Sırrı Süreyya Önder, sanki kaçıyormuş, sanki daha önce cezaevi kapısına kendisi gitmemiş, sanki herhangi birine bir şiddet uygulamış gibi götürülüyor.
Kollarında iki polis, mühim bir "yakalama" yaptığı inancında. Meşruiyet zemini sonsuz, istediğin kadar poz verebilirsin.
Ayhan Bilgen için zırhlı araçlar getirilmiş. Bu memleketin görebileceği en hümanist, en makul, en zarif insanlarından biri için…
Alp Altınörs, dört yıl önce gözaltına alınırken nasıl başı dik duruyorsa, yine öyle. Başını enseden iterek eğmeye çalışan polise net biçimde söylüyor diyeceğini:
"Başımı eğmeye çalışma…"
Kobani olayları nedeniyle, tam 6 yıl sonra, zaten tamamı soruşturulmuş bir bölümü eski HDP yöneticileri, milletvekilleri hakkında yeni bir operasyon başlatılıyor. 82 kişi hakkında gözaltı kararı var. Ve aslında operasyonun sadece yapılıyor olması yeni…
Ve bir de operasyona paralel, sosyal medya mesajları gerekçe gösterilerek başlatılan bir başka operasyon yürütülüyor aynı saatlerde. Zaten gözaltına alınmış, sorgulanmış gazeteci Hakan Gülseven gibi isimler, bu operasyonda gözaltına alınıyor. İsimler, adresler, gözaltılar, birbirine karışıyor. Türkiye normali…
Önce 6 yıl önceye dönmek lazım.
İktidarın, sadece vahşi bir biçimde öldürülen Yasin Börü üzerinden halka anlattığı olayların Diyarbakır'da, Muş'ta, Siirt'te yansıması pek öyle değil zira.
Hükümetin politikalarına stratejik derinlik sağlamak için kurulan SETA'nın hazırladığı dosyada, 51 kişinin yaşamını yitirdiği olayların kimin çağrısı ile nasıl başladığına yönelik iddialar sıralanıyor ancak kimin ölümlerin faili olduğuna yönelik herhangi bir bilgi bulunmuyor.
Efe Kerem Sözeri'nin, hazırlanan tüm raporları analiz ederek kaleme aldığı ve doğruluğu raporlarla sabit yazıya göre ise 6 - 8 Ekim olaylarında ölenlerin 26'sı HDP'li. HDP'ye göre ise ölenlerin yüzde 90'ı partili.
Raporlara ve Sözeri'nin derlemesine göre, olaylarda hiçbir biçimde yer almayan iki kadın evlerinde, biri kurşunla, diğeri gaz bombası ile hayatını kaybetti.
8 yaşındaki Rojavalı Beşir Remezan Arif, sınırdan geçmek isterken açılan ateşle öldürüldü.
Siirt Kurtalan'da aynı zamanda korucu olan belediye başkanının yakınlarının kalabalığa açtığı ateşle iki kişi yaşamını yitirdi.
Ölenlerin içinde iki polis, üç devlet memuru da var.
Elbette bu ölümlerle ilgili esaslı bir soruşturma yürütülmedi, failler ceza almadı.
Hak savunucularının ısrarla gündeme getirdiği hakikatleri araştırma komisyonu tipi yapılar, tam da bu ve benzeri olaylar için var. Gerçek tablonun ortaya çıkartılması, kimden, hangi görüşten olursa olsun cinayet işleyenlerin yargılanması için…
Ama bir de HDP'lilerin her akla geldiğinde gözaltına alınmasına neden olan süreç var.
HDP MYK'dan yapılan, zaten süren Kobani eylemlerine destek çağrısı, sanki hiç protesto yapılmamış ve bu çağrı ile her şey başlamış gibi sunuluyor.
Ancak işin aslı, o çağrıdan günler, haftalar önce başlayan olaylar var.
O konjonktür; devam eden çözüm süreci kapsamında, PYD yöneticileri ile hükümetin Ankara'da görüşmeler yapması, İmralı'ya hükümet politikaları ile heyetler yollanması, Kobani olaylarından önce ve sonra PYD ile temasların sürdürülmesinden bağımsız değil.
O konjonktür, Kobani olaylarından sonra, 7 Haziran 2015 seçimine kadar geçen süreçte, çözüm sürecinin devam etmesinden de bağımsız değil.
Cezaevindeki, dönemin HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, mahkemedeki savunmasında, o dönemi şöyle anlatıyor:
"Kobani için dayanışma gösterileri, HDP MYK'nin 6 Ekim toplantısından çok önce başladı. Çağrı sonrasındaki 24 saat boyunca da gösterilerde şiddet yaşanmadı. 25 gündür Türkiye'nin her yerinde devam eden protestolar vardı. 7 Ekim öğle saatlerinde gösteriler azaldı. 7 Ekim günü, Muş Varto ilçesinde öğlen saatlerinde, 14.30 gibi, bir haber basına düştü; 'Bir kişi, polisin açtığı ateş sonucunda hayatını yitirdi.' 25 yaşında, Hakan Buksur. Kobani olaylarının ilk şiddet eylemidir. Katledildi… Biz açıklama yapmışız, aradan neredeyse bir güne yakın bir zaman geçmiş, hiçbir şiddet olayı yok. Gösteriler de durulmuş neredeyse. Fakat bakın aynı saatte, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ayın 7'si, yine 14 sularında Gaziantep'te, mülteci kampında konuşma yapıyor. Diyor ki 'Kobani düştü düşecek.' Altındaki provokasyonları anlatmak için bunları söylüyorum. Cumhurbaşkanı bunları istedi falan da demiyorum. Öyle savcının yaptığı gibi, savcı benim üstüme atsın, ben de onun üstüne atayım değil. 6 - 8 Ekim olayları sırasında Van'da araçları ateşin içine iten bir polis panzerinin görüntüleri var. Bunun mahkemede izlenmesini istiyorum. 7 Ekim öğleden sonra provokasyonların farkına vardık ve İçişleri Bakanı ile koordinasyon halinde, bütün şiddet eylemlerini durduracak, provokasyonları durduracak tedbirleri almaya çalıştık. İçişleri Bakanı Efkan Ala gelsin, şurada anlatsın. Kendisi dürüst bir insandır tanıdığım kadarıyla, herhalde hiçbirini inkâr etmez. Ankara milletvekili Sırı Süreyya Önder aracılığı ile görüştüğümüz Efkan Ala, 'Bizim kontrol edemediğimiz güvenlik güçleri var' dedi. Olayların sonrasında üç gün boyunca bize suçlama yöneltilmedi, 11 Ekim'de ise sistematik bir suçlama kampanyası başlatıldı. Ayın 8'inde bizi suçlayan yok, çünkü gece gündüz temastayız. 9'unda bizi suçlayan yok. Bırakın suçlamayı, beraber hareket ediyoruz. İmralı'dan not getiriyoruz, birlikte okuyoruz, koordine ediyoruz, şiddeti durdurmaya çalışıyoruz, suçlayan yok. Ayın 10'u oluyor suçlayan yok. Ayın 11'inde bir açıklama yapılıyor: 'Demirtaş'ın açıklamasıyla sokağa dökülen halk 54 kişiyi katletti. Katil Demirtaş…' … 763 tane makale benim ismimle yazıldı, 'Katil Demirtaş…' Size soruyorum, dosyanızda var mı Demirtaş'ın yaptığı çağrı?"
HDP'li olmaya, HDP'nin çağrısını savunmaya, gözü kapalı biçimde ne yapılırsa yapılsın onay vermeye gerek yok.
Aksine, HDP ile yolu bütünüyle ayrı olanların, hakikati talep etme zamanı.
Demirtaş'ın iddiaları araştırılabilir misal. Ki zaten mahkeme savunması bu… Mutlaka araştırılması gerekir.
Zira Demirtaş'ın savunması bir şey daha anlatıyor.
Anlattığından da farklı bir şey…
Demirtaş, yargılandığı ana davada, Kobani olayları ile ilgili neden savunma yapıyor?
Yapıyor, zira davanın ana konularından, suçlamaların önemlilerinden birisi de Kobani olayları.
Demirtaş, ilk tutuklandığı dönemde dosyasına konulan bu fezleke nedeniyle savunma yapıyor. AİHM'nin, yargılanmasını haksız bulduğu, şu anda mahkemenin de "tahliye" kararı vermiş olduğu dosya…
Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen, daha önce Kobani soruşturması kapsamında 7 ay tutuklu kalıp, Anayasa Mahkemesi'nin "hak ihlali" kararı doğrultusunda tahliye edildiği dosya…
Ve yine anımsamak gerekiyor. Demirtaş, bu dosya ile ilgili AİHM kararı doğrultusunda serbest bırakılmasın diye apar topar, İstanbul'da yaptığı konuşma nedeniyle verilen cezası onandı. Bu karar doğrultusunda Sırrı Süreyya Önder de cezaevine konuldu. Ve cezanın infazı biterken, Yargıtay Başsavcılığı, bu cezaya ilişkin kararın bozulması yönünde tebliğname hazırladı.
Önder tahliye edilirken, Demirtaş için de tahliye kararı verilmesi bekleniyor. AİHM, kararı doğrultusunda ana davada da nihayet tahliye kararı verilmişti. Ancak Ankara Başsavcılığı, aniden, zaten yargılama konusu olan Kobani dosyasını açtı ve Demirtaş ile Figen Yüksekdağ hakkında yeni tutuklama kararı verdi.
Şimdi, bu dosyanın devamı, Demirtaş'ın cezaevinde kalması için yürütülen soruşturmanın içi, zaten bu konuda sorgulanmış, yargılanmış isimler gözaltına alınarak sürdürülüyor.
Demirtaş'ın ana davası ile ilgili AİHM Büyük Daire'nin beklenen kararını açıklamasından hemen önce…
Gündem değiştirmek ve susturmaktan çok daha fazlası yaşananlar. Bir siyaset dizaynı, bir yok sayma, yok saydırma operasyonu.
Sağ siyasetin ise "hukuk" yerine "hamaseti" esas aldığı zaten biliniyor.
"Demirtaş ve HDP'liler Kandil'in esiri… İnsanlar öldü sokakta… Şehitlerimiz var… Bu ortamda mahkemeler nasıl böyle kararlar verir? Vs. vs…"
İktidar olmayı ve olanakları yerine memleketin hâli ve ahvali esas alınsa, ısrarla seçime giren, siyaset zemininde kalmayı seçen HDP tipinde bir siyasi hareketin daha fazla sistemle barışık olması yönünde çaba gösterilir.
Ama Türkiye'de öyle olmuyor.
Israrla radikalleşmesi, marjinalleşmesi isteniyor nedense!
Ama zaten memleket gerçekten düşünülse, helikopterden atılan insanlarla ilgili iki kelam edilir, Anayasa Mahkemesi kararıyla, savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürüldükleri kabul edilen köylülerin durumu, 20 yıl sonra da olsa gündeme getirilirdi.
Muhalefet, kriminalizasyondan ürkmek, seçimi esas almak yerine, bir hukuk devletinde olması gerekeni konuşurdu.
Hangi görüşten olursa olsun insanlar ve siyasetler, sağa sola yalpalayıp, farklı kavramlarla yaşananları görünmez kılmak yerine, tutum alırdı.
Hayır, hiçbiri yok yine elbette… İki slogan, körüklenen nefret söylemi ve özgürlüklerinden her akla geldiğinde mahrum bırakılan insanlar…
Yargısal süreç adı altında istenilenin, istenildiği zaman yapılabilmesi aslolan…