T24 Ankara Bürosu, hazırladığı yazı dizisiyle, hem 2002'de öldürülen Doç Dr. Necip Hablemitoğlu'nu ölüme götüren süreci hem de cinayete ilişkin soruşturmayı biraz olsun aydınlatmaya çalıştı.
Bu başlığa dönmeden önce küçük bir hafıza tazelemesine ihtiyaç var.
MİT'te yapılan görüşmede, şu an mezar yeri bile belli olmayan, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından öldürüldüğü bilinen Tarık Ümit soruları yanıtlıyor:
- "Gece Fevzi Aslan'ı aldık, işi bitti. Yanımda Ziya, üç kişi daha var. Gece saat 23.00'te evraklar, daha önce evrakları almıştık. Ben Ziyalara dedim ki; 'Siz İstanbul'a dönün, cumartesi günü oluyor bu hadise tamam mı ağabey'. Birimin patronu İbrahim Şahin. İbrahim Şahin ve ekibinin işi bu, tamam mı ağabey? Burada görev İbrahim'in. Ne Ağar'a ..ne ona katiyet suretle olmaz, çirkin... Mehmet Ağar. Arabadan açtım; Mehmet Ağar'ın emri var santrala 24 saat hangi saatte olursa olsun, Tarık Ümit aradığı zaman bağlayacaksınız. Onu da biliyorum açtım buna, buldular. Dedim o konu halloldu dedim. Böyle gayet sevinçli bir şekilde 'Çok memnun oldum, gözlerinden öperim… Neredesin' dedi. 'Yorgun musun' dedi 'Değilim' dedim. 'Gelebilir misin' dedi, 'Zaten gelmeyi düşünüyordum' dedim. 'Ben, müsteşar beyin evinde misafirim' dedi… 02.00'de aradım müsteşarın evini, 'Yeni binaya gel' dedi. Hadise bu, gel dedi bu akşam gitme kal burada, 'Ben seni istersen polis evine istersen Hilton'a götüreyim'. 'Yok ağabey' dedim çektim döndüm. Sabah Korkut bey efendiye niye haber vermemişiz..."
- "Buldan'ın olayında arabadayız… O gece 05.00-06.00'da Buldan'ı arıyoruz, Savaş Buldan'ı daha yerini tespit etmedik. Biz beraber yapacağız operasyonu. Üç kişi askerler, üç kişi de polis, tamam mı ağabey? Yer tespitine telefon açtık. Oraya gittik. Ziya'lar yok, malzemelerin hepsi de Ziyalarda. Bir ceket, bir pantolon, belinde tabanca, başka şey yok…
- Bir gün geldi (Korkut Eken) 150 milyon borcum var. Para istiyor, Ağabey müsait değilim. İki karış surat, bir tavırlar, bilmem neler. Sanki borcum var ib..ye. Şimdi benden 20 milyon para aldı. 3-4 gün sonra geldi bu sırada ben ona 70-80 milyon para verdim... 20 senedir ben buna para veriyorum. Bu geldi bir gün, bir hışımla telefon etti bana. 'Geliyorum' dedi geldi. 'Siz parayı götürüyorsunuz' dedi. 'Bu işler böyle olmaz' dedi. Ne parası dedim. 'Şeyin üzerinden 90 bin mark para varmış' dedi. 'Parayı aldınız' dedi. 'Şeyde 20 bin mark varmış' Birincisi Behçet... 200 bin mark varmış, onu da almışsınız... İbrahim'e gitmiş ...vallahi 5 milyonu ...kasadan çıkardım verdim diyor ib..ye. Şimdi Behçet Cantürk'ün üzerinde çıkan para 20 milyon TL'sı tamam. Fevzi Aslan'ın üzerinde çıkan para 3 bin mark. Bir 100 bin TL, bir 50 bin Tl, bir de 20 bin TL. Götürdüm Mehmet Ağar'a. Bir paket de eroin, şöyle bir paket eroin. Saat gece 02.30'da Mehmet Ağar'ın koydum önüne. Mehmet Ağar'a çocukların hiç harçlığı yokmuş dedim. Götür ver dedi. Sabahleyin geldim. 3 bin mark, 100 bin TL, 50 bin TL, 20 bin TL, İbrahim Şahin'e. Çocukların da ismini de bende. 3 kişi, Ziya polis memuru, onlara verdik."
Bütün bu ifadeler, Ankara'daki faili meçhul cinayetler dosyasında mevcut… O dönem bu beyanları kayda alan eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, hem mahkemede, hem T24'e verdiği röportajda, yetkili makamlara bu ifadelerin iletildiğini söyledi.
Dosyadaki kanıtlardan sadece bir bölümü bu beyanlar.
Ancak bu açık kanıtlara rağmen dava daha önce beraatle bitti. Hemen ardından istinaf mahkemesi kararı bozdu. Ancak yerel mahkeme, davayı ikinci kez beraatle sonlandıracağının işaretlerini daha ilk duruşmadan itibaren verdi.
Daha geçen hafta Dargeçit JİTEM davasının gerekçeli kararı açıklandı.
Askerlerin operasyon amaçlı kullandığı saptanan mağarada insan kemikleri bulunmuş, bu kemiklerin kayıp insanlara ait olduğu DNA testiyle, üstelik Adli Tıp Kurumu tarafından saptanmış, tanıklar, bu insanları o dönem yetkili isimlerin gözaltına alındığını söylemiş ancak mahkemeye göre yeterli kanıt yokmuş..
Vartinis davası olarak bilinen, Muş Vartinis'te aynı aileden 9 kişinin evlerinde yakılarak öldürülmesine ilişkin dosyada, o dönem Jandarma Yüzbaşı olan Bülent Karaoğlu hapse mahkûm edildi. Onlarca kişi arasından sadece Karaoğlu… Kaçacağı belliydi ancak tutuklanmadı. Halen aranıyor. Kalan bütün faili meçhul cinayet dosyaları ise ya zaman aşımına girdi ya beraatle sonuçlandırıldı.
Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu'nun öldürülmesine ilişkin soruşturma tam da bu nedenlerle tarihi öneme sahip.
Tarihi faili meçhul cinayetlerle dolu Türkiye'de, ilk kez Özel Kuvvetler Komutanlığı mensuplarının bizzat planlayıp işledikleri bir cinayet dosyasından söz ediliyor.
Cinayetlerin faillerini ve nedenlerini oldum olası dış güçlerde, yabancı ajanlarda arayan Türkiye için alışılmadık bir durum.
Aynı zamanda başta Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy cinayetleri olmak üzere diğer faili meçhul cinayetler açısından da soru işareti yaratan bir tarafı var dosyanın.
T24 Ankara Bürosu'nun hazırladığı yazı dizisi bu nedenle çok önemliydi.
Eksikleri, hatalı tarafları olabilir elbette. Hiç bilmediğimiz olaylar, hiç bilmediğimiz gelişmeler söz konusu olabilir.
Yazı dizisi hazırlanırken mümkün olduğunca dava dosyaları esas alınmaya çalışıldı.
Yazı dizisine yönelik eleştiriler de oldu. Eleştiri niteliği taşıyanlar elbette önemli.
Ve eleştirilerle birleştirdiğimizde ortaya çıkan bir tablo var. Yanıtlanması gereken sorular…
Dosyayı bu aşamaya getiren savcılar, bunların üzerine gidebilecek mi göreceğiz?
Yoksa sadece, cemaat mensubu savcı ve polislerin tam aksini yaptıkları gibi, "cemaat operasyonu" denilerek olan bitenin üzerinden mi geçilecek, bunu da takip edeceğiz.
Ortada Bergama-Ovacık Altın Madeni'nden başlayan, sıralandığında birilerini çok öfkelendiren bir akış var.
Askerlerin ve bir bölüm siyasinin tıpkı bugünkü "dış güçler engel oluyor" söylemlerine benzer söylemlerle madenin açılması için yoğun çaba göstermesi, Hablemitoğlu'nun "dış güçler, Alman vakıfları" konulu kitabıyla olayı bambaşka bir boyuta taşıması ve çevre hareketinin dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'in açtığı davadan sonra giderek halk nezdinde sönümlenmesi söz konusu.
Ne hikmetse dönemin ABD Büyükelçi Edelman'ın madenin açılması için bizzat devreye girmesi dış güçten sayılmıyor.
Madenin tüm bunlardan sonra el değiştirdiği de hakikat.
Dış güçlerin halkı kışkırttığı propagandasının madenin açılması için ortaya atılması da öyle.
Birileri zenginleşirken, Türkiye'nin artık çıkartılacak altın kalmayan madenle zenginleşmediğini de hepimiz biliyoruz.
Hikâye bununla sınırlı değil.
Yazı dizisiyle ilgili yöneltilen bazı sorular çok haklı...
Dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'in görev alanında olmayan madenle ilgili harekete geçme nedeni hâlâ belirsiz…
Hablemitoğlu cinayetinin ardından dosyaya el koyduktan sonra neler yaptığı da öyle…
Ancak not düşmek gerekir; yaptığı, yapmadığı onlarca tartışmalı eylem nedeniyle soruşturulmayan, dokunulmayan Yüksel'in, özel hayatına ilişkin bir video ile meslek hayatının sonlanması da Türkiye'ye uygun bir senaryo.
Yıllarca dosyayı elinde tutan diğer savcı ve polislerin, rutin incelemeleri bile neden yapmadıkları, Sauna Operasyonu ile daha 2006'da ismi açığa çıkan, bugünün itirafçısı eski ÖKK mensubu Gökhan Nuri Bozkır'ın bağlantılarının neden o dönem çözülemediği de açıklanmaya muhtaç.
Savcıların bunlarla birlikte yakın döneme ilişkin soruşturmaya zorunlu oldukları başlıklar da var. Bunları ne kadar yapabilecekler, yapabilmeleri mümkün mü, göreceğiz.
Gökhan Nuri Bozkır, Yazar Zihni Çakır'la birlikte dönemin İstanbul Başsavcısı, Anayasa Mahkemesi üyesi İrfan Fidan'a giderek, bildiklerini anlatıyor, ifadelerle bu durum sabit.
Bozkır, bugün verdiği isimleri o gün de veriyor.
Ancak resmi ifadesi alınmıyor.
Çakır'ın ifadesi ise soruşturmayı yürüten Ankara Başsavcılığı'na gönderilmiyor.
Savcılık, kendi çabasıyla, bu isimleri 7 yıl önce, 2015'te veren Çakır'ın ifadesini Ankara'ya 7 ay sonra getirtebiliyor.
Bozkır, bir süre sonra Ukrayna'ya gidiyor ve sebebi belirsiz gelişmelerin ardından yeniden yakalanıp getiriliyor.
Ve büyük müjde denilerek, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından yakalandığı Türkiye'ye duyuruluyor.
Fidan'ın neden resmi ifade almadığı, ifadeleri kimlerin yetkili makamlara göndermedikleri de belirsiz.
Bozkır'ın ve bugün firari durumdaki Levent Göktaş'ın kaçmalarına kimlerin göz yumduğu da…
Cemaatin içindeki bazı isimlerin o dönem Hablemitoğlu ile ilgili temasları biliniyor.
İddia, ÖKK mensupları ile bu isimleri eski MİT'çi Enver Altaylı'nın buluşturduğu yönünde.
Ancak yaşananlar bu senaryoyu da aşıyor.
Çözülmek istenirse, bu sorulara yanıt bulmak çok güç değil.
Türkiye'de bir faili meçhul ve kontrgerilla faaliyeti yürüten yasal güçler gerçeği söz konusu.
Ve Hablemitoğlu dosyası, bütün siyasi tartışmalardan bağımsız olarak, bunları açığa çıkartabilmek açısından bir fırsat.
Bu fırsatı, siyasete, gündelik çekişmelere, iktidar oyunlarına heba etmeden kullanmak gerekiyor.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997’den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş’la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018’de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |