Bir ülkeyi sevmenin, doğru ya da yanlış her eylemi desteklemekten geçtiğini söylerler ısrarla; inanmayın.
İşkencenin, faili meçhul cinayetlerin, yargısız infazların kimi zaman gerekli olduğunu söylerler.
Başka ülkeleri örnek gösterip, her yerde bunların olduğunu, olabileceğini söylerler.
"Kahraman" diye kitaplar yazarlar olmadık suçlara karışmış kişiler için, ambalajlayıp önünüze sürerler.
En çok hamaset yapanın en milli, en çok gaz verenin en yerli olduğunu savunurlar. İnanmıyorsunuz ya zaten, hiçbirine inanmayın.
Bir toprağı sevmek ancak çiçekler ekmekle, onların filizlenmesini engelleyen, sadece kendinin o toprakta büyüyebilmesi için diğer tüm canlıları yok eden varlıkları ayıklamakla mümkün.
Bir coğrafyayı mutlu kılmak, ancak adaletle, adaletli paylaşımla, dayanışarak ve bölüşerek mümkün.
Haksızlığa, hukuksuzluğa karşı çıkarak, adalet için mücadele etmekle mümkün.
İstanbul'da set işçisi olarak çalışan Çetin Kaya'nın dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle kelepçelendikten sonra yakın mesafeden ateş edilerek öldürüldüğü iddia ediliyor. İddialara göre, polis memuru apar topar açığa alındı. Ancak İstanbul'un göbeğindeki olayla ilgili görüntülere ulaşılamadı. Arkadaşları sosyal medya aracılığıyla tanık ve görüntü arayışına çıktı.
O görüntüler elbette bir yerlerde duruyor.
Bunu düşünmek için binlerce nedenimiz var.
Dahası somut örneklerimiz var.
Türkiye'de 2007-2020 arasında 406 kişi, aynı gerekçeyle öldürüldü.
Buna itiraz ettiğinizde, birileri hemen atılıp, "kaçmasaydı, polisimizi karalayamazsınız" diye bağırmaya başlıyor.
Oysa asıl haksızlığı yapanlar onlar.
Bu tedirginliği, bu yargıyı yaratanlar da o bağıranlar.
Suriyeli Ali El Hemdan, Adana'da 27 Nisan 2020'de, sokağa çıkma yasakları sürerken öldürüldü.
Tetiği çeken F. Karaca'nın savunması, diğer dosyaları bilenler için tanıdıktı:
"Dur ihtarına uymadı, peşinden koştum. Ayağım sendeledi. Düşünce silahım patladı."
Polis memurunun talihsizliği, olay yerindeki kameraların kayıtlarının tamamına ulaşılamamış olması, kayıtların bazılarına savcılıkça el konulması ve savcının, alışılmışın dışına çıkarak etkili bir soruşturma yürütmesi oldu.
Zira açıkça görülüyordu ki Hemdan, olay anında duruyor, yüzünü polise dönüyordu. Ve hiçbir eylemi olmamasına rağmen vuruluyordu.
Görüntüler açıktı. Tanıklar da vardı.
Polis tutuklandı.
Son duruşmada, kasten öldürmek suçundan cezalandırılması talep edildi.
Bu dosya, polis memurunun talihsizliği, benzer dosyalardan farklı seyrediyor. Ancak bu çaba gösterilmediği anlamına gelmiyor.
Beş parmağın beşi bir değil. İşini iyi yapanlar da var.
Bu noktaya gelinmeden önce neler yaşandığını dosyanın avukatı Tugay Bek, Evrensel Gazetesi'nde kaleme aldı. Her satırı "cezasızlık kültürü nedir, nasıl oluşur, neler yapılır?" konulu bir derse konu olabilecek bir yazı.
Bu kadar açık kanıtların polisin ve valiliğin elinde olmaması mümkün mü?
Elbette değil.
Ancak Bek'in de yazısında anlattığı gibi, Adana Valiliği olaydan hemen sonra kafaları karıştıran bir açıklama yaptı. Şöyle deniliyordu açıklamada:
"Ali El Hemdan'ın dur ihtarına uymayarak kaçtığı, uyarı ateşi sonrası kazaen yaralandığı, müdahaleye rağmen hastanede yaşamını yitirdiği…"
Ardından polisin yönlendirmesiyle haberler geçmeye başladı.
Hemdan, iddiaya göre arabayla kaçıyordu, arabayı durdurup ara sokağa kaçmıştı. Polis de dur ihtarına uymadığı için vurmuştu.
Dur ihtarına uyulmadığı için öldürücü biçimde ateş açılamayacağını bir yana bırakalım.
Ama bu açıklama ve haberlerden sonra, sosyal medyada fırtına esti.
Suçlu değilse niye kaçıyordu, zaten Suriyeliydi. Kim bilir neler yapmıştı? Zaten polisi suçlamak için yer arayan hainler aramızda kol geziyordu…
Hakikat tek.
Ama çaba sonsuz.
Bek'in aktardığına göre, güvenlik kamerası kayıtları açığa çıkınca polis memuru ifade değiştirerek, havaya doğru ateş etmek isterken silahın ateş aldığını savundu.
Tanıklardan biri de mesai arkadaşıydı. Polis ifade değiştirdikçe, tanık polis de değiştirmek zorunda kalıyordu.
O da ifadesini değiştirdi.
Kritik aşamalardan biri de kriminalden gelecek rapordu.
Hemdan'ın öldürüldüğünde üzerinde bulunan tişörtü ve atleti incelenmek üzere Adana Kriminal Polis Laboratuvarına gönderildi.
Polis Kriminal Laboratuvarı tişörtün göğüs hizasında bulunan deliğe bakıp, "aşağıdan yukarıya doğru gelen seken mermi çekirdeğinin ölüme neden olduğu" şeklinde bir rapor verdi.
Bu rapor, kurşunun sekerek Hemdan'a isabet ettiği varsayımını doğruluyordu.
Ancak rapor görüntülerle uyumsuzdu. Bunun üzerine Adli Tıp'tan rapor talep etti savcılık.
Adli Tıp, tişörtteki delikten yola çıkılarak böyle bir tespit yapılamayacağını belirtti.
İlk rapor, polis memurunu kurtarmak için verilmişti.
Bunu ortaya koyan da Mülkiye Müfettişi oldu. Hazırladığı rapor, olayın hemen ardından Adana İl Emniyet Müdürü Zafer Aktaş'ın, Adana Valisi Mahmut Demirtaş ile görüştüğünü, Adana İli Emniyet Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı Şube Müdürlüğü'nün de rapor hazırladığını ortaya koyuyor.
Raporda, savcılığın, "resmi belgede sahtecilik, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi etkilemeye teşebbüs ve görevi kötüye kullanma" suçlarından değerlendirme yapabileceği yönünde yorumlar var.
Savcının ve müfettişin ısrarıyla, Hemdan davası farklı seyretti ve seyrediyor.
Ancak o dönem Adana Emniyet müdürü olan isim, şu anda İstanbul Emniyet Müdürü. Dönemin Adana Valisi de Mardin Valiliği'ne atandı.
Raporun gereği yerine getirilmedi.
Cezasızlık başka boyutuyla devam etti, ediyor.
Avukat Bek'in tanık olduğu ve kaleme aldığı olaylar, bir başka ülkede aylarca tartışılırdı.
Burada ise rutinimiz.
Ama insanlar ölüyor, bunu gizlemek isteyenler ödüllendiriliyor ve yeni insanlar ölüyor.
Bunun önüne geçebilmenin tek yolu var, adaletin sağlanması, cezasızlığın son bulması, sorumluların hesap vermesi.
Durması gereken yerde durmayan, devleti kendisi gibi gören ve hiçbir sınırı tanımayanların hak ettikleri gibi cezalandırılması...