Televizyonlarda canhıraş bir savunma:
"Peker'in şu söyledikleri yalan çıktı, şu söyledikleri doğru değil, neden dikkate alıyorsunuz?"
Varlık nedenleri sadece iktidarın savunusunu yapmak olanlar, görevleri gereği, ince ince kullanabilecekleri sözleri araştırıyorlar.
Bir de bunu daha zarif yapanlar var. Dün Gülen'i öven, üç gün sonra Sedat Peker'le fotoğraf çektiren, devran dönünce anında bu isimlerin karşısına geçen ve tam aksi yönde koşup, herkesi suçlamaya başlayan gazetecimsiler.
Ve bir de Peker'in açıklamalarından sonra, "Biz demiştik" diyerek, derin analizler yapan kaçak cemaatçiler var.
Her konuda, her karanlık köşeyle ilgili çok derin fikirleri var.
Onlara göre herkes bir örgütün üyesi, herkes birinin kontrolünde.
Kendileri ve bir dönem iktidar dışında kimsenin "hizmet hareketi" olarak görmediği ve böyle nitelemediği bir yapılanma ile ilgili olarak hâlâ "hizmet hareketinin doğruları, mağduriyeti" sözlerini sıralayıp, bir küçük özeleştiri bile yapmadan, ölenlerin, intihar edenlerin kendi ölümlerinden sorumlu olduğunu da söyleyebiliyorlar.
Bizzat cemaatin içinden çıkmış isimler hemen her sınavda soru çalındığını doğruluyor ama bir küçük sözleri yok.
"Türkiye derin devleti ile hesaplaşıyoruz" söylemi ile cemaat mensuplarını devletin en kritik köşelerine getirebilmek için ilgili ilgisiz insanlar aynı torbaya atılmış, sözleri yok.
Simitçiden, bürokrata herkes telefonunun dinlendiğinden emin hale gelmiş, yargıya, polise güven onların döneminde sıfıra inmiş, bir sözleri yok.
Hakkında suç isnadı yapamadıkları insanların itibarlarını yerle bir etmek için görüntü kayıtlarından ses kayıtlarına kadar her yol kullanılmış, sözleri yok.
Ama kendileri dışında her şeye sözleri var.
Çıkıp farklı kanallardan durmaksızın kritik ilişkiler, derin bağlantılar anlatan bu isimlere çok kulak verilmemesini öneