Arzulanan bir Türkiye tablosu görüyoruz!
"Beyanın" ciddiye alındığı, sivil alanda siyaset yapmak isteyenlerin kucaklandığı bir Türkiye.
Elbette iktidar uğruna, oy uğruna bu takiye…
Domuz bağı yöntemiyle yüzlerce kişiye işkence ederek öldüren, polis, asker, sivil ayırt etmeden, devlet desteğiyle yüzlerce cinayete imza atan Hizbullah'ın en azından görünüşte tasfiye edilmesinden sonra kurulan HÜDA Par, hâlâ tartışma konusu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur ittifakındaki ortağı MHP'nin lideri Devlet Bahçeli, HÜDA Par odaklı tüm iddialara benzer sözlerle yanıt verdiler:
"Kendileri anlattı, terörle yakından uzaktan ilgileri olmadığını söylediler…"
Demek Türkiye'de işler böyle yürüyebiliyor. "Hizbullah bir terör örgütü müdür, çabuk söyle" dayatması olmadan, sadece beyan esas alınarak, bağlantıları bile araştırılmadan kucaklanabiliyor bir yapı.
Şiddete uğrayan kadınların bile beyanı sorgulanırken bu kadar iddia bir yana bırakılabiliyor.
Ancak mesela Hizbullah'ın cinayetlerinde imzası bulunan, örgütün tepe yöneticisi Edip Gümüş, skandal Yargıtay kararıyla tahliye edildikten sonra yurtdışına kaçırılırken parti yöneticilerinden yardım aldı mı, buna yanıt yok.
Bazı parti kurucu ve yöneticileri aktif Hizbullah üyeliğinden dolayı hapse mahkûm edildi mi, bu cezaları kesinleşti mi, buna da yanıt yok.
AKP ile anlaştıktan hemen sonra bakıma alınan partiye ait internet sitesinde bu isimler hâlâ parti yöneticisi görünüyor muydu, buna da yanıt yok.
Ama soruların yanıtı var. Evet, Gümüş'ün kaçırılmasına parti yöneticileri yardım etti. Evet, Hizbullah üyeliği nedeniyle parti kurucu ve yöneticileri ceza aldı ve cezaları kesinleşti. Evet, bu isimler bakıma alınana kadar internet sitesinde partinin yöneticisi olarak görünüyordu.
Bu vesileyle başka bir soruyu da ortaya atalım.
Hizbullah gerçekten bütünüyle ortadan kalktı mı, silahı bıraktı mı, yandaşları şiddetle aralarına mesafe koydu mu?
İddia o ki 2000'li yıllarından başından itibaren Hizbullah'ın silahla işi olmadı…
Ancak yaşananlar durumun pek de söylendiği gibi olmadığını gösteriyor.
2015 yılına gidelim, 7 Haziran seçiminin hemen öncesine.
Yasin Börü'nün de öldürüldüğü Kobani olayları sırasında hayatını kaybedenlerin büyük bölümü, kamuoyu gündemine sık gelmese de HDP'liydi. HDP'lileri öldürenlerin de Hizbullah üyeleri olduğu söyleniyordu ancak bunun üzerine bugüne kadar gidilmedi. Bu nedenle de 7 Haziran seçimi öncesinde de bölgede gerilim yaşanıyordu.
Ancak çözüm süreci, daha vahim olayların yaşanmasına engel oluyor, birileri ayağa kalkmaya hazırlanan birilerini sakinleştiriyordu.
29 Mayıs 2015'te, Şırnak İdil'deki köyleri gezen HDP'liler, 16.00 sıralarında, yaklaşık 30 araçlık konvoyla bir köye geldiler. Araçtan inenler müziği açtı, bir bölümü halay çekmeye başladı. Ancak köyden gelenler, "Bu köyün düşüncesini bilmiyor musunuz? Niye geldiniz?" diyerek konvoyun etrafında toplanmaya başladı.
HDP'liler ikna edilerek araçlara bindirildi, köyden ayrılmaları sağlandı. Ancak kalabalık bu kez HDP'li olduğu bilinen bir aileye yöneldi, "Bunları siz getiriyorsunuz buraya" dedi.
Tartışma yerini saldırıya bıraktı. Palalı, coplu birkaç kişi aileden baba ve oğula saldırdı. Baba ve oğlu evlerine doğru kaçtı ancak saldırı bitmedi. Silahla evin etrafı sarıldı, birkaç kişi içeriye girmeye çalıştı. Dama çıkan genç, evde sakladığı silahla içeriye girmek isteyenlere ateş açtı ve iki kişi hayatını kaybetti.
Yargılanan genç, saldırıya uğraması ve tahrik altında silah kullanması nedeniyle indirimli bir cezayla iki kez 18 yıl hapse mahkûm edildi. Babası ise beraat etti.
Ancak iş orada kalmadı.
2016'da biten davadan sonra günümüze kadar uzanan bir dizi olay yaşandı.
İlk saldırı, köyden ayrılan ve davada tanıklık yaparak önce söz konusu ailenin silahlı saldırıya uğradığını söyleyen tanığa karşı yapıldı.
Elinde silah bulunan, yüzü kapalı olduğu belirtilen bir kişi, olaydan yaklaşık iki yıl sonra, kapısını çaldığı davanın tanığını öldürdü.
Bununla da bitmedi. Olaydan sonra söz konusu aile köyde yaşayamadı. Gelen tehditlerin etkisiyle aynı kentteki bir başka ilçenin eski belediye başkanının evine yerleşti. Buranın güvenli olduğunu düşünmüşlerdi. Tehditler de bir süre sonra kesildi.
Ancak olay unutulmaya yüz tutmuşken, bir gün saklandıkları evin kapısı çalındı. Kapıyı, saklanan aileden biri değil, evin sahiplerinden bir genç açtı.
Açtığı anda da saldırıya uğradı. Kapıya gelen kişi silahını ardı ardına ateşleyerek genci öldürdü.
Üçüncü saldırı, daha uzakta Mersin'de yaşandı. Olaylarla yakından uzaktan ilgisi olmayan söz konusu ailenin akrabalarından biri, sokak ortasında motosikletle gelen bir kişinin açtığı ateş sonucunda öldü.
Bu üç cinayetten sadece Mersin'deki saldırıyı gerçekleştiren kişi, çevredekilerin müdahalesi sonucunda yakalandı ancak öldürdüğü kişi ile aralarında kişisel husumet olduğu dışında herhangi bir ifade vermedi.
Diğer iki cinayet ise bugüne kadar faili meçhul kaldı. Çözüleceğine yönelik bir umut da yok. Zira aile artık Türkiye'de yaşamıyor. Söz konusu aile, bütün akrabaları tehditlerden bunalarak yurtdışına çıktı ve orada kendilerine yen bir yaşam kurmaya çalışıyorlar.
Bütün bu olayların tarihleri, ölen kişiler belli. Ancak bir biçimde olayları bilen, bölgede yaşayan kişiler can güvenliklerinden endişe ettikleri için bunları vermek mümkün değil.
Katillerin hangi örgüte mensup olduğunu da açıklıyorlar elbette.
Hizbullah'ın ismini fısıltıyla söylüyorlar.
Hizbullah üyelerinin bölgede etkin olduğunu ve silahlı olduklarını da vurgulayarak.
2021'e kadar yaşanan olaylar, bölgede provokasyon çıkartmanın ne kadar kolay olduğunu da gösteriyor.
Belki artık domuz bağı ile işkence yapılmış kişiler görmüyoruz ya da varsa bunları bilmiyoruz ama silahların varlığı ve tehditler sürüyor.
Bu bilginin hemen arkasına bir anımsatma da eklemek gerekiyor.
Hizbullah'ın Yargıtay kararıyla bırakılıp yurtdışına kaçan tepe yöneticileri gibi militan kadroları da 2018'den itibaren serbest bırakıldı.
Sayılarının en az 500 olduğu belirtilen bu militan kadroların nerede, ne yaptığına dair bir bilgi yok.
Ancak ekranlara çıkıp rahat rahat kafa keseceğini söyleyen insanları görünce çok uzakta aramamak gerektiğini de anlıyorsunuz.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |