Albert György'nin, Cenevre Gölü'nün kıyısında bulunan Melankoli adını verdiği heykeli, insanın, uygarlık tarihindeki halinin anlatısı gibi.
Muhtemel ki yüzyıl, beş yüz yıl ya da bin yıl önce yapılmış olsa, o çağdaki insanlar da heykelin anlattığını bir çırpıda anlayacaktı.
Kimi ölüme yenik düşen sevdiğini, kimi eksik çocukluğunu, kimi yitirdiği ve artık bulma ihtimalinin olmadığını düşündüğü aşkını bulur o boşlukta. Kimi hiç yaşamadıklarını…
Ve hepsi sevilmediği, yeterince sevilmediği, istediği gibi sevilmediği, artık sevilmediği günleri işaret eder boşluğa baktıkça.
* * *
Anna Llenas da 'Boşluk' adını verdiği çocuk kitabında, göğsünün tam ortasındaki büyük boşluğu bir türlü dolduramayan Julia’nın denediği yolları anlatır.
Sonunda bütün insanlarda aynı boşluğun olduğunu fark etmesini, boşluğun asla bütünüyle olmasa da nasıl doldurulacağını keşfetmesini…
Boşluğun varlığı kesin ve tartışmasızdır. Asla dolmayacağı da…
Bazı insanlar gerçekten Julia gibi boşluğu doldurmak için yolculuğa çıkar, bazıları boşlukla yaşamayı kabullenir.
Bazıları ise boşluğu reddeder, yokluğuna inanır ve yokmuş gibi yaşar. Onlar için bir önemi yoktur eksilmenin, dünya hallerinin eksilmez bir parçası olmanın.
Bazıları olmadık yollar dener. En olmayacakları, olmaması gerekenleri…
En kötüsü galiba; bazıları ise vazgeçer.
Kendinden vazgeçer, biriktirdiklerinden, olmak istediklerinden, hayallerinden, bulmayı umut ettiklerinden, şiirden, öyküden, romandan ve sihirden vazgeçer.
Karıştırılan isimler, silik yüzler, grileşmiş saatler, iktidar, para ya da ezbere yaşanan günler kaplar yaşamının tamamını. Sonrasında, yaşamı bitene kadar, sorulmayan sorulardan kaçarak, unutarak ya da hatırlayacaklarını seçerek ve buna rağmen daha iyisinin olabileceğini umarak tamamlar hayatını.
Çevresi sevgisizlikle betonlaşmış o boşluk, suçlusudur tüm yaptıklarımızın.
Geçmişte bir yerde duran o büyük sevgisizlik, haklı olmak gücünü verir insana.
Her yapılanın bir nedeni vardır mutlaka.
Hakikatle yalan öylesine karışır ki birbirine, kim olduğunu bilemeyeceğin bir insan çıkar ortaya. Bütün hataların şeytanı gösterilen sevgisizlik, böyle aktarılır kuşaktan kuşağa.
* * *
2019’da kadınlar yine öldürüldü, dövüldü, aşağılandı, yok sayıldı.
Karanlık bir yurt köşesine mahkum bırakılmış çocukların istismar edildiği haberleri normalleşti yine.
Boşluğu, nedenini, inceliği zerre umursamayan insanlar, yine cezaevlerinden kimlerin bırakılıp, kimlerin orada kalacağına karar verdi.
Bile isteye can yakan birileri birkaç gün cezaevine konulup yeniden bırakılırken, başka şansı olmadığından kendini bir cehennemin içinde bulan insanlar günlerini duvarların arkasında geçirdi.
Sadece başkalarının da aşkı, sevgiyi, yazı, kışı, baharı düşünecek imkânı olsun diye söz söyleyen öğrenciler, akademisyenler, sendikacılar, yazarlar, gazeteciler cezaeviyle tanıştı geçen yıl.
Selahattin Demirtaş, Osman Kavala gibi suçları olmadığı uluslararası yargı tarafından karar altına alınmış isimler koca bir yılı, geçen yıl olduğu gibi, yine cezaevinde geçirdi.
Tahir Elçi’nin, faili meçhul olarak kayda geçenlerin, Berkin Elvan’ın, Enes Ata’nın, Mahsum Mızrak’ın ve diğer çocukların kim olduğu gayet iyi bilinen katilleri yine cezasız kaldı.
Liste uzayıp gidiyor. "Geçen yıl olduğu gibi" başlayıp, "yine böyle geçti" diye biten uzun yazılar yazmak mümkün.
* * *
Uygarlık tarihi boyunca verilen, anlamların birbirine karıştığı, en sonunda "herkes iyi, herkes kötü" denilerek çare bulunmaya çalışılan mücadele bitmez elbette.
Ama boşluktan rahatsız olan Julia’nın kitapta keşfettiği gibi, zaten var olan o büyük boşluk zaten dururken bir yanda, asla alanı daraltılamayacak ağır boşluklar oluşturuluyor hayatta. Ağır, çok ağır kayıplarla.
Ve yine Julia’nın keşfettiği gibi, hatalar bir yana, "herkes iyi, herkes kötü, anti kahraman" tanımlarına sığmayan, bile isteye yapılmış günahlar ve kötülük diye bir şey var.
Yalan var, kandırma var, kendini düşünme var, sevmediği için yok etme var, yok sayma, önemsememe, bütün dünyanın izinden gidip, sadece özgürlük saydığı bir zamanı yaşamak için küçük ve huzurlu bir dünyanın üzerine basıp geçme var.
Hepimizi içine çeken, tutsağı olduğumuz büyük bir kara delik var.
* * *
Ama yılın en uzun gecesinde bir nar kırarsan zemherinin bir çırpıda atlatılacağını, hamsinin kolay geçeceğini, baharın cıvıl cıvıl geleceğini anımsatan insanlar da var.
Boşluğuyla barışık, barışmış gibi yapmak yerine yüzleşerek, acı çekerek, anlatarak, kendisine söyleyerek, hakikatin ne olduğunu bilerek bir hikâyenin güzelliğine sığınan ve kıymetini bilen insanlar...
Mevsimlerin, günlerin, gecelerin üzerine bir boncuk işleyen, bir güzel söz söyleyen, değişen, değiştirebilen, inanan, inandırabilen, boşluğun karanlık büyüsüne kapılmamış, bir zaman kapıldığını inkâr etmeyen, öyleymiş gibi gözükmeyen insanlar var.
Daha iyinin, umudun, sevginin dileyerek değil inşa ederek gelebileceğini anlatan, öğreten, inandıran insanlar…
* * *
Zaman, vedalaşma fırsatı bulamamış olsanız bile, vedalaşmayı size zorla öğretir.
Bazen bir gölgeyle, bazen bir eşyayla, bazen bir mezar taşıyla vedalaşırsınız. Bazen uzun uzun bakarak boş bir sandalyeye…
Vedalaşmak için bir fırsat da yoktur aslında. İnsan, o dakikanın, o saatin, o günün, o mevsimin, bir tekrardan ibaret olduğunu düşünür çoğu zaman. Hep böyle sürüp gideceğini, usanabileceğini, kızabileceğini, gerçeği saklayabileceğini, hiçbir şeyi değiştirmeden, hakikatten uzak, var olana böyle alışılıp gidebileceğini…
Vedalaşabilmek, sadece, hayatın çok şansı olanlara tanıdığı bir ayrıcalıktır…
Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1977’de kaleme aldığı çocuk kitabı, "Balina ile mandalina"da vedalaşabilmenin ve nasıl vedalaştığının kıymetli olduğunun hikâyesini de anlatır.
Bir çocuğun elinden kuzeyin soğuk sularına düşen mandalina ile balinanın garip dostluğunu…
Balinanın, mandalinayı, doğasına aykırı olmasına rağmen, güneye götürme çabasını:
"Düşündüm uykun sürerken/ Buralar sana göre değil/ Ayrılmak istemem ya/ Ülkesine götüreceğim mandalinamı/ Üşümen bitsin diye/ Sevdiklerine ulaşasın diye/ Senin mutluluğunu, senden çok seviyorum diye…"
İlhan Selçuk’un dediği gibi, "Her insan yaşamı boyunca kendi heykelini yontar…"
Kimseyle vedalaşmak zorunda kalmadığınız, mutlaka vedalaşmak gerektiğinde, misal bazen bir kediyle, bu olanağı bulabildiğiniz; karşınıza geriye kendisinden güzel bir heykel kalması için uğraşan, mutluluğunuzu sizden çok sevenlerin çıktığı bir yıl olması dileğiyle…