2019'da "fiber altyapı" konusunda konuşma yaptığım bir konferansta "Ben artık bu konuda yazmaktan bıktım, 10 yıldır yazıyorum bir şey olmuyor" dedim[1]. Bunu birtakım yazı ve konuşmalarımda da 2-3 yıldır diyordum. Ama 2 gün evvel seyrettiğim bir belgesel bana ders verdi, utandırdı.
Gazeteciliğe sonradan girdim. 1996'da kurulan, ortaklarından ve genel müdürü olduğum Alemdar Holding'in yan şirketi İnternet Servis Sağlayıcı Alnet'in 1997'de Türk Telekom'dan 256 Kbps internet hattına karşılık gelen 130 bin dolarlık fatura sonucu kapanması olayını yazacak (ve de anlayacak) gazeteci bulamadığım için turk-internet.com'u açtım ve sonra kendim de girmiş oldum. Bu ayrı bir hikâye. Ama o zamandan beri "gazetecilik" konusunu anlamaya çalışıyorum. Bu nedenle "gazetecilik" konulu yazıları, kitapları okur ve filmleri seyrederim.
Amerikan gazeteciliğinin başarıları Watergate Skandalı ve Pentagon (Vietnam) Papers ile anlatılır [2]. Her iki hikâyeye ait konunun gazetecilik tarafını gösteren filmleri de seyrettim (en alta fragmanlarını koyuyorum), okumalar yaptım. Ama her iki olayı daha kolay olacağı için filmler üzerinden anlatalım.
Watergate Skandalının gazetecilik tarafına ait film olan Derin Gırtlak (Deep Throat) adı verilen bir kaynağın -ki şüphelenildiği gibi Mark Felt olduğu 2005'te ortaya çıkmış- belgeleri sızdırmasını anlatır. Sonraki haberler (ve "Mark Felt: Beyaz Saray'a Yıkım Getiren Adam" fiminden görüldüğü üzere), hükümetin içindeki bir çekişme -yani Nixon hükümetinin FBI'ın başkanlığına yıllarca yapışmış olan Hoover ile mücadelesi- ile ilgili olarak bu belgeler sızdırılmış. Gazetecilik sızan bilgileri ala ala devam eder.
Pentagon (Vietnam) kağıtları ise son yayınlanan "The Post" filminde görüldüğü üzere, bakan Mc Namara'nın yazdırdığı Vietnam raporunda, savaşın kazanılamayacağını gören ve Amerikan gençliğinin heba olmasına engel olmak isteyen Daniel Ellsberg belgeleri alıp New York Times yazarı Neil Sheehan'a verir.
Her iki olayda da gazete sahipleri haberin basılması ve halkın haberdar olması konusunda büyük bir tartışma içine girerler ama sonunda cesaretle basarlar. Bununla da tarihi değiştirirler. Bu gazetelerin bir ülke yönetiminde "dördüncü kuvvet" olmalarının en önemli örnekleridir.
Ama bence gerçek gazetecilik başarısı The Sunday Times'ın "Thalidomide" hikâyesidir (olaya katılan gazeteciler hikâye değil kampanya adını veriyor çünkü 10 yıl sürmüş bir haber macerası bu). Pes etmemiş.
"Efsanevi" olarak anılan ve geçen eylülde 92 yaşında vefat eden editörü Harold Evans, bir önceki editör Denis Hamilton tarafından davet edilerek 1967'de The Sunday Times'ın başına geçmiş. Gazetecilik mantığını anlatırken, Northern Echo editörlüğü için masasına ilk oturduğunda, Viktorya döneminin efsanevi İngiliz gazetecisi olan W. T. Stead'in 19. yüzyıl sonunda yazdığı mektubu görüyor. Bu mektupta Stead, gazete sahiplerine "Şeytana saldırmak için verdiğiniz bu harika fırsat için teşekkürler" yazmış.
Evans da gazeteciliği böyle yorumluyor: "Şeytana Saldırmak." Filmin adı da buradan geliyor. "Kollarını açıp duvara çarpmak" cümlesi de ona ait.
Filmi izlemenizi tavsiye ederim. Çünkü Harold Evans tarafından 10 yıl boyunca, önce Northern Eco'da başlayıp, The Sunday Times'ta sürdürülerek ortaya konulan "Thalideomide" faciasında,
Bu arada Evans'ın tek önemli haberi bu değil. Rahim kanseri için ülkede "smear testi" başlatılmasını, İngilizlerin istihbarat ajansındaki üç çift taraflı casusla ilgili haberi, ölüm cezasının kaldırılmasına giden bir haksız idam davası ve pek çok diğer habere imza atmış.
Eylül 2020'de 92 yaşında vefat eden Harold Evans'ın kendi sesiyle de, anlatılan hikâyeden çok şey öğreniliyor. Filmde yer alan Guardian eski editörü Alan Rusbridger, bu olaydan sonra meydana gelen değişiklikler konusunda Evans'ın iki önemli katkısını
olarak özetliyor. Evans filmde diyor ki;
"Bir gazetenin başlattığı kampanya uzun soluklu olmalıdır. Çünkü özellikle bürokrasinin katılığı çok güçlüdür. Ayrıca damlanın göl olması zaman alır. Ünlü bir Amerikalı editör şöyle demiş; Bir gazetecinin açtığı kampanyadan bıktığı an, halkın o kampanyayı fark etmeye başladığı andır."
Son olarak benim bu filmde gördüklerim de şunlar:
Son 10 yıl içinde, fiber optik altyapımızın bilerek geri bırakıldığının farkına vardığımda, -ne olduğunun anlaşılabilirliğini sağlamak için- genişbant sayısı (mobil telefonları da dahil ederek) yerine fiber kablo kilometresini gündeme getirmiştim. Ancak 5-6 yıllık yazımdan sonra, bu konuda toplumun çok ses çıkarmadığını görünce bıktım. Yukarıda geçen "gazetecinin kampanyasından bıktığı nokta, halkın kampanyayı farkettiği andır" cümlesi anlaşılan doğru. Çünkü ben bıktım ama halk fiber optik şebekenin kötü durumda olduğundan bahsetmeye başladı. Dolayısıyla ben de "10 yıl oldu" demeyeceğim ve fiber şebekenin kötülüğünü yazmaktan vazgeçmeyeceğim". Size de tavsiyem, gazeteci olun ya da olmayın yanlışlıkları söylemekten vazgeçmeyin.
Bir başka yazım ise İnternet devleri çağında gazeteciliğin ne kadar kötü etkilendiği üzerine ve 4-5 bölüm olacak. Size günümüzden farkında olmanız gereken şeyler anlatacağım.
Watergate Skandalına ait 2 film (ilki skandalın ortaya çıkışını, ikincisi derin gırtlağın kim olduğunu anlatıyor)
https://www.youtube.com/watch?v=DC3YFyah_Yg
https://www.youtube.com/watch?v=c34BtMNwTzE
Pantagon Papers'ın basımını anlatan film
https://www.youtube.com/watch?v=nrXlY6gzTTM
[1] Kutupsal Kodlar'ın mucidi Prof. Dr. Erdal Arıkan’dan 5G anlatımı
[2] Amerikan basınının SpotLight filminde gösterilen türden başka başarıları da var. Ama bu ikisi çok fazla konuşulduğu için onlardan bahsettim.