Bıktırıcı bir tekrarla nefessiz bırakılan, garipliklerin normalleştirildiği, boğulmaya alıştırıldığımız, ne yaşanırsa yaşansın çabucak unutulan, olan biteni garip karşılayanların garipsendiği ve dahası suçlandığı bir coğrafya burası.
Bütün adaletsizlikler bir anda olmuş bitmiş gibi, "reform" kelimesi ağızdan çıkar çıkmaz ortalığa saçılanlar, adaletsiz bulduklarını söylemeye cesaret edenler, aynı anda olup biten adaletsizlikler...
Adaletsizlik üzerine konuşulurken, öldürülen Tahir Elçi'nin mesai arkadaşı Neşet Girasun'un da aralarında olduğu avukatların, doktorların yeniden ve yeniden, "şurada ismi geçiyor" denilerek gözaltına alınması...
Ve izliyoruz; "önceki reform" olarak sunulan infaz indirimi düzenlemesi ile cezaevinden çıkartılan Alaattin Çakıcı, hızla "siyasetteki" yerini alıyor.
Çakıcı, 1990'ların ikinci yarısında, "dinlemeye takılan" kasetlerle iş insanlarının kimyasını bozar, siyasetçilere gözdağı verir, racon keser, siyaseti dizayn ederdi.
Durmaksızın kendini tekrar eden Türkiye'de, aktörler, elbette neyin nasıl bir etki yaratacağını biliyor.
Daha önce, şimdi kendisine ölümüne sahip çıkan MHP lideri Devlet Bahçeli'ye de cezaevinden mektuplar gönderen Çakıcı, serbest kaldıktan sonra yeniden yerini ve önemini kazanmaya soyundu hızla.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nu açık açık tehdit eden Çakıcı, bunun sonuçlarını da kestiriyordu elbette.
Dokunulmaz "kabadayı", ülkeyi yöneten iktidarın sahip çıktığı "vatan evladı", alemi yöneten "reis".
Elbette büyük reform adımlarıyla şahlanacağı ilan edilen yargı da Çakıcı'nın tehditleri konusunda kendisine yakışanı yaptı.
CHP, suç duyurusunda bulunana kadar memleketin en büyük partilerinden birinin liderine edilen hakaret ve tehditler konusunda resen soruşturma başlatmayan yargı, muhtemel ki nasıl bir tutum alacağını belirlemeye çalıştı.
İstikameti iktidarın vermesine alışık yargı, CHP'nin suç duyurusundan sonra, işlem yapma zorunluluğu doğduğu için bir hazırlık soruşturması numarası verdi de herkesin "işte soruşturma başladı" diyebileceği bir soruşturma başlatıldı.
Ancak mafyaya dokunulmamasına alışkınız.
Sedat Peker; memlekete en ufak ziyanı dokunmamış, sadece işini yapan ve sadece bir bildiriye imza atmalarından dolayı yaşamları çalınan akademisyenlerin kanlarıyla duş alma fantezileri kurduğunda da yargı herhangi bir adım atmamıştı.
Hakaretlerini sürdürdüğünde de atmadı.
Yetmiyor gibi, Bahçeli, Çakıcı'yı savunmak için iş insanı Osman Kavala'yı, HDP eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ı terörist ilan etti.
Tam da Kavala'nın, Ahmet Altan'ın serbest kalması gerektiğine yönelik iktidar medyasında yazıların çıktığı bir dönemde.
Reform adı altında batıyla biraz olsun barışmak için adımların atılmasının beklendiği bir sırada yaşananlar elbette sürpriz değil.
Zira yargının en etkili enstrüman olarak kullanıldığı bir düzende yaşanan hiçbir gelişmeye sürpriz olarak bakamayız.
Ve hiçbiri bir anda olmadı…
Demirtaş için AİHM'nin "hak ihlali" kararı vermesinden sonra mahkemenin "karar kesinleşmedi" diyerek tahliye istemini reddetmesi sürpriz değil. Hemen ardından İstanbul'daki davasının istinaf mahkemesinde apar topar karara bağlanıp hükümlü hale getirilmesi sürpriz değil. Cezası bittikten sonra tahliye olması gerekirken, zaten yargılandığı davanın dosyasında bulunan iddiaların yeni bir soruşturmaya dönüştürülüp tutuklama kararı verilmesi sürpriz değil.
Kavala'nın, 15 Temmuz ve Gezi dosyalarından tutuklanmasından sonra bu dosyaların ayrılması, AİHM kararından sonra Gezi davasında beraat etmesi üzerine, tahliye olduğu 15 Temmuz dosyasının aynı gün tedavüle sokulup tutuklama kararı verilmesi sürpriz değil. Bu tutuklamanın AİHM kararına aykırı olduğu anlaşılınca aynı dosyadan önce casusluk suçundan tutuklama verilip, sonra ilk tutuklama kararının kaldırılması sürpriz değil. Anayasa Mahkemesi'nde dosyasının görüşüleceği gün, baz istasyonu gibi garip bir kanıt ortaya sürülerek, yeni iddianame hazırlandığı haberinin uçurulması da öyle…
Mehmet Altan'ın, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararına göre tahliyesi gerekirken 4,5 yıl daha tahliye edilmemesi, tahliye edildikten sonra hakkında mahkumiyet kararı verilmesi sürpriz değil. Yargıtay'ın AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca beraat istemesi üzerine hakkında yeniden ceza istenmesi sürpriz değil. Bütün bu işlemleri yapan hakimlerin ödüllendirilmesi, birinin Yargıtay üyesi yapılması sürpriz değil.
Ahmet Altan'ın, "takdir edilen" cezayı tamamlamasına rağmen, "daha ağır ceza almayacağı nereden belli" denilerek, üstelik Yargıtay'ın da görüşü ortadayken yeniden tutuklanmasının sürpriz olmadığı gibi.
Listeyi uzatmak mümkün…
Hakkında soruşturma aşamasında ifade veren hemen herkesin sonradan mahkemede işkence gördüğünü itiraf etmesine rağmen cezalandırılan Gazeteci Nedim Türfent'ten, gaz fişeği ile öldürülen çocuklara, helikopterden itilip işkence yapılan köylülerden, hedef gösterilip öldürülen Tahir Elçi'ye kadar uzuyor liste.
Dokunulmayanların ve her şartta dokunulanların belli olduğu, kime neden dokunulmadığının ve kime neden dokunulmadığının gayet iyi bilindiği bir düzen…
Ve üstelik bunların hiçbirinin de adaletle, yargıyla ilişkisinin olmadığı gayet iyi biliniyor.
Buna rağmen, bir zahmet başlatılan soruşturmayı bekleyip, görelim.
İnfaz indirimi düzenlemesine göre benzer suçları işlemesi halinde ceza indirimlerinin kaldırılacağı vadedilmişti.
Açıkça tehdit ve hakaret edenler için bunlar yapılacak mı izleyelim.
Sonucu biliyor olsak da takip etmekten vazgeçmeyelim.
Evet, bütün bu bıktırıcı tekrar bulutunun içinden, mavi gökyüzü görünmüyor.
Ama adalet, ancak vazgeçmemekle, inatla, mücadeleyle gelebiliyor.