12 Eylül darbesinin hemen ardından, Kars Göle'de askeri yönetim, daha 13 Eylül sabahı ilçedeki önemli muhaliflerin neredeyse tamamını gözaltına aldı. Asker, 13 Eylül sabahı, Cemil Kırbayır'ın da kapısını çaldı.
Kardeşi Mikail Kırbayır, şöyle anlatıyor Cemil Kırbayır'ı:
"Cemil Kırbayır, emekçi bir ailenin altı çocuğundan üçüncüsüdür. Eğitim Enstitüsü öğrencisiydi. Sosyalistti. 13 Eylül'de evinde gözaltına alındı. Bir hafta Göle'de kaldı. 17 gençle birlikte Kars Askeri Cezaevi'ne götürdüler. 7 Ekim'e kadar defalarca ziyaretine gittim. Yüz yüze görüşme olanağı yoktu. Pusula gönderiyor, pusula alıyorduk içeriden. Ben cezaevinin kapısından yazıyorum kağıda, halini hatrını ihtiyacını soruyorum. Kapıdaki asker komutanına, o komutan diğer komutanına götürüyor, onay gelirse pusula kardeşime veriliyor, yazdığı yanıt da aynı yoldan bana geri getiriliyordu. En son 7 Ekim'de gittim. Emanetleri vardı. Sigara, giysi, o, bu... Giysilerini gönderdim. 'Merak etme, durumum iyidir' diye bir pusula geldi."
Mikail Kırbayır, kardeşini gözaltına alındıktan sonra hiç göremedi. Öldürüldükten sonra cansız bedenini de göremedi.
8 Ekim 1980'de cezaevindeki 4 arkadaş sorgulanmak üzere Cemil Kırbayır'ın okuduğu okul olan ancak işkencehaneye dönüştürülen Eğitim Enstitüsü'ne götürüldü. Üçü geri geldi.
Mikail Kırbayır, devam etsin:
"Son ziyarete gidişimin ertesi günü. Babam geldi işyerime; 'Askerler evimizi bastı, Cemil firar etmiş' dedi. Ben ise babama, 'Öldürmüşlerdir' dedim. Piyade Alayı'na koştum hemen. Kardeşimin akıbetini sordum. Devlet memuruydum ben. 'Nasıl devlet memurusun, nasıl teröristi sorarsın' dediler. Sordum dediysem, kapılar duvar. Dışarıdan telefon açmıştım. Telefonları suratıma kapattılar. Kars'a, cezaevine gittim. Oradan 'Yok öyle birisi' dediler. Sonra neden, birisi geldi, 'Siyasi şubeye götürüldü kardeşin' dedi. Emniyete koştum hemen. Oradan da 'yok' dediler. Ama cezaevi diyor ki; '7'sini 8'e bağlayan gece 4 genci sorguya götürdüler, 3'ü geri geldi, Kırbayır gelmedi.' Bir daha emniyete gittim. Bu kez 'yok' demiyorlardı. 'Yer gösterme yapıyorduk, firar etti' diyorlardı. Firar etmediği belliydi. Pazartesi günü, kaymakam çağırdı yanına beni. 'Açığa alındın' dedi. Karaman'a gönderdiler beni. Tayin sanıyordum. Başka bir şeymiş. Göreve başlar başlamaz, polis beni aldı. 300 yapraklı defter aldırdılar, 'her gün gelip buna imza vereceksin' dediler. Beni 1,5 yıl kıpırdayamaz hale getirdiler yerimden. Göle'ye, Kars'a gidemiyordum. Ailede benden başka kardeşimin izini takip edebilecek kimse de yoktu. Babamlar durmadan müracaat ediyor ama yanıtların hepsi aynı, 'firar.'
Aradık, mezarını sorduk, yok sayıldık. Ne bilgi verdiler, ne soruşturma yürüttüler. Bilmiyoruz öldü mü, kaldı mı? Öldü tamam anlıyoruz ama nerede, nasıl, nerede mezarı. Tam 2006'ya kadar bu hengame devam etti. Emekli olana kadar benim peşimi bırakmadılar. 1992'ye kadar arama yapamadım, 5 yıl zorunlu ikamette kaldım. Ama yılmadım. Kararlıydım. Emekli olunca İstanbul'a gittim. Cumartesi Anneleri ile bağlantı kurdum. İstanbul'da yürüyüşler yaptık. En sonunda TBMM İnsan Hakları Komisyonu çağırdı bizi. Kardeşimin dosyasını incelediler. Emniyet, MİT ve askerin ifadesini aldılar tek tek. 350 sayfalık rapor çıktı. İşkencede öldürüldüğünü kabul ettiler en sonunda. TBMM raporunda kabul edildi. Eli kolu bağlı, çırılçıplak bir insanı öldürdüler. 12 Eylül'ün ilk öldürülen gencidir benim kardeşim. Annem, babam, yıllarca gelecek diye beklediler. Herkes şoka girmişti. Yıllarca, Cemil yeni gözaltına alınmış gibiydi herkes için."
