Kelimenin, insanı dar alana sıkıştıran bir yanı var gibi…
Sanki özgürlüğü engelleyen, kural koyan, o kuralların dışına çıkılırsa o sıfatın da tuzla buz olacağını öğütleyen bir tarafı var.
Ya da belki o hissi duyması isteniyordur insanın.
Tıpkı ahlak kavramının, dinle, muhafazakarlıkla eş tutulması, kalan ne ve neresi varsa, bu kavramdan yoksun olduğunun hissettirilmesi gibi.
Oysa belki sadece "hayır" diyebilmek yeterlidir tüm bu kavramların içini doldurabilmek için. Asıl özgürlük tam da budur. Kelimelerin anlamı, böyle karşılık buluyordur. Kalbinin söylediğini dinleyebilmek, buna çabalamak, bazen direnmek.
Sadece nasıl olursa olsun hayatta kalmak yerine, kendini nasıl tanıyorsan, tanıdığın biçimde kalabilmek yeterlidir.
Müyesser Yıldız, Türkiye’nin Libya’daki askeri faaliyetleri konusunda haber kaynağıyla görüştüğü, bu görüşmelerde aldığı bilgileri "not ettiği", hatta "belge istediği" gibi bir suçlamayla cezaevine konuldu. Suçlamaya konu olan haberlere hâlâ erişim mümkün. Yine suç gibi gösterilen, yazmadığı haberler ise zaten yazılmamış durumda.
Benzer bir suçlamayla gözaltına alınan İsmail Dükel ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, ismi zaten Meclis’te deşifre edilmiş, hayatını kaybeden bir istihbarat görevlisinin ismini deşifre ettikleri gerekçesiyle tutuklandı.
Murat Ağırel, Hülya Kılınç, Ferhat Çelik, Aydın Keser de hemen arkalarından yine aynı gerekçeyle tutuklanıp cezaevine konuldu.
Nedim Türfent, aleyhinde ifade veren onlarca kişi, mahkemede, "işkenceyle ifademizi aldılar" demesine rağmen hüküm giydi, yıllardır cezaevinde.
Ahmet Altan, alabileceği cezanın büyük bölümünü çekmiş olmasına rağmen, tahliyesinden bir hafta sonra, "ya daha ağır ceza alırsa" denilerek yeniden alındı içeriye.
Gazetecilerle sınırlı değil…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına göre, sivil toplum üzerinde baskı oluşturmak için tutuklanan, Gezi davasından beraat eden iş insanı Osman Kavala, yıllardır açık tutulan bir başka dosya gerekçe gösterilerek, cezaevinden çıktıktan sonra gözaltına alınıp yeniden tutuklandı. Tutuklandığı dosyanın da AİHM’nin mahkumiyeti kapsamında olduğu görülünce, aynı suçlamalar yinelenerek farklı bir suçlama yöneltildi, bu kez de bu suçtan tutuklandı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına göre, siyaset üzerinde baskı oluşturmak için tutuklanan HDP eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, hemen tahliyesi gerekirken, tahliye edilmedi. Apar topar, İstanbul’da bir konuşması nedeniyle verilen mahkûmiyet istinaf mahkemesinde onaylandı. Hükümlü statüsü kazandırıldı. Hemen ardından ana dava dosyasından tahliye oldu. Zaman geçti, bu suçtan aldığı ceza kadar hapis yattığı ortaya çıktı. Yeni bir dosya gerekliydi. Ana dosyadaki suçlamalardan biri soruşturulmaya dönüştürüldü, HDP eski Eş Başkanı Figen Yüksekdağ ile birlikte bu dosyadan tutuklandı. Bu karardan hemen sonra cezasını çektiği, hükümlü haline gelmesine yol açan dosya konusunda, Yargıtay Başsavcılığı, "karar bozulsun" görüşünü bildirdi. Kararda, bilirkişi olarak görev yapan kolluk görevlilerinin cezaya konu konuşmayı eksik deşifre ettiği belirtildi.
Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve ÇHD üyesi avukatlar, zaten geçmişte suçlanıp beraat ettikleri dosyadakine benzer suçlamalardan tutuklanıp hüküm giydiler. Yargılanırken tahliyelerine karar veren heyet değişti, özgürlüklerine kavuşamadan yeniden cezaevine konuldular.
Bütün bu isimlerle ilgili dosyalar, kamuoyunda sık tartışıldı, kararlar gündemde yer tuttu.
Hiç görülmeyen, hiç bilinmeyen binlerce benzer dosya var.
Sorun, yargının kalitesi olsa, belki eğitimle, belki deneyimle sorunlar çözülebilir, eleştiriler pusula yapılarak, bir limana yaklaşılır.
Yeni değil bu tartışma ama belki de hiç olmadığı kadar büyük her şey.
Elbette yargıyı yönetenler, oluşturanlar da biliyor nelerin olup bittiğini.
Süreçlerin nasıl işlediğini, neden böyle olduğunu...
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, bireysel başvuru dosyalarıyla ilgili verilen kararları açıklarken, yüzde 52,1 oranında "adil yargılanma hakkının ihlali" kararının çıktığını söyledi ve bunun ne kadar yüksek bir oran olduğuna işaret etti.
Sorunun ne olduğunu aslında Arslan da biliyor, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu da Adalet Bakanlığı da…
Herkes neyin ne olduğunu, nasıl işlediğini, neden böyle olduğunu biliyor.
Bu yüzden, ne pahasına olursa olsun yaşamak ve nasıl olursa olsun var olan düzeni sürdürmek değil sorun.
Bazı kavramların bağırarak söylenmesinin, o kavramların eksikliğinden kaynaklı bir tarafı var. Bağırarak söylediğinde sende var olmuş olmuyor hiçbir şey.
Bazen de çok basit aksine…
Sadece "hayır" diyebilmek bazen işte…
Israrla istenilene karşı koymak, bedel ödemekten, dışlanmaktan, küçümsenmekten ya da sahip olduğunu kaybetmekten değil, tanıdığın kendini kaybetmekten korkmak bazen mesele.