CHP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, geçtiğimiz hafta OHAL Komisyonu'nu ziyaret etti.
Komisyon, malum, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kamudaki ihraçların, dernek kapatmalarının adaletli olup olmadığını incelemek için kuruldu.
Renk renk dosyalar hazırlandı, çelik çekmecelere yerleştirildi, ihraç edilenlerin başvuruları beklenmeye başlandı. Zaten, başvurular kabul edilmeye başlanana kadar neredeyse darbenin üzerinden 1,5 yıl geçmiş, binlerce kişi ihraç edilmişti.
Beklendi zira, arada ikna edilmesi gereken yerler vardı.
Önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ikna edildi. Öyle ya, Türkiye'de bir mekanizma oluşturulmaması durumunda binlerce dosya AİHM'nin önüne gelecekti. AİHM, bir memleketten neden bu kadar çok sayıda dosya geleceği konusunda dertlenmek yerine, Türkiye usulü çözümü buldu.
"Elbette, etkili bir iç hukuk yolu" dedi, topu Ankara'ya gönderdi.
Hemen ardından Avrupa Konseyi ikna edildi. Konsey, zaten AİHM'nin bildirdiği görüşten farklı bir görüş bildirecek gibi değildi.
Bu aşamalar tamamlandıktan sonra yavaş yavaş, ihraç edilenler ne yer, ne içer dert edilmeden kanuni altyapı hazırlandı. Ardından, nasıl karar verileceği konusunda kararlar alındı. Tam 12 kriter belirledi komisyon:
– ByLock kullanıyor mu?
– Bank Asya hesabı var mı?
– (Bu soruların yanıtı evetse) Bağlantılarının seviyesi hangi düzeyde?
– Hangi dershane ve okula gitti?
– Kayyım atanan şirketlerde çalıştı mı?
– Hangi sendikaya üye?
– İsmi medyada geçti mi, sosyal medyada nasıl yer alıyor?
– Hakkında idari soruşturma var mı?
– Adli soruşturması ve davası var mı?
– Hakkındaki kanaat bilgileri neler? (İhraç eden kuruma soruluyor)
– Hakkındaki istihbari bilgiler neler?
– Hakkında bunlar dışında bilgi ve belge var mı?
Yıllar geçti… Komisyonun görev süresi sürekli uzatıldı. Bazı dosyalar, özellikle de darbeyi yapan cemaatle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan insanların dosyaları ısrarla ele alınmıyordu. Yine cemaat suçlamasıyla ihraç edilen ancak hakkında hiçbir kanıt bulunamayan insanların dosyasının da yüzüne bakılmıyordu.
Karaca, görüşmede bunları komisyona sordu geçen hafta.
Komisyon Başkanı, kendisinden emindi. Karaca'nın aktarımına göre, Anayasa Mahkemesi'nin "hak ihlali" kararı vermesinin kendilerini ilgilendirmediğini ayrıca bir öncelik yaratmadığını söyledi. Yargı kararlarının kendileri için bağlayıcı olmadığını, komisyonun idari kararlar verdiğini, mahkemelerden ve savcılıklardan daha geniş kapsamlı soruşturma yetkileri olduğunu aktardı.
Kritik bir başlık daha vardı. Karaca, bunu da sordu Komisyon Başkanı'na…
"Haklarında hiçbir delil bulunmaz ise kurum görüşü istenilecek ve o görüş esas kabul edilerek iade edilip edilmeme kararı verilecektir" yanıtını aldı.
OHAL Komisyonu'na göre, AİHM, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, savcılık, mahkeme kararları kendilerini bağlamıyordu.
Önceden belirlenen kriterlerden 11'i bulunmasa bile 12. kriter olarak "kurum görüşüne" başvurarak meseleyi çözüyorlardı.
Hangi kurumun görüşü?
Zaten, ilgili kişiyi tamamen kişisel kanaatleriyle ihraç listesine koyan kurumun görüşü istenilen…
Savcılığın akladığı, mahkemenin akladığı, Yargıtay'ın, Anayasa Mahkemesi'nin akladığı insanlar için, bir makam koltuğuna oturmuş, nasıl oturduğu, hangi özelliğinden dolayı orada olduğu belirsiz, muhtemel ki bir zamanlar, ABD'ye doğru yüzünü dönüp, ağlayarak, "dön artık" diye seslenmiş kişinin görüşü esas alınacak.
Ve diğer hiçbir karar komisyonu bağlamayacak.
Haksız değil komisyon başkanı. Tutuklandığı aşamada suspus olup, dört yıl sonra Selahattin Demirtaş'ın tüm haklarının ihlal edildiği kararını veren AİHM, tam da bunu "etkili iç hukuk yolu" saydı.
Osman Kavala'nın tahliyesi için Türkiye'ye süre tanıyan Avrupa Konseyi, bütün bunlar söylendikten sonra, "yolunuza devam edin" dedi.
Mevzuat bu hakkı tanıyor, "İstediğiniz kadar bekleyin, istediğiniz kararı verin" diyor.
Ne yapacaktı başka OHAL Komisyonu?
"Anayasa Mahkemesi, Yargıtay kararları beni bağlar mı?" diyecekti.
Elbette, şatafatlı arabalarla gidilen öğle yemeklerinde buluşulan kurum amirleriyle birlikte karar verecekti…
Yargı kararları, OHAL Komisyonu'nu bağlamaz.
Hükümeti, Cumhurbaşkanı'nı da bağlamaz.
İçişleri Bakanı'nı da elbette…
Ve elbette, onları bağlamadığı için, onlara bağlı çalışanları da bağlamaz.
Elleri soğumasın diye hiç soruşturulmayanları sadece yargı kararları değil, hiçbir karar bağlamaz.
Bunca bağlanma sorunu bulunan bir memlekette, nasıl oluyorsa, herkes sevsin ve bağlansın isteniyor delicesine…
Öyledir elbette… Aşk da zaten böyle bir şeydir?
Ama elbette, kurumların hâlâ bir adı var, kuyruğun dik tutulması gerekiyor.
Yargıtay, bu nedenle, son kararlarından birinde, altını çiziyor; "hoşumuza gitmese de Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır" diye.
Anayasa Mahkemesi, AİHM'nin verdiği kararı, "biz daha iyi biliriz" diyerek uygulamadığını unutarak, "Anayasa Mahkemesi kararları mutlak bağlayıcıdır" açıklamaları yapıyor.
Bu nedenle, aslında hakikatin iyiden iyiye açığa çıkması hiç fena bir şey değildir.
Ve yine de bütün bu kurumları, memleketin hukuk kurallarına uygun davranması için bunca didinerek zorlamak da muazzam bir emektir.
Er ya da geç karşılığını bulacak bir emek…