İsmailağa cemaati İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılmasını istiyormuş…
Ensar Vakfı da öyle…
Arkalarına takılan onlarca, tarikat, cemaat, vakıf gibi…
İsterler, neden istemesinler ki…
Dünya, bu haliyle, her biri için öylesine güzel ki…
Konya Meram'da, insanın iliklerine kadar işleyen bir soğuğun içerisinde, diğer lüks villalardan ayırt edici hiçbir özelliği olmayan villanın önünde, bodrum katının kazılmasını bekliyoruz.
Ülkenin dört bir yanından, Hizbullah'ın domuz bağı ile bağladıktan sonra, kamera önünde işkence yapıp, öldürüp gömdüğü insanların cesetleri çıkartılıyor.
Yapılan ihbar, yaklaşık 2 yıl önce kaçırılan Konca Kuriş'e, bu villada işkence yapıldığı, bu villada öldürülüp bodrum katına gömüldüğü yönünde…
Yıllardır aranan, Hizbullah tarafından öldürüldüğü söylenen onlarca kişi gibi, Kuriş'in cansız bedeni de aniden ortaya çıkıveriyor. Üstelik, abisinin, emniyete defalarca, "Kaçıran kişi Konya'da görülmüş" diyerek ihbarda bulunmasına, kaçıran kişiyi tarif etmesine rağmen bir türlü araştırılmayan Konya'nın en lüks semtinde.
Daha önce de başka örgütlerin liderleri yakalandı ya da öldürüldü ancak hiçbir örgüt Hizbullah gibi çözülmedi. Bütün lider kadrosu, birkaç ayda yakalanıp, bütün eylemleri birkaç ayda aydınlatılmadı.
Kuriş'in cenazesi, bu garipliğin içerisinde Mersin'de defnediliyor.
2000 yılında, Türkiye'nin en karanlık örgütlerinden Hizbullah, tel tel çözülüyor.
Çok değil 11 yıl sonra, açığa çıkan bu olaylarla ilgili davaların bitirilememesi nedeniyle, örgütün lider kadrosunun, "uzun tutukluluk" gerekçesiyle tahliye edilmesine, her birinin yurtdışına kaçmasına, kaçmalarından birkaç ay sonra davalarının bitirilmesine tanıklık edeceğiz.
Kuriş'in bulunmasından 19 yıl sonra ise içeride kalan, Hizbullah'ın en kanlı eylemlerinde rol oynamış 400'e yakın hükümlünün de Anayasa Mahkemesi'nin bir kararına atıfla sessiz sedasız serbest bırakıldığını öğreneceğiz.
Kuriş'in hedef haline getirilmesi, İstanbul Sözleşmesi'nin hedef haline getirilmesine benziyor. Kutsal aile yapısı, "fazla konuşan", hak arayan, doğru bildiğini söyleme cüretini gösteren bir kadın…
5 çocuk annesi Kuriş, İran'a yaptığı bir seyahatten sonra, bağını koparttığı Nakşibendi tarikatından sonra aralarında yer aldığı Hizbullah'tan da ayrıldı. İnsan ile Allah arasında bir aracıya ihtiyaç olmadığını, dinin yanlış anlatıldığını savundu. Seks işçilerinin, şiddet gören kadınların haklarını savundu. Kadınların, erkeklerle eşit haklara sahip olduğunu, kutsal kitapta, aksi yönde hüküm bulunmadığını anlattı. Tehditlere rağmen susmadı. Kaçırılıp, öldürülene kadar kimse Kuriş'i susturamadı.
Birkaç yıl önce, Kuriş'in defnedildiği Mersin'deki o mezarlıkta, çok iyi tanıdığımız başka kadınların da yattığından haber etti bizi kadın örgütleri…
Onlardan biri "acıların kadını" olarak tanınan Bergen… Belgin Sarılmışer…
Konservatuvarda piyano bölümünde okurken, maddi sıkıntılar nedeniyle çalışmak zorunda kalan Bergen, yaşadığı bir ilişki gerekçe gösterilerek PTT'deki işinden çıkartıldı. Eğitimini sürdürmesi zordu. Dayısının oğlu ile evlendi. 4 yıllık evliliğinden bir çocuğu oldu. 1981'de boşandığında, eski eşi, çocuğu da alıp Hollanda'ya gitti.
Sahnelere çıkmaya başlamıştı. Aynı yıl tanıştığı Halis Serbest'le evlendi. 1982'de ilk longplay'ini çıkarttı. Bu sırada kocası şiddet uygulamaya başlamıştı. Bergen, kocasından kaçtı. Ekim 1982'de, sahnedeyken, kocasının azmettirmesiyle, yüzüne bir kova kezzap atıldı. Gözlerinden birini kaybetti. Türkiye, Bergen'i, bu görüntüsüyle tanıdı. Halil Serbest, birkaç ayda serbest kaldı. Bergen ise geçirdiği ameliyatlardan sonra git gide ünlendi. 1986'daki plağı "Acıların kadını", birçok ödül aldı. Bir yıl sonra aynı ismi taşıyan bir filmde oynadı. Aynı yıl, bıçaklı bir saldırıdan kurtuldu. 1989'da kocasından boşandı. Yeni albümünün tanıtımı için annesiyle Adana'ya giderken takip edildiğini anladı. Emniyeti arayıp durumu bildirdi. Önlem alındığını duyunca, yola devam etti. Pozantı karayolundaki bir tesiste, eski kocası, önlerine çıktı. Bergen, eski kocasının kurşunlarıyla yaşama veda etti. Halis Serbest, kaçtığı Almanya'da yakalanıp 1991'de Türkiye'ye iade edildi ancak sadece af yasaları vb. indirimlerle sadece 7 ayda serbest kaldı. Halis Serbest, 2018'de, dört çocuğu istismar ettiği iddiasıyla tutuklandı.
Aynı mezarlıkta yatan diğer bir kadın Özgecan Aslan…
Bindiği minibüsün şoförü tarafından öldürülmesi, öylesine yankı uyandırdı ki neredeyse kimse öldürülen kadını suçlayacak bir yan bulamadı.
Ne kıyafeti, ne dışarıda olduğu saat nedeniyle "ama" ya da "fakatlı" bir cümle kurulabildi.
Anımsamamız gereken bir cinayet daha var…
12 yıl önce öldürülen Ahmet Yıldız…
O'nun öldürülmesi konusunda, "ama" ya da "fakat" içeren cümle kurmayan yok gibi.
Davası, aynı zamanda vicdan ve adalet terazisi…
Kimsesizler mezarlığında cansız bedeni.
Eşcinsel olduğunu, yaşadığı aşkı, hayatını, tercihlerini kabullenemeyip, oğlunu öldüren babası tam 12 yıldır firarda…
Hikâyelerin cinayetle sonuçlanması gerekmiyor.
Kadınlar, çocuklar, erkekler bu ülkede bazen öldürülmeden de ölüyor.
"Medeni ölü" yaratma ustalığının bir tarihi var.
Üç solcu bir araya gelip kurda kuşa yardım etse örgüt diye evlerine baskın yapan devlet, belli bir ideoloji etrafında kümelenmiş, bir holding gibi idare edilen, devlet işlerine karışan, cinayetlerle gündeme gelmiş tarikatları, cemaatleri fazlasıyla önemsiyor.
Sanmayın ki mevcut iktidarla sınırlı bu önemseme. Ya da artık bağlantılarını gizlemek bir yana, özgeçmiş olarak gören devlet haline gelmiş bu iktidarla sınırlı. Devletin de iktidarlardan bağımsız gelenekleri var.
O tarikatlar, o cemaatler, çocuk istismarı ile gündeme gelip, bunun nasıl olduğuyla ilgili gram hesap vermeyen vakıflar, İstanbul Sözleşmesi'nin "aile" kavramını tartışılır kıldığını söylüyormuş.
Evlilik dışı ilişkileri de aile sayıp, ilişkinin taraflarını koruduğunda, Türk aile yapısı sarsılıyormuş.
O üflesen yıkılacak aile yapısının içerisinde, kadınlar una çevrilene kadar öğütülmesin, erkekler, kafese tıkılmış birer ürkek aslana dönüşmesin diye var o sözleşme.
Zira kadınlar, kız ve erkek çocuklar, hatta erkekler, ruhunu, bazen beden bütünlüğünü kaybetmiş zerrelere dönüşüyorlar o aile yapısının içerisinde.
Hoşunuza gitse de böyle, gitmese de…
Şiddet gören ses çıkartabilsin diye var o sözleşme. Gidebileceği bir kapı, bir adres olsun diye… "Kuma" yapılanlar, satılan çocuklar, "ev açılıp" sokağa atılanlar hakkını sorabilsin diye. Şiddetin bin bir halini görenler, bir küçük ses olsun verebilsin diye.
Kaldırmak da kolay sözleşmeyi…
Meclis'e gelir, benzer konuşmalar yapılır kutsal aile üzerine, eller kalkar, Türkiye hukukundan kaldırılır sözleşme…
Bir çentik daha atılır, Türkiye'nin ve kutsal ailelerin siciline…
Hakikat ise bir yanda kalır…
Mersin'deki bir mezarlıktan, hesap soracak gücü kendinde bulamayan bir kadının çığlığından, çocukların korkularından çıkıp gelir bir gün ülkenin orta yerine.
Umalım ki ilahi adalet vardır.
Çünkü o zaman duyulur mutlaka o sesler de…