Bundan tam 8 yıl önce, yani memleketimizde terörist sayısı bu kadar yüksek değilken, çözüm süreci ile ilgili yasalar çıkartılabiliyor, Newroz’u "w" ile yazdığın için terörist ilan edilmiyor, dahası alanlarda devlet törenleri dışında kutlayabiliyorken… Bugün önüne geleni terörist ilan edenler, o gün sadece cemaat yargısının tutukladıklarını terörist sayıyor, yıllarca hak mücadelesi veren kişilere dönük bitmek bilmez davaları "eski Türkiye" diye özetliyorken mühim bir program yayınlandı ana akım televizyonlardan birinde.
O gün de bugün de iktidarın en önemli yayın organlarından olan 24TV’de yayınlanan "Keşke olmasaydı" programının konusu Grup Yorum’du.
Bugün 35 yaşında olan Grup Yorum’un, ilk günden bu yana davaların, soruşturmaların konusu yapılmasına gerekçe olarak program anonsunda şöyle deniliyordu:
"Cesur bir yüzleşmeyi, egemen sınıfa başkaldırının müziğini yaptıkları için tüm bunlara hedef oluyorlar…"
O programda, bugün ölüm orucu eyleminin 299. gününde olan İbrahim Gökçek, "Biz Marksist ve Leninistiz. İnandığımız bir dünya var ve o dünyanın müziğini yapıyoruz. Sadece müzik yaptığımız için bunlar başımıza geliyor" diyordu.
Ve 35 yıldır üyeleri sürekli değişen ancak müziği ve dünyaya bakışı değişmeyen Grup Yorum’un o günkü üyeleri arasında Grup Yorum’a yönelik baskılar nedeniyle başladığı ölüm orucu eyleminin 288. gününde yaşamını yitiren Helin Bölek de vardı.
Helin Bölek, yaşayabilseydi, 5 Haziran’da 29 yaşına basacaktı.
1991’de Diyarbakır Bağlar’da doğdu. Çocukluğu, Bağlar’ın dar sokaklarında yaşıtlarıyla oynayarak, şarkılar söyleyerek geçti. Ailesi, kızlarının iradesine, tercihlerine hep saygı gösterdi. Üniversiteyi başka bir kentte okumayı istiyordu. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Maliye Bölümü’nü kazandı. Şarkılarıyla büyüdüğü Grup Yorum’la da üniversite öğrencisiyken, henüz 18 yaşında tanıştı. Önce konserlerinde görev aldı, sonra korolarında… Ardından Yorum’un üyelerinden biri oldu.
Elbette değişim kaçınılmaz. Fikirler de değişebiliyor insanlar da…
Ancak galiba Türkiye gibi, bir anda iklimini siyasi konjonktüre ve oy dengelerine göre değiştiren ülkelere pek nadir rastlanıyor. İktidarın aldığı yeni tutuma göre, koca bir gövdeyi birkaç günde bir yönden tam aksi yöne devirebilen ülke bulabilmek pek kolay değil.
Bütün bunları söyledikten sonra tam aksini nasıl savunabileceğini düşündüğünüz insanların, aslında binlerce insanın, sadece birkaç saatte tam aksini hayret verici bir inançla savunabilmelerine inanabilmek de kolay değil.
Ama bu türden bir değişim gibi alışmak da bir gariplik olarak coğrafyada mevcut ziyadesiyle.
Alışıyorsunuz, her şeye alışılıyor bu ülkede…
Helin Bölek, iklim değişince artık hakkı yenilen protest müzik sanatçısı kulvarından alınıp "terörist" kulvarına sokuldu. Aslında yargıya cemaatin egemen olduğu dönemde de hem bugün tutuklu bulunan avukatlar, hem Grup Yorum üyeleri dava ve soruşturmalara hedef olmuştu ancak yine bir tür iklim etkisiyle bir süre sonra beraatle sonuçlanmıştı davaları.
