Doğanşehir - Malatya
Soğuk, buz gibi acı hikayeleri anlatıyor hemen herkes.
Önce Doğanşehir’de, Malatya’nın dağlara komşu ilçesi.
“Aslında ilk depremden sonra yıkım azdı. Yine ölenler oldu ama ikinci depreme göre azdı. Ama çok soğuktu. Attık kendimizi sokağa. Yerde kar. Mübarek yağmadı yağmadı yağacağı tuttu. Kadınları arabaya bindirdik. Arabası olan bindirdi. Olmayan aileler, evlerinin önünde ateş yaktı, evleri yıkılmayanlar, evden de çok uzaklaşmamıştı. Sonra öğlen o ikinci deprem olunca kaç aile altında kaldı binaların...”
Deprem, ne gariptir, en olmayacak havada, en olmayacak saatte, en olmayacak büyüklükte vurdu bütün bölgeyi.
Doğanşehir’de depremin meydana geldiği gece, hava sıcaklığı eksi 20 derece civarındaydı. Günlerce böyle devam etti.
Gece olmasa, o kadar soğuk olmasa, o kadar büyük olmasa...
Temenniler, dualar, pişmanlıklar...
Doğanşehir, depremden sonra günlerce yeterince yardımın gitmediği söylenen ilçelerden.
Şimdi çadır sıkıntısı çözülmüş görünüyor, gıda sıkıntısı da yok ancak soğuk ve hasar tespit çalışmalarının ilçede ağır ilerlemesi en büyük sıkıntı.
Doğanşehir’e gelene kadar yan yana pek çok Alevi ve Sünni köyünden geçiyorsunuz. Bu köylerde de çok sayıda ev yıkılmış, enkazdan çıkanlar, yaşamını yitirenler olmuş. Acılar ortak.
Doğanşehir’in merkezinde de sosyoloji köylerdeki gibi.
Burada da acılar ve sıkıntılar ortak.
Konuşurken biri bunu vurgulayacak oluyor.
Birkaç kişi aynı anda bastırıyor konuşmasını.
“Devlet ne yapsın, geldi yetişti işte gelebildiği kadar. Ayrım mı var?”
Konuşmak isteyen kişi, bunu değil, birlikte nasıl mücadele ettiklerini anlatmak istediğini söylese de nafile, derdini anlatmaya fırsat bulamıyor.
Malatya merkeze ilerlerken tablonun depremin vurduğu diğer kentlere göre daha hafif olduğu geçiyor insanın aklından.
Bütün bölgeyi gezdiğinizde bu düşünceye kapılmak normal.
Sonra hikâyeler başlıyor.
Enkazdan çıkan yaralıyı acile götürmeye çalışırken araçları o sırada yıkılan binanın altında ezilen üç kişinin yaşamını yitirmesi.
Enkazdaki sese ulaşmak için tünel açan yardım görevlilerinin ikinci depremde enkaz altında kalmaları.
Evlerine eşya almak için giren üç kişinin, ikinci depremde hayatlarını kaybetmeleri.
Anlıyorsunuz ki Malatya’nın yaşadıkları hafif değil. Diğer deprem kentlerinin yaşadıkları büyük cehennemle kıyaslamak yanlış.
Başka bir zamanda olsa Malatya’da yaşananlar tek başına ülkeyi mateme sokabilirdi.
Ancak diğer kentlere oranla yaşam biraz daha normal.
Otobüsler çalışıyor, dükkanların bir bölümü açık, çadırkentlerde yaşam daha bir seyrinde.
Burada da soğuk büyük sorun.
Ve elbette bundan sonra ne yapacağını bilememek en büyük sorun.
Tedirginlik bütün deprem bölgesindeki gibi.
İlk günlerde öfkeyle yapılan açıklamaların yerinde daha temkinli sözcükler var.
Devlet, insanı, kendi insanını korkutan kutsal bir varlık mıdır?
Kızamaz mı insan devlete, eleştiremez mi devleti?
Deprem bölgesini boydan boya kat ettiğinizde acının yanı başında beliren sorular bunlar.
Kimi devlet sözcüğünü duyduğu an alarmize olup korumaya geçiyor, kimi yutkunuyor, kimi temkinle, sözcükleri seçerek konuşuyor.
Oysa hepsinin devleti aynı.
Belli ki devlet kutsandıkça bu aygıtı yöneten iktidarlar için eleştiriden uzak bir ortam oluşuyor.
Devlet ayrı iktidar ayrı derseniz bu da gerçekçi değil. Birbirine geçiyor bürokrasi ve siyaset.
Devlet ve iktidar aynı derseniz, o zaman da iktidarın sorumluluklarını bürokrasiye yükleme riskiniz var.
Ancak eleştirilmeden düzelmeyeceği, eleştirince yıkılmayacağı, kutsal sayılmamasının değerinden azaltmayacağı, insanlar yaşarsa devletin manasının olacağı gibi başlıklarda buluşmak ihtimali de var. Uzak görünen, kimileri için korkutucu bir ihtimal.
Malatya’dan ayrılıp, Ankara’ya doğru yola çıkıyoruz.
Sivas’ın Kayseri’nin ilçeleri köyleri bile etkilenmiş depremden.
Bazı ilçelerde kepenkler kapalı, bazılarında evler hasarlı.
Kentlerden uzaklaşmak acıyı geride bırakmak anlamına gelmiyor.
Kalbinizde ne varsa yanınızda sürekli onu taşırsınız, malum.
Unutmadan, hesap sorarak, peşini bırakmayarak, dayanışarak yanında olabiliriz acının öznelerinin.
Ve onlar mutlu olduğunda bir devletin yüzü gülüyor demektir.
İnsanlardan azade, uzak, tek başına değil.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |