahi karısı, uyuşturucu sorunu olan kızı, polis tarafından yerel bir hastanenin kaldırılması protestolarında tutuklanması gibi pek çok konu vardı.
Ama Blasio, geleneksel medyanın artık nasıl önemsiz hale geldiğini, buna karşılık internet ve sosyal medyanın nasıl yükseldiğini gösterdi. Üstelik rakamlarla; Global + Hill Knowton firması bunu analiz etmiş. Digital Engagament Index yaratıcısı ve Hill+Knowton Strategies Teknoloji yöneticisi Joe Handler konu hakkında şöyle diyor. “Blasio’nun oğlu Dante’nin çalışmaları viral halde yayıldı. Blasio bu emekler sayesinde digital bir şehri temsil edebilecek kişi olarak görüldü. “ Digital Engagement Index'e göre, Blasio, digital alanı en güçlü kullanan aday oldu. Öyle ki digital alanı kullanma yeteneğinde en yakın adaya 2 kat fark atmış. Baruch School of Public Affairs'den Profesör Doug Muzzio bu konuyu şöyle özetliyor:
"Kişisel, sosyal ve politik iletişim açısından yeni bir çağda yaşıyoruz ama 2013 New York seçimlerinin, Bill de Blasio dışındaki demokrat ve cumhuriyetçi adayları, 1990'ların kampanyalarına benzer bir seçim kampanyası yürüttüler" Peki sonuç ne oldu; merak edenler için Aşağıda H + K Strategies'in Digital Engagement index'de her adayın aldığı puanı veriyoruz. Bu rakamlar 15 temmuz-10 ekim 2014 arasında analiz edilmişler. 100 üzerinden hesaplanmış ve basitçe adayların sosyal medya üzerinde mesajlarının yayılma oranına ya da favori seçilmelerine bakılıyor.
Belediye seçimleri ile ilgili mesajlara "like" vermek oranı % 10'da kalmış ama seks skandalı yaşayan Weiner hakkındaki kötü mesajlara bakma oranı % 20 olmuş.
Şimdi bu anlattıklarımızdan ne anladınız?
Ben şunu anladım. Amerikalılar interneti kullanmayı biliyor ve adım adım da geliştiriyor ama Türk politikacılar henüz 20ci yüzyılda yaşamaya devam ediyorlar.
Acaba öyle mi? Bence bunun bir istisnası var. AKP… Bunu da son bölümde anlatacağız. Bizi takip etmeye devam edin… :)
[1] How Obama’s Internet Campaign Changed Politics [2] Baracak Obama [3] https://en.wikipedia.org/wiki/Bill_de_Blasio