Diyelim ki örgüt davasından hükümlü bir itirafçı, dükkanınıza gelip bir el bombasını orta yere bıraktı ve kaçmaya başladı.
Diyelim ki bomba patlar patlamaz gencecik bir insan öldü dükkanda ve siz o sarsıntının etkisi altında kaçan kişiyi kovalamaya başladınız.
Diyelim ki kaçak kişi az ilerideki bir arabaya bindi ancak hareket etmeden yetiştiniz.
Diyelim ki çevredekiler de aracın etrafını sardı ve içeridekileri dışarı çıkmaya zorladı.
Diyelim ki araçtakilerden biri silahla dışarıya çıkıp, çevredekileri öldürmekle tehdit etti ancak buna rağmen kalabalık inadından vazgeçmedi.
Diyelim ki o aracın bagajından farklı el bombaları, silahlar, bomba atılan dükkanın krokisi ile benzer dükkanların krokileri çıktı.
Diyelim ki olay yerine gelen yetkililer inceleme yaparken bir başka araç kalabalığın içine dalmaya çalıştı ve silahla da ateş açtı.
Tüm bunların sonunda bu dava nasıl sonuçlanır?
Türkiye tipi bir adaletse sözü edilen, iklime göre değişir sonuçlar.
Havanın ılık olması isteniyor, bir güneşten söz ediliyorsa söz konusu itirafçı ve araçtaki askerler 39 yıl 5'er ay hapse mahkûm edilir misal.
Hava kapandıysa, bir tufan ne varsa silip süpürsün isteniyorsa o verilen cezalar bir yöntemle bozulur, suçüstü yapılan bir olay, beraatle sonuçlandırılır.
Bomba atılan işyerinin sahibi sorgulanır, zaten terörist olduğuna herkes ikna edilmeye çalışılır.
Şemdinli'de Umut Kitabevi'ne 2005 yılında bomba atılmasına ilişkin dava, memleket tarihinin özetidir. Türkiye'de neden hiçbir trenin rayında ilerleyemeyeceğinin resmi…
Bir gariplikler ülkesi olduğunun ve iktidardan muhalefete herkesin duruma rıza gösterdiğinin kanıtıdır bu dava.
Bir suçüstü dosyası olmasına rağmen Şemdinli davası, cemaat tarafından ele aldığı bütün dosyalar gibi sulandırılmış, hükümet tarafından birilerinin eli soğumasın diye kapatılmıştır.
Şemdinli dosyası, Van Yüzüncü Yıl Rektörü ve ekibi hakkındaki soruşturmayı türlü usulsüzlüklerle yürütmesine, üniversitenin Genel Sekreteri Enver Arpalı'nın cezaevinde intihar etmesine yol açmasına rağmen alkışlarla kutsanan cemaatin savcısı Ferhat Sarıkaya'ya bilinçli olarak verilmiş, Sarıkaya'nın bu dosyada da her yaptığı alkışlanmıştır.
Sonrasında iktidarın kol kanat gerdiği Sarıkaya'nın meslekten ihracı, Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun yapısının mutlak değiştirilmesine gerekçe gösterilmiştir.
Ve hemen ardından o HSK, 17-25 Aralık hakim ve savcılarını koruyup kollayınca değiştirilmiş, bu kez cemaate yakın üyeleri lanetli ilan edilmiştir.
Sarıkaya bu kez de itirafçı olarak sahnededir. Ama ceza alması istendiğinden daha önce alkışlarla, göz yaşlarıyla karşılanan eski savcı da yeni dönemde lanetlenmiştir.
Ve asıl vahim olan, bütün bu pozisyon değişikliklerine, "fikir insanlarının", "gazetecilerin" hemen uyum göstermesi, kamuoyu oluşturabilmek için var gücüyle çalışıp, didinmeleridir. Sadece iktidarın değil muhalefetin de bu durmadan yön değiştiren isimleri çok sevmesi, fazlaca itibar etmesidir.
Duruma göre vaziyet alan yargı, elbette bütün ellerin serbest bırakıldığı, mafyanın kutsanıp, barış temennisinde bulunanların terörist ilan edildiği bir dönemde farklı davranacak değil ya…
Şemdinli davası da atıldı torbaya.
Güpegündüz, herkesin gözlerinin önünde bir kitabevinin bombalanması ve faillerin suçüstü yakalanmasına rağmen Şemdinli davası, tam 16 yıl sonra beraatle sonuçlandı.
Tıpkı cemaatin kumpas dosyaları gerekçe gösterilerek kapatılan diğer faili meçhul cinayetler ve katliam dosyaları gibi.
Herkesin neyin ne olduğunu bildiği, herkesin failleri tanıdığı dosyalar.
90'lı yıllara ait bütün kapatılan dosyalara, artık "suçüstü yapıldı, bunu da görmezden gelemezler" denilen Şemdinli dosyası da eklendi.
Hemen ardından o dosyalardan biri daha, Cizre JİTEM dosyası da beraatle bitti…
Birileri yine kumpas mağduru insanların arkasına saklandı, birileri yine sırf eller soğumasın diye affedildi.
Peşinden Susurluk davası hükümlüsü, faili meçhul cinayetleri işlemek amacıyla çete kurdukları tescil edilen özel harekat polislerinden olan ancak nasılsa sadece çeteden ceza alıp, cinayetlerden dolayı cezalandırılmayan Ziya Bandırmalıoğlu'nun silahlı çatışmada öldürüldüğü haberi geldi.
Ardından "Su testisi su yolunda kırılır" yazmış birileri…
Oysa hayattayken "kahramanlar" arasında sayılıyordu Bandırmalıoğlu ve arkadaşlarının isimleri…
Korunuyordu itinayla, ceza almasın diye didiniyordu herkes.
Birilerinin hayatı, birilerinin kariyeri, birilerinin konforu, birilerinin sözü hep daha değerlidir memlekette.
Ne yaparlarsa yapsınlar madalya ile ödüllendirilir, alkışlarla karşılanırlar.
Ve mağdurlarmış gibi kitaplar yazılır haklarında…
Ve bu yüzden de haber metinlerine 90'larda öldürülen suçsuz günahsız insanlar gibi "etkisiz hale getirildi" diye geçmezler.
Onun gibiler, öldüklerinde, hayatlarını kaybederler.
Yaptıklarının bedellerini ödemedikleri, hesap sorulmayan kıymetli bir hayatları vardır zira.
Kaybettikleri bir hayatları.
12 Eylül'den JİTEM dosyalarına, Susurluk'tan bombalamalara kadar hemen her başlığın "terörle mücadele" torbasına konulduğu ve cezasızlıkla ödüllendirildiği bir coğrafyada, iktidarın ya da ana akım muhalefetin sözlerinin kıymeti yok.
40 yıllık karanlık listenin üzerine bir çizik daha atılmasının da manası yok.
Toptan yıkıp yakın o eski defterleri…
Etkisiz hale getirilmiş adalet sistemini, hayatını şimdi değil 40 yıl önceden kaybetmiş bir yargıyı uğraştırmayın çiziklerle…
Ne de olsa herkes memnun ve ne de olsa gizliden sallanıyor başlar bütün bu kararlar için…