Yıllar süren arayışlar boyunca Kırbayır ailesine, çocuklarının Dedekorkut Eğitim Enstitüsü'nün 3. katından atladığı ve firar ettiğinden başka bir bilgi verilmedi. Ancak Göle küçük bir yerdi ve gözaltına alınıp tutuklanan, Kırbayır'la birlikte sorgulananlar, olan biteni biliyordu. Tanık anlatımlarına göre Kırbayır önce falakaya yatırıldı. Üzerinde 12 Eylül'ün daha sonra binlerce kişiye uygulayacağı bütün işkence yöntemleri denendi. Sorgu için getirilenler, Kırbayır'ın ve işkencecilerin seslerine neredeyse alışır hale gelmişken, önce derin bir sessizlik, daha sonra aşırı bir hareketlenme yaşandı. İddiaya göre, Kırbayır, üçüncü kattan aşağıya atılmıştı. Atıldıktan sonra da hâlâ ölmediği için aşağıya inen polislerce kurşunlanmış ve bilinmeze götürülmüştü. Kimse Kırbayır'ın izini bulamadı. Kimse yargı önüne çıkartılamadı. Kimse, hiçbir belgede Kırbayır'ın sağlık durumuna, hangi koşullarda sorgulandığına yer vermedi. Kimse, Kırbayır'ın mezarına ulaşamadı.
Yaşamının 70'li yaşlarında oğlunu kaybeden Berfo Kırbayır aramayı hiç bırakmadı. 100 yaşına gelmesine rağmen Cumartesi Anneleri'nin yanına oturup, oğlunun fotoğrafını taşıdı. Kırık bir Türkçeyle, "Verin oğlumu" diye bağırabildi. Cumartesi Anneleri'ne müdahale edilirken de soğukta da ilgi odağı olduklarında da oradaydı. O dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kabul etti Cumartesi Anneleri'ni. En çok Berfo Kırbayır ile ilgilendi.
Türkiye'nin "demokratikleşeceğiz" günleriydi. Mikail Kırbayır'ın sözünü ettiği TBMM komisyonu, o dönem kuruldu. Komisyon, Kırbayır'ın sorgulandığı dönemde bölgede görev yapan MİT, emniyet ve jandarma yetkililerini dinledi. Bunlardan bazılarının Kırbayır'ın sorgusunda bile bulunduğu açığa çıktı. Ancak devletin himayesi altındaki sorgucular, 30 yıl sonra bile Kırbayır'ın kaçtığını, kimsenin işkence görmediğini sistemli bir biçimde savunuyordu. Komisyon, bütün bu inkarlara rağmen, Kırbayır'ın işkenceyle öldürüldüğünü kayıt altına aldı. Rapor, Kırbayır ailesi için umut oldu. En azından karanfil koyacak bir mezar bulmak isteyen aile yeniden savcılığa başvurdu. Soruşturma açıldı ancak sonu da elbette 12 Eylül darbecileri hakkında açılan ve cezasız sonuçlanan dava gibi hayal kırıklığı olacaktı. Berfo Kırbayır, 12 Eylül generallerinin davasını da tekerlekli sandalye ile takip etti. Kenan Evren'e, "ver benim oğlumu" diye bağırdı. Ama nafile… Devlet, elindekini vermezdi.
Berfo Kırbayır artık yok. Mikail Kırbayır ve ailesi ise mücadeleyi sürdürüyor.
Önce Sözcü'de İsmail Saymaz yazdı, ardından İnsan Hakları Derneği, detaylı bir açıklama yaptı.
Kırbayır dosyası, yasal olarak da kapatılmak isteniyordu.
2002'de aileye tebliğ edilmeden, dosya ile ilgili takipsizlik verilmişti. TBMM raporundan sonra, 2014'te bu karar, Ardahan Ağır Ceza Mahkemesi'nce kaldırıldı. Kars Başsavcılığı, tam 5 yıl daha bekleyip, mahkemenin bu kararının kaldırılması için konuyu Adalet Bakanlığı'na taşıdı. Bakanlık da "Kanun yararına kararın bozularak, dosya için zamanaşımı kararı verilmesi" başvurusu yaptı. Şimdi gözler Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nde.
Kırbayır ailesi ve İHD, yaptıkları ortak açıklamada herkese çağrıda bulunuyor:
"Zorla kaybetme suçunda zamanaşımından söz edilemez. Bu suç, ilk olarak, bir insanlığa karşı suç olması nedeniyle zamanaşımına tabi tutulamaz… Ve teknik olarak zamanaşımı süresinin dolduğu söylenemez. Yargıtay, sorumluluğunu yerine getirmeli; Yargıtay'ı, görevini yerine getirmeye çağırıyoruz. TBMM Başkanı ve tüm meclis üyelerini, Meclis'in saygınlığını koruma görevini yerine getirmeye; TBMM tarafından hazırlanan Cemil Kırbayır Raporuna sahip çıkarak takipçisi olmaya çağırıyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı, 9 yıl önce kamuoyu huzurunda devlet adına Berfo Anne'ye verdiği sözün gereğini yerine getirmeye çağırıyoruz."
İnsanlar, 40 yıl önce öldürülen yakınlarının bir mezarı olsun, işkenceyle insan öldürenlerin yanına kalmasın istiyor.
Devlet ise ısrarla, "öldürürüz ve hesap vermeyiz" diyor.
İklim değiştiğinde "terörist" sayılan Cumartesi Anneleri, o iklim değişikliklerine çok alışık ve vazgeçmiyor.
Ve kağıt üzerinde ne kadar aklanmaya kapatılmaya çalışılsa işkenceler ve cinayetler, anneler, hesap sormak için ısrarla mücadele ediyor.
Ve şimdi Yargıtay'ın bir kez olsun, insan haklarından yana tavır alması, evrensel hukuka uygun davranması gerekiyor.
Cemil Kırbayır'ın yeri 40 yıl sonra hâlâ bilinmiyor. Ama sorgusuna katılanlar ve cinayet işleyenler, gayet iyi biliniyor.
Mikail Kırbayır'ın anlatımları "Beyaz Toros" kitabından alınmıştır.