Hayatın büyük bölümü özlemektir.
Kötü geçmiş bir çocukluğun saflık günlerini, ilk gençlik aşklarını, plansız geçirilebilen ayları, dünyayı kurtarabileceğine inandığın yılları…
Misal, bir kayanın üzerinden uçsuz bucaksız bir denizi yalnız başına izleyip, kaçırdıklarına, pişmanlıklarına, geri gelmez sandıklarına üzülerek, daha sonra tutamadığın kararları verdiğin o zamanları…
Ya da yine bir dağın eteklerindeki bir kayanın üzerinden meyve kokularını taşıyan rüzgar yüzüne yüzüne vururken, bir masal yaşamayı dilediğin anları…
Hayatın büyük bölümü özlemektir…
Özlemenin bin bir çeşidi var.
Sana döneceğini bildiğin birilerini özlemekle, bir vazoyu düşürüp bin bir parçaya ayırmadan hemen önceki anı özlemek arasındaki büyük fark gibi.
Yine söz verip tutamamışsındır, yine içindeki o büyük uçurumu dolduracağını sandığın sesin aslında boşluk olduğunu anlamışsındır, yine geriye dönemeyeceğin bir adım atıp, önündeki günlerin önüne aşılamaz büyük bir duvar örmüşsündür, yine kendine yalan söyleyerek devam edebileceksindir yola… Sadece yolu yürümek zorunda olduğun için, keyif alıyor gibi yürüyor yapacaksındır. Yolun bitmesinden korkarken bir yandan, aslında bitmesini istiyorsundur.
Yine yanında sadece, olmayacak düşlerinin hayaletleri kalmıştır.
Zaman geçmiştir.
Işığı görmek için çıktığın yolda, sabahın ilk ışıklarını göreceğini beklerken, artık hep içerisinde kalacağın zifiri bir geceyle tanışmışsındır.
Bir daha geri gelmeyecek zamanları acı veren bir kalp sızısıyla özlersin.
2020'de, sadece Türkiye'de, "resmi rakamlara göre", 20 bin insan salgına yenildi. İsimleri bile yazılmayan, günlük bir tabloya işlenen rakamdan ibaret görülen, 20 bin yarım kalmış hikâye…
Kadınlar öldürüldü yine.
İnsanlık dışı cinayetleri, insanlığın ölçü alınamayacağı yöntemlerle işleyen gayet sıradan ve normal erkekler, kimi zaman kıskandıklarını söyledi, kimi zaman gururlarıyla oynandığını, kimi zaman namuslarının kirletildiğini…
Kimi, en eski ezbere yaslanarak, öldürdüğü kadının eski sevgilisi olduğunu anlattı, kimi kadının kendisinin peşini bırakmadığını...
Kimi annesini öldürdü, kimi karısını, kimi tesadüfen gördüğü bir kadını.
O cinayetlerden sonra "ahlak" üzerine veciz sözler söyleyenler, kıyak ihalelerin, gizli saklı kurulan masaların, aslında sadece kendilerini ve karşılarındakini kandırarak "hile yöntemiyle" girdikleri ilişkilerin göbeğinden anlatıp durdular yine.
Kendileri gibi olanlara göz kırpmaktan ibaret bir yalancı ahlakla…
2020'de, yine çocuklar istismar edildi.
Tekneler battı, kadınlar, erkekler, çocuklar öldü.
İşkence gördü insanlar yine, yine işkence gördüğünü kanıtlamaya çalışırken "suç işledikleri" söylendi.
Alışılmış ne kadar karanlık varsa, üzerine büyük büyük karanlıklar eklendi bütün gücüyle.
Hemen her yılın sonunda, o yılın geçip gitmesi dilenir. Ama 2020 için, büyük bir içtenlikle, bütün dünya bunu diledi neredeyse...
Geriye, hayatın geri kalanında olduğu gibi bir sürü özlemek kaldı.
O özlemleri bastırmanın en iyi ve en kolay yolunu biliyor insanlık; unutmak…
Nobelli yazar Ishiguro, insanların unutma hastalığına tutulduğu romanı "Gömülü Dev"de, o büyük çaresizliği, "Belki Tanrı, bizden, yaptığımız bir şeyden o kadar utanıyor ki, kendi de unutmak istiyor" cümlesiyle anlatır.
Ve hastalığa yakalananlar, bir süre sonra ya da hayat yolunun sonunda hakikatle karşılaşır.
Yaşayabilmek için sözlerini çiğneyip, sonra unutmak, hakikat, yüze vurana kadar mümkündür.
Zira o sızıyı yokmuş gibi yaşayabilmek için unutmayı seçseniz de aslında yapamayacağınızı bilirsiniz. Tatların birbirine karışması gibi o derin sızı ve neden oldukları, insan ya da olay, size sızmıştır.
Bu yüzden aldığınız tüm kararlar da boşunadır.
Bugünlerde benzerlerine ve varlığına çok ihtiyaç duyduğumuz La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Kişot'un sonu hüzünlüdür.
O büyük maceralardan sonra, hayallerinden, düşlediği kimlikten, gurur ve onur yüklü o zamanlardan vazgeçmiş, gerçek adıyla kendisine hitap edilmesini isteyen yenilmiş ve erişemeyeceklerini çok özleyen biri vardır artık karşımızda.
Daha o pasajın başında, zamanın geriye gitmesini istersiniz.
Yeniden bir düşün mümkün olabileceğine sizi inandıran o insanın ayağa kalkıp, yola çıkabilmesini.
Ama zaman geriye gitmez, bunu bilirsiniz.
Ancak geride kalanlar da bir düştür eninde sonunda.
Ve hakiki bir pişmanlık, bazen geriye doğru yol almasını sağlayabilir akreple yelkovanın.
Ve tüm bunların farkındaysanız, pişmanlık denilen acı meyvenin hissettiklerini damar damar yaşamışsanız, aynada yüzünüze baktığınızda kendinize söylediğiniz yalanları, can yakan anıları, eksikleri, kendinize ve başkalarına yapmadıklarınızı görüyorsanız, artık yolu hakkıyla yürümeyi istemek ve bedelini ödeyerek yürümek de mümkündür.
Ayağa kalkabilmek, yolculuğa yeniden başlayabilmek, bir düşün peşinde koşabilmek...
Bütün bunları zerre hissetmeyenler için yapılacak bir şey yok. Hakikatle tanışacakları güne kadar, ki mutlaka bir biçimde tanışacaklar, yaşayıp gidecekler.
Ama bu cesareti gösteren insanlar da var, bir yola çıkabilen, kapıları kapatabilen ve yenilerinin açılabilmesi için acılar içerisinde deri değiştiren.
Yeniden doğmak için, ölümle karşılaşmayı beklemeye gerek yok, başka yollar da var zifiri karanlıktan o en başta istediğin ışığa gidilen.
Acıyla sınanan, düştüğü yerden kalkan, yanındakilerin elini tutan, bir daha o sızıyı hissetmemeyi çok hak eden ve zaten birisi o hakkı verdiği için değil, mücadeleyle elde ettiği için hak ettiği yolda yürüyebilen insanlar var.
Salman Rushdie'nin deyimiyle, "dünyadaki yerini yeniden kazanan…"
Bazen eksiklerle yol almak zorunda kalırsınız.
Lakin dünyadaki yerimizi bilmek, kaybetmişsek yeniden kazanmak için geç değil.
Mutlu bir yıl olması dileğiyle…