Ancak artık terörle mücadelede kararlılık vaktiydi, öyle deniliyordu. Daha önce bir kararsızlık yaşandığı ima edilerek…
Bir, tek bir itirafçının ifadeleriyle yüzlerce operasyon yapıldı. Grup Yorum’un 1985’ten bu yana çalışmalarını sürdürdüğü İdil Kültür Merkezi, tam 10 kez basıldı. Enstrümanları kırıldı, üyeleri cezaevine konuldu. Defalarca gözaltına alınan, tutuklanıp bırakılan Grup Yorum üyelerinden bir kısmı yurtdışına çıktı, bir kısmı Türkiye’de kaldı. Helin Bölek kalanlardandı.
İtirafçı ifadesiyle, İbrahim Gökçek ve Bölek tutuklandı. Ardından diğer grup üyeleri, Emel Yeşilırmak, Bergün Varan, Sultan Gökçek, Ali Aracı, Bahar Kurt, Barış Yüksel…
Yurtdışına çıkan İhsan Cibelik, İnan Altun ve Selma Altun’un isimleri, İçişleri Bakanlığı’nın ödül koyduğu, aranan teröristler listesine eklendi.
Her şey, Grup Yorum’a yönelik baskıların ve konser yasaklarının sonlandırılması, adil yargılanma imkanının tanınması, İdil Kültür Merkezi’ne yönelik baskıların bitirilmesi talepleriyle açlık grevi kararı alınmasıyla başladı. Ardından Helin Bölek ile İbrahim Gökçek, önce süresiz açlık grevi, sonra ölüm orucu kararı aldı. Eylemlerinden vazgeçmeyecekleri anlaşılınca, iki yılı aşkın süredir tutuklu bulunan Gökçek ve Bölek ile Kurt ve Yüksel tahliye edildi. Ancak Gökçek ve Bölek eylemlerini dışarıda da sürdürdü. Tek istedikleri, adil yargılanma konusunda temas kurulması, durmaksızın yapılan baskınlara son verilmesi ve konser yasaklarının kaldırılmasıydı. Bunu konuşacak bir muhatap, devletten gelecek bir işaret…
Hiç lafı dolandırmaya gerek yok, Grup Yorum, bugün değil, kurulduğu günden bu yana DHKP-C üyeliği ile suçlanıyor, örgütün kollarından biri sayılıyor.
Üyeleri, Marksist ve Leninist bir dünyaya inandıklarını söylüyorlar. Ancak tam oraya büyük bir çizgi çekiyorlar:
"Biz, inandığımız dünyanın müziğini yapıyoruz, başka bir eylemimiz yok."
Bir yandan bir yöne durmaksızın dönen Türkiye’de, iktidarların yönleri, iktidarı destekleyenlerin yönleri bir anda değişebiliyor ama hiç değişmeyenler var elbette.
Konser yasağı uygulaması, kültür merkezinin basılması, gözaltı ve tutuklamalar bugüne has değil, 35 yıldır sürüyor.
Bir devletin, tam 35 yılda, bir müzik grubunun ne yaptığını, ne yapmadığını bulması gerekir değil mi, hayır öyle olmuyor. Bir yandan suçlama sürekli asılı bir halde bekliyor, vaziyete göre, oradan indiriliyor ya da yerinde bekletiliyor. Aranan da bellidir mevzuata göre; örgüt üyeliği, yardım vb. konularda bir eylemlilik söz konusu mu?
Zaman geçiyor… Grup Yorum’un geçmişteki üyeleri arasından milletvekilliği, parti yöneticiliği yapanlar var yakın zamanda. Bayıla bayıla izlenen dizilerin müziklerini yapanlar, bayıla bayıla dinlenen şarkıları besteleyenler var. O dönemde, bugünkü Grup Yorum üyeleri gibi suçlanan, eski Grup Yorum üyeleri… Bir yandan hayret verici değişimlere alışmak zorunda kalırken, bir yandan hiçbir şey zerre, tırnak ucu kadar değişmiyor, hiçbir şey değişmiyor…
Bir de bitmek bilmez ölüm orucu tartışması var.
Helin Bölek ve İbrahim Gökçek, tahliye edilip, dışarıda eylemlerine devam ettikleri süreçte, zorla hastaneye götürüldüler. Mahkemeden, zorla tedavi edilmeleri için kararlar çıkartıldı. Tedaviyi reddettiklerinde belge imzalatıldı. Mahkeme kararlarında, uygun düzenleme bulunamadığı için, ölüm orucu eylemine müdahale için "serserilik" tanımı bile yapıldı. Reddettiler, sürdürdüler eylemlerini.
1996 ölüm orucu eylemlerinde olduğu gibi, 2000’de olduğu gibi...
Bu türden bir ölümün kutsanması, bedenin açlıkla sınanması, bir insanın sevdiklerinin gözünün önünde eriyip bitmesi… Ölüm orucunu, bir eylem biçimi olarak kabul etmek çok güç, kolay değil, hatta mümkün değil.
"Bıraksınlar" eylemi… Mümkünse evet, bıraksınlar, lütfen bıraksınlar ve hayatta kalsınlar.
Ancak "bırakın" çağrıları da karşılık bulmadığında, istediğiniz kadar felsefik tartışma yürütün, mühim değil.
Ve bir insan 300 gün yiyip içmemişse, artık bunu tartışmak anlamlı olmuyor. O insan buna inanıp, irade gösteriyorsa, bırakın çağrılarına yanıt vermiyor, tedaviyi reddediyorsa siz istediğinizi söyleyin, fark etmiyor. Ve zorla müdahale de evrensel hukuka ve insan haklarına aykırı. Sonuçlarının ne kadar vahim olacağı biliniyor.
Ya da ister devletin sıkça söylediği gibi örgütün bu insanları ölüm orucuna zorladığına inanalım, ister bireysel iradeleriyle bu eylemi yaptıklarına… Bu da fark etmiyor eriyen bir insanın karşısında… Örgütle, şununla bununla temas değil, insanların bu eylemlerle duyurmak istedikleri adaletsizlik konusunda devletin en azından bir inceleme yapması talep edilen. Varsa bir adaletsizlik adım atması. Bundan ibaret.
Helin Bölek, eyleminin 288. gününde, henüz 28 yaşında öldü. Annesi Aygül Bölek, "Nasıl dayandınız günden güne erimesine" diye sorulduğunda, "Ben dayanmadım, dayanamadım da. Bu yaşta, bu sakatlanmış bacağımla sokaklara çıktım, gözaltına alındım. Kızımın sesi duyulsun diye uğraştım. Şimdi herkes bana bunları soruyor. Helin ölmeden niye duymadınız ne dediğini, ben ne yapacaktım ki sesini duyurmaktan başka" diyor.
İbrahim Gökçek, 299 gündür ölüm orucunda ve kritik eşikte. Adil yargılama talebiyle ölüm orucu eylemi yapan Mustafa Koçak da öyle. Cezaevindeki avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal da ölüm orucunda artık.
Geçen hafta, yine bu köşede Helin Bölek konu edildiğinde gelen tepkiler, "Yazanı bulup yüzüne tüküreceğim", "Bize hesap vereceksin", "Gebersinler" olmuştu. Bu dil de garip değil. Ama bu dile rağmen anlatmak gerekiyor bu dilin sahiplerine. Belki de hiçbir şey sandığınız gibi değil. Belki de ezberi bozmak, bin yıldır yapılanın dışında davranmak gerekiyor. Konuşmak, sadece konuşmak belki.
İçişleri Bakanlığı, insan hakları savunucularının randevu taleplerine henüz yanıt vermedi.
Bölek’in ölümünden önce yapılan görüşmede, talepler için, "Eylemi bıraksınlar, bakarız" denildiği açıklanmıştı. Şimdi ise herhangi bir görüşme yok. Ancak hak savunucuları ısrarcı… Kimse ölmesin, bir adaletsizlik varsa giderilsin diye ısrarcı…
Ve bakanlık, artık bir kapı açmalı…