Bakmayın siz ortalıkta, "gazeteciyim" diye gezenlere.
Gazeteci, gazeteciyi tanır.
Alandan tanır, haberinden tanır, haber kaynağından tanır. Kişisel olarak tanımasa da tanır.
Kimin bir depremde enkaz başında günlerini geçirdiğini, kimin bir patlamada herkes aksi yöne doğru kaçarken olay yerine doğru koştuğunu bilir.
Kimin, ikbalini düşünmeden, sadece haber yapabilmek için iktidarın, muhalefetin, kulislerin peşinde koştuğunu da…
Ama "gazeteci", dünyada en kolay kullanılan sıfatlardan biridir. Hele ki aslında meslekten olmayanların bir propaganda aparatı olarak kullanılmayı gönüllü olarak kabul ettiği ülkelerde, daha da kolay kullanılır.
Türkiye'de uzun bir süredir gazetecinin kim olduğunu tescilleme hakkı olduğuna inanılan bir sistem var.
Basın kartlarını zaten devletin vermesi haklı olarak eleştirilirken, başkanlık sistemine geçildikten sonra bu işi de uhdesine alan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, artık sadece "makbul" gördüklerine basın kartını veriyor. "Makbul" görmediklerinin bir kısmına bin bir nazla, hal ve hareketlerini izleyeceğini de hissettirerek basın kartını uygun görüyor. Ya da hiç vermiyor.
Yıllarını bu mesleğe vermiş yıllarca insanın basın kartı başvurusu için Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nın sisteminde "incelemede" yazıyor. Neyi, neden ve nasıl inceledikleri elbette muamma…
Kişisel bir yazı değil elbette bu ancak ne hikmetse, 18 yıl basın kartı taşıdıktan sonra iki yıldır "incelenen" isimlerden biri de benim. Tıpkı, benden daha deneyimli ya da daha kısa süredir meslekte bulunan onlarca, yüzlerce gazeteci gibi.
Ama hikâye bununla bitmiyor.
Bağımsız milletvekili Ahmet Şık, hafta başında, helikopterden atıldığı belirtilen köylülerle ilgili önemli bir rapor hazırladı. Rapor, köylülerin gözaltına alındıktan sonra kışlaya getirildiklerini, burada yüksekten, aşağıda bekleyen onlarca askerin arasına itildiklerini, burada öldüresiye dövüldüklerini aktarıyor, belgeler ve tanık anlatımlarıyla.
Raporun çok üzerinde durulmayan, tartışılmayan bir kısmı daha var.
Bu olayı kamuoyuna ilk olarak duyuran Mezopotamya Haber Ajansı muhabirlerinin durumu…
Mezopotomya Ajansı çalışanları Cemil Uğur, Haber Müdürü Adnan Bilen ve Jin News muhabiri Şehriban İba haklarında yürütülen eski bir soruşturma gerekçe gösterilerek, eski MA çalışanı Nazan Sala ile birlikte 6 Ekim 2020'de gözaltına alındıktan sonra 9 Ekim 2020'de tutuklandı.
Van 3. Sulh Ceza Hakimliği'nin tutuklama kararının her yanı garip…
Hakimlik, yaptıkları son haberlerden değil, nasıl akla geldiyse, 6 ay önce açılmış bir dosyayı gerekçe göstererek tutuklama kararı veriyor.
Tutuklama gerekçelerinden biri, "PKK/KCK lehine, devlet aleyhine" haberler yapmaları. Ölçü nedir, insan hakkı ihlalleri haberleştirildiğinde neden örgüte hizmet edilmiş sayıldığı ya da devlet aleyhine neden haber yapılamayacağı, evrensel hiçbir kriterle açıklanamaz elbette.
Ancak tutuklama kararında, garip başka gerekçeler de var.
Hakimlik, gazetecilerin üzerindeki kurum tanıtma kartlarının hiçbir geçerliliği olmadığını, Türkiye'de gerekli şartları taşıyanlara resmi nitelikteki basın kartlarının sadece Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nca verildiğini, "doğal olarak söz konusu şartları taşımadıklarından bu kişilere kart verilmediğini ve basın mensubu olmadıklarının anlaşıldığını" belirtiyor.
Mahkemeye göre, kimin kart taşıma hakkı olduğu tartışması bir yana, kimin gazeteci olup olmadığına karar verme yetkisi de çalışanlarının önemli bir bölümünün hayatında trafik kazası haberi bile yazmadığı Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı…
Dünyada, gelişmiş, demokratik ülkelerde hiçbir uygulama örneği olmamasını bir yana bırakın, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nın kartları nasıl verdiğine bir bakalım.
İletişim Başkanlığı, başvuruları doğrudan reddetmeyip, "incelemede" yanıtı verdiğinden elde az sayıda nadir örnek var.
Basın kartı iptal edilen, Antalya'da uzun yıllardır gazetecilik yapan bir isim, yeni başvurusunun neden kabul edilmediğini, sürekli "incelemede" tutulduğunu araştırdıktan sonra, güç bela, aslında başvurusunun reddedildiğini öğrenebildi.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Antalya Bölge Müdürlüğü'nden gönderilen yanıtta, "başvurunun Basın Kartı Yönetmeliği'nin 6. Maddesi uyarınca reddedildiği" bildirildi.
Yönetmeliğin 6. maddesi, 5 yıldan fazla hapis cezası almamış olmayı, Terörle Mücadele Yasası veya anayasal düzene karşı işlenen suçlardan birinden ceza alınmamış olmasını içeriyor. Tahmin etmek zor değil, başvurusu reddedilen ismin bu suçlarla herhangi bir ilgisi yok.
Ancak Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, istediğini gazeteci ilan etme hakkını kendinde bulduğundan olacak, bir maddeyi gerekçe gösterip, istediği gibi ret yanıtı verebiliyor.
Basın kartının ne önemi var denilebilir. Gazetecilik kartla yapılan bir meslek değil. Ancak mahkemenin bile tutuklama kararını karta bakarak verdiği, özellikle Ankara'da her adımda basın kartının sorulduğu bir ortamda maalesef önem taşıyor.
Mahkemenin kararı genelleşirse, bundan sonra Cumhurbaşkanlığı'nın basın kartını "layık görmediği" isimlerin haberleri için hukuki işlem yapmak da mümkün olacak.
Ancak elbette ne gazeteciliğin nasıl yapılacağına mahkemeler ya da kurumlar karar verebilir, ne gazetecinin kim olduğuna.
Ve zaten, ne olursa olsun, gazeteciler, gazetecilik yapmaya devam ediyor.