Romain Gary, sadece beyaz ırka karşı şefkatli bir köpeğin üzerinden toplumu anlattığı, "Beyaz Köpek" kitabında, insanlığın en sefil hallerine yönelik tanıklığını da aktarır:
"Kendini kaybetmek, kaybetmekten daha vahim…"
Kendini kaybedenler, kaybetmemek için kendilerine ait ne varsa kaybedenler elbette kulak asmaz bu vahamet uyarısına.
Ve Viet Thanh Nguyen'in, "Sempatizan" romanının başında, devrime emperyalistlerin saflarında yakalanan kahramanının sarf ettiği sözler, kazanmanın ne kadar da kötü olacağını özetler:
"Kaybetmek başka bir savaşa girmeni engeller, kazanmaktır sorunlu olan…"
Ne pahasına olursa olsun kazanmaya çalışmanın, bunun için bütün gücünü, enstrümanları kullanmanın sonuçları var.
Samsun'da polis, geçtiğimiz aylarda, büyük bir suç tespit etti!
Ekipler görevinin başındaydı, herkes teyakkuz halindeydi.
Daha önce Bafra Cezaevi'nde, kendisine husumet duyan birinin ihbarı sonucu propaganda suçundan yatan bir emekli, gözaltına alındı, sorgulanmaya başlandı.
Şüpheliye önce sosyal medya hesapları gösterildi, paylaşımları ile ilgili sorular yöneltildi.
"Sosyalistim" diyerek sakince yanıt verdi şüpheli. Devrimcileri andığı, sol partilerin, yapıların paylaşımlarını paylaştığı hesabında neyin suç oluşturduğunu anlamamıştı.
Ama Pandora'nın kutusu sonradan açıldı.
Polise göre büyük tehlike arz eden şüpheli, cezaevinden tahliye edildikten sonra daha önce aynı koğuşta kaldığı kişiyi, aynı yıl içerisinde dört-beş kez ziyaret etmiş, her ziyarette o kişiye biraz para bırakmıştı. Toplamı bin lirayı buluyordu bıraktığı paranın.
Büyük darbe vurulmak üzereydi örgüte!
Şüpheliye, neden örgüte destek anlamına gelecek bu yardımı yaptığı soruldu:
"Arkadaşım kendisi, aynı koğuşta kaldık. İhtiyaçlarını karşılaması için para bıraktım, suç mu?"
İfadesi alındı, gözlerin üzerinde olduğu anımsatıldı, serbest bırakıldı.
Soruşturması sürüyor.
Bir biçimde cezaevinde kısa süre bulunmuş, orada yokluğu ve diğer zorlukları yaşamış bir emekliğinin aynı koğuşta kaldığı arkadaşına yaptığı basit bir yardımın sonucu bu soruşturma.
Bir de bu hak ihlallerine uğrayanları savunanların başlarına gelenler var.
Hafıza Merkezi'nin, "Sessiz Kalma-Hak Savunucularına Yönelik Yıldırma Politikaları" adlı raporuna kısaca bir göz attığınızda insanların darbe almaktan uyuşmuş ve yediği yumrukları hissedemez hale gelmiş bir boksöre dönüştüğünü net biçimde anlıyorsunuz.
2015-2021 yılları arasındaki gelişmeleri inceleyen Banu Tuna, Emel Ataktürk Sevimli, Esra Kılıç, Melis Gebeş, Özlem Zıngıl'ın hazırladığı raporda, sadece yedi yıl içerisinde bir ülkenin hangi noktadan hangi noktaya geldiği de sadece yaşananların sıralanmasıyla, etkili ve net biçimde aktarılıyor.
Misal Mart 2015'te çıkan İç Güvenlik Paketi'nin, hak arama amacıyla anayasadaki temel hakkını kullanan insanları nasıl makul şüpheli haline getirdiğini ve bu düzenlemenin bugüne etkilerini görüyorsunuz.
Zira o paket kullanılarak İstiklal Caddesi'nde düzenlenen 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü, LGBTİ+ Onur Yürüyüşü ve Cumartesi Anneleri/ İnsanları'nın Galatasaray Meydanı'ndaki oturma eylemleri sert polis müdahaleleriyle engellenmeye başlanıyor.
Hemen ardından Türkiye 7 Haziran seçimine gidiyor ve cumhuriyet tarihinin en kanlı terör eylemlerinin yaşandığı, şehirlerde bombaların patladığı, insanların korkuyla evlerine erkenden kapandığı bir dönem başlıyor.
7 Haziran seçimini geçersiz hâle getiren 1 Kasım yenileme seçiminde AKP tek başına iktidar olduktan sonra da sürüyor bu durum.
İki seçim arasındaki dönemde, 22 Temmuz 2015'te, Ceylanpınar'da iki polisin evlerinde öldürülmesi ile çözüm süreci resmen son buluyor. Ancak bu tüyler ürperten olaydan sonra gözaltına alınan ve toplumun önüne fail olarak sunulan dokuz kişinin beraat ettiğini ve olayın tamamen karanlıkta kaldığını da rapor sayesinde hatırlıyoruz.
Bitmiyor, rapor, ne yaşanmışsa tane tane anlatıyor.
PKK'nın alıkoyduğu 13 askerin Şubat 2021'de, düzenlenen askeri operasyonda yaşamlarını kaybettiklerinin açığa çıkmasından sonra İnsan Hakları Derneği Başkanı Öztürk Türkdoğan gözaltına alınıyor. Tek gerekçesi daha önce alıkonulan kişilerin bulunduğu bölgeye operasyon düzenlemenin riskli olacağını söylemesi. Ancak İçişleri Bakanı, tablo ortadayken kürsüden, "İHD denilen canı çıkasıca dernek bir tanesi için laf söyledi mi?" diyerek savunuyor olanları. "Evet, söyledi" deseniz duyan olmuyor.
Askeri darbe girişimi olmuş. Darbe girişimini yapan cemaatin, silahlı kuvvetlerin, yargının, emniyetin içine yerleştiği yeni keşfedilmiş gibi harekete geçiliyor.
Uyarılara aldırmayanlar, o cemaatin kurduğu yargı düzeni cezaevinde insanların ölmesine yol açarken, o yargı düzeni insanları özel hayatlarıyla sindirirken, herkes üzerinde, "dinleniyoruz, izleniyoruz, tutuklanacağız" endişesi yayarken sevine sevine listeler yayınlayanlar, "Biz 17/25 Aralık'tan sonra saf değiştirdik, bunları anladık, siz savundunuz" diyerek kendilerini demokrat ilan etmeye çalışmış ve başarmış.
Yine baş köşeye oturtulmuşlar buna rağmen. İnsanlar 17/25 Aralık'tan sonra da hukuk çerçevesine dikkat çektikleri için cemaatçi sayılırken üstelik. Onlar, 15 Temmuz'dan sonra yine listeler sıralamışlar.
MEYADER, YAKAYDER, Akdeniz GÖÇDER, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD),
Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD), Mezopotamya Hukukçular Derneği (MHD),
Van Kadın Derneği (VAKAD), İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (İHAD), Sarmaşık
Derneği ve Gündem Çocuk Derneği darbeyle en ufak ilgisi olmayan onlarca dernek gibi kapatılmış. Kalan dernekler kapatılırız korkusuyla sinmiş, üyeleri tutuklanmış, yargılanmış. Görüyorsunuz raporu okurken.
Büyükada'da, yıllardır bu ülkede yaşayan, insan hakları odaklı açık faaliyetler yürüten insanlar, toplantı sırasında gözaltına alınmış, yakınlarına ancak 30 saat sonra haber verebilmişler. Ajan oldukları yazılmış medyada, toplumun önüne atılmışlar. Ajanlık suçlaması yok aylar sonra hazırlanan iddianamede, yargılama sonunda da yok. Suçlamayı yapanlar, medyada bas bas bağıranlardan ses yok.
İş insanı Osman Kavala için de aynı tarife uygulanmış, ajan suçlamasıyla toplumun önüne atılmış ama ağırlaştırılmış müebbet gibi ağır bir cezaya mahkûm edildiği sırada bu suçlamanın esamesi okunmuyor. Kimse sormuyor, kimse suçlu hissetmiyor bu nedenle?
İşini geri isteyen, bu nedenle eylem yapanlar cezaevine konulmuş, yasakları protesto edenler cezaevine konulmuş, kayyım rektörü protesto edenler cezaevine konulmuş, parkta gezinenler cezaevine konulmuş…
Adalet nöbeti tutan hukukçulara dava açılmış, toplum sağlığı için yazı yazan akademisyene dava açılmış, kayıp çocuğunu arayan annelere dava açılmış.
Bütün dünyadaki kadınlar gibi dans eden kadınlar gözaltına alınmış, dans eden öğrenciler yurtlarından atılmış, İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesine tepki gösterenler ters kelepçe ile yerlerde sürüklenmiş, 80 yaşında kadınlar, hayatını hak mücadelesine vermiş kadınlar darp edilmiş. Hak savunan avukatlar tutuklanmış, çevreyi korumak isteyenler cezaevine konulmuş.
Raporda yazılanlar okumakla, yazmakla bitmiyor. Sadece yedi yılda biz bunları nasıl yaşadık diye kendinize soruyor ve boşluğa bakıyorsunuz.
Anlıyorsunuz ki bir çiçeğin koklanması, bir söğüdün altında oturulması istenmiyor.
"Neden koklamasın ki?" diye hak savunanlar hiç istenmiyor.
İsteniyor ki kar kış olsun, isteniyor ki sokaklar boş olsun, isteniyor ki sesler yok olsun.
İsteniyor ki, olmayalım.
Ahmed Arif'in, "Karanfil Sokak" şiirinden başlık:
"Dört yan, onaltı rüzgar ve yedi iklim, beş kıta kar altındadır…"
Sonu da aynı şiirden olsun yazının:
"Döğüşenler de vardır bu havalarda… El ayak buz kesmiş, yürek cehennem, ümit, öfkeli ve mahzun, ümit, sapına kadar namuslu…"