Tünelden çıkıp da caddeye doğru adımlarken kestanecinin sarı lambalı tezgâhı karşılıyor sizi… Karşıdan tramvay çın çın sesleriyle geliyor.
Biraz ötede, kalabalık, Kürtçe şarkılarla halay çeken grubu izliyor. Az ötelerinde belli ki yağacak yağmuru fırsat bilen şemsiye satıcıları. Evde hiçbir zaman o kadar balon çıkartmayan köpüğü satıyor yüksek sesle bir başka satıcı.
Her zaman aynı noktada bağlama çalan yaşlı adam, yanında küçük tezgahlarda küpe, yüzük satan gençler. Yere dizilmiş eski kitaplar, numaralı gözlükler.
Yeşil rengini yitirmiş olsa da sonbaharda, ağaçlar yine de başları dik yerli yerinde.
Ara sokaklardan gelen yüzlerce, binlerce insan, yüzlerce aşık, yüzlerce deli, yüzlerce turist, yüzlerce buralı.
Hemen ileride İstiklal'in habercisi, devletin yanında yöresinde eylem yapılmasını ısrarla ve her dönem yasakladığı, egemenlik alameti Taksim anıtı.
Yıllar, yıllar öncesinde kalan bir İstiklal akşamının fotoğrafı.
İstanbul Valiliği, İstiklal Caddesi'ndeki altı kişinin yaşamını yitirdiği, 81 kişinin yaralandığı terör saldırısından sonra, zaten uzun yıllardır ruhu bedeninden parça parça sökülen İstiklal Caddesi'ni iyiden iyiye tabuta yatıracak önlemlerini açıkladı.
Ortak talebin sürekliliğin korunması, tramvay ve yaya trafiğinde akışın sağlanması olmasına rağmen, valilik, "Ama kamu düzeni ve esenliği, genel asayiş ne olacak?" diyerek, ne işe yaradığı belirsiz önlemleri seçti.
Masa, sandalye, pano, seyyar tabela yasak, stant yasak, sergi yasak, seyyar satış yasak, sosyal, kültürel, ticari etkinlik yasak, sokak müziği yasak, performans gösterileri yasak, hanutçuluk yasak… Yetmiyor, valilik açıklamasına göre, "benzerleri" de yasak.
Tam bu noktada terör saldırısına ve yürütülen soruşturmaya dönelim. Malum dosyada "kısıtlılık" kararı var. Bilgi almak isteyen avukatlar bile belgelerin çok azına ulaşabiliyor.
Israrla, failin kimliği ile ilgili şüpheye düşülmemesi, şüpheli sorular yöneltilmemesi isteniyor. İçişleri Bakanlığı, valilik ve emniyete göre, soru soran, şüpheye düşen, acaba diyen kim varsa hain, terörist, "iltisaklı."
Ancak yansıyan bilgi ve belgeler de var.
Onlardan birine uzanalım.
Bombalı saldırıyı düzenleyen Ahlam Albashir ve yedi kişinin tutuklanmasına karar veren hakimliğin sorgu tutanağına.
Albashir'in ifadesi kamuoyuna yansıdı. Aynı tutanakta Albashir'i keşif için iki kez caddeye getiren, saldırının olduğu gün de Albashir'e eşlik eden Yasir K.'nin de ifadesi var. Kimlik bilgileri de. Diğer şüphelilerin de öyle.
Emniyetin resmi verilerine göre, 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu gereğince Türkiye'de herhangi bir amaçla en az altı ay süreli ikamet tezkeresi alan yabancılara Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünce "Yabancılara Mahsus Kimlik Numarası" tahsis ediliyor.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kimlik numaraları gibi yabancılar da altı ay süreli ikamet tezkeresi varsa, 99 ile başlayan yabancı kimlik numarası edinebiliyor.
Herhalde devletin, istihbaratın ve polisin temel görevlerinden biri, açık kapı politikası sonucunda milyonlarca yabancının geldiği bir ülkede kayıt ve takipleri özenli biçimde yapmaktır.
Sorgu tutanağına göre, tutuklanan ve eylemin doğrudan faili sayılan Fatma B., yabancı kimlik numarasına sahip. Asıl azmettirenlerden olduğu belirtilen Yasir K. de öyle. Rama E., Ferhat H.'nin de yabancı kimlik numarası var. Bombalı saldırıyı yaptığı söylenen Albashir ise sorgusunda kimlik numarasını anımsamadığını söylüyor.
Bu kimlik numaraları bize soruşturmayla ilgili önemli bir gelişmeyi söylüyor. Terör eyleminin gerçekleştirilmesini sağladığı iddia edilen kişiler, Türkiye'ye, İstanbul'a dün gelmiş değiller.
En az altı aylık ikamet tezkeresini sağladıkları için yabancı kimlik numarası almaya hak kazanmış, uzun sayılabilecek bir süre burada yaşamış insanlar.
Eylem için Türkiye'ye birkaç günlüğüne girmiş, gizli yollarla gelmiş, eylemi yapıp kaçıp gitmeye hazır görünmüyorlar.
Buna karşılık, istihbarat ve polisin, adım adım öğrenci takibi yapacağına, seyyar satıcılara, sokak müzisyenlerine bakacağına, ağaçları söktükleri yetmiyormuş gibi saksıları kaldırıp, bankları yok edeceklerine, şüpheli bağlantıları, kimlikleri, insanları araştırması daha temel bir görev gibi görünüyor, değil mi?
Eylemden hemen sonra çorap söküğü gibi bütün failleri bulan, fire vermeden, eksiksiz biçimde eyleme giden yolun izlerini çözen bir sistemin, önceden kritik istihbari bilgilere de sahip olduğu söylenebilir.
Türkiye'de ikamet izni ve yabancı kimlik numarası alabilmek için Göç İdaresi'ne, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'ne başvuru yapmak gerekiyor.
Bu başvurulardan sonra inceleme yapılarak, talepler yerine getiriliyor.
Bilgiler resmi makamlarda mevcut.
Herhalde başvurularla ilgili incelemeler de yapılıyordur.
Buna rağmen eylemin nasıl gerçekleştiğini sormak, sorgulamak, istihbarat zafiyeti söz konusuyla bilmek hakkımız ancak bunlara suçlanmadan yanıt alabilmek mümkün değil.
Yıllardır Galatasaray Lisesi önünde sessiz sedasız, hiçbir partinin, yapının, örgütün bayrağını, renklerini taşımadan gelen Cumartesi Anneleri'nden terörist çıkartmaya çalışan ve İstiklal'i onlara yasaklayan zihniyet, şimdi de "insan gelmezse risk olmaz" diyerek, terörle korkutuyor insanları.
"Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim" misali, en küçük eğlenceli ses, en küçük hareket rahatsız ediyor yönetenleri.
Buna itiraz edenlerin göreviymiş gibi güvenlik zaafından kaynaklı bir terör eylemi olduğunda da halk azarlanıyor yine; "Bak öyle dediniz eylem oldu, teröristsiniz… Hadi bakalım, çözün sıkıysa…"
İnsanlar, basit, görüşlerini açıklayarak, gerektiğinde itiraz edebilerek, insanca yaşayacak ücretler alarak, iş bularak, gülümseyerek, bazen eğlenip bazen ağlayarak, aşık olarak, özleyerek, kavuşarak, eşit ve adil yaşamak istiyor sadece.
Gözlerine hangi koşullarda, kimler zengin edilerek yapıldığı ortada köprüler sokuluyor, köprü yol sokuluyor, hastane sokuluyor.
İnsanlar, sokağa çıkabilmeyi ve sokağa çıktığında ölmeden eve dönebilmeyi istiyorlar, anlamak güç mü?
"Sokağa çıkmazsan ölmezsin" diye başlayan cümleler, bütün bir özgürlük alanını kuşatıyor.
İnsanlar özgür olmak istiyor.
Ve yetki isteyenlerin milleti azarlamak yerine görevini yapmasını…
Sadece kendilerini alkışlayanlardan bir millet icat etmeden çalışmasını…
İstiklal'de tramvayın çınlamasını, şarkıcıların her dilde her renkte şarkılarını söylemesini, gençlerin kitap satmasını, sokakların kartpostal gibi görünmesini, en kederli anında sokağa çıktığında içinin açılmasını istiyor. Yeşil yerinde kalsın, her yer tek renk olmasın, kimse durup dururken ölmesin istiyor.
Hepsi bu…
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |