Antakya
“Ulu Cami’nin tam üstündesiniz.”
Nerede olduğumuzu anlamaya çalışırken, dükkanı yerle bir olmuş bir esnaf söylüyor yerimizi.
Künefeciler, meyhaneler, vakıflar, dernekler, küçüklü büyüklü dükkanlar, hiçbiri yok.
Ya da belki şöyle anlatmak gerekir:
Depremin vurduğu mahallelere gittiğinizde bir biçimde sokakları, caddeleri görüyorsunuz.
Ancak tarihi Antakya evlerinin olduğu kentin merkezi için bu söz konusu değil. Ne cadde, ne sokak, ne küçük bir aralık.
Yerle bir olmuş yapıların üzerine basarak belli bir noktaya kadar gitme şansınız var sadece.
İnsanlar, yalnızca dükkanlarının ne halde olduğuna bakmaya geliyor. Eşya çıkartabilme, bir hatıra alabilme gibi bir olanakları da yok.
Hatay, depremin vurduğu diğer kentler gibi büyük göç vermiş durumda.
Arabası olan, tanıdığı olan, parası olan ya da küçük bir olanak yaratan kim varsa gitmiş kentten.
Bazı mahalleler, sokaklar öylesine ıssız ki küçücük bir ses arıyorsunuz.
Sahipsiz kalmış kuşlar, alıştıkları damları arıyor ve oradan oraya uçuyor.
Mahallelerin kedileri, bir parça yiyecek bulabilmek için oradan oraya koşuşturuyor. Başka bir ses, nefes yok. Bir de o canlıları kurtarmak için çabalayanların sesleri geliyor zaman zaman.
Gidenlerin durumu tartışılır. İçlerinde zenginler, daha rahat bir konumda olanlar vardır elbette. Ancak büyük çoğunluğu öyle değil.
Evini, barkını, belki işini kaybetmiş insanlar, yeni bir kentte başlarını sokacakları bir dam arıyor.
Ancak öyle kolay değil, değil mi?
Olmadığını son zamanlarda bu kentlerde yaşayanlar gayet iyi biliyordu zaten.
Her dakika telefonlara mesajlar düşüyor: “Acil ev bulmamız lazım.”
Bir sürü insan seferber oluyor ancak gerçekten kolay değil.
Bu kadarını tahmin etmiyordu kimse.
Depremden sonra mal sahiplerinin evlerini vermek istemeyebilecekleri, kiraları biraz daha artırabilecekleri akla gelmiyordu o büyük dayanışmayı görünce.
Ancak dünya böyledir, hemen aslına döner.
Biz yine iyilikten bahsedelim.
Evini paylaşanlardan, ücretsiz biçimde verenlerden, kapılarını açanlardan. Onlar da dünyanın dönebilmesine sebep...
Bir de kalanlar var.
Gitme şansı olmayanlar.
Hatay’ın sessizliği bu yüzden ürkütücü.
Merkezde çok az buralı insan görebiliyorsunuz, polisin, askerin, yardım görevlisinin sayıları çok daha yüksek görünüyor.
Biraz daha ilçelere doğru gittiğinizde çadır kentler, toplanma alanları karşılıyor sizi.
Yüzlerce gönüllü fedakarca çalışıyor, insanlara yardımcı olmak için uğraşıyor.
Buradaki insanların bir bölümü de gitmek istiyor ancak ücretleri, konuşulanları duyunca cesaret edemiyor.
İçlerinde ne yapacağını bilmeyenler, işini, evini kaybetmiş olmasına rağmen kentte kalmak zorunda olanlar var.
Öyle büyük bir yas ki yaşanan, yas tutabilmeye, ne olduğunu anlayabilmeye gerçekten zaman kalmıyor.
Ve bir de bütünüyle çaresiz kalmış olanlar var.
Ailelerini kaybedenler, hayatta ne varsa tamamını kaybedenler...
İşi, parası, gidecek yeri olmayanlar...
Yapayalnız kalanlar.
Depremin de sınıfsal olduğunu bir bakışta anlamak çok kolay.
Ancak birileri oradan buyuruyor, “Türkiye deprem ülkesi, ölmek istemiyorsanız güvenli binada oturun.”
Kendileri bulup buluşturup oturabiliyor demek.
Keşke nasıl olabileceğinin formülünü gelip burada bu insanlara anlatabilse bu fikirlerin sahipleri.
Ve Antakya’yı, o dükkanları, camiyi, incelikle yapılmış, bugüne kadar kalmış binaları o halde görünce “Mutlaka” diyorsunuz, “Mutlaka bunların hesabı verilmeli.”
Kim olursa olsun, ne kadar geriye giderse gitsin, hangi ideolojiye, partiye mensup olursa olsun sorumlular kimse hesap vermeli.
Başlangıç sabah uyanıp, “Yeni bir hayat başlıyor” demekle olmuyor.
Yeniden başlamanın mutlaka bir de temeli olmak zorunda.
Antakya için bu temel, sorumluların tamamının hesap vermesi.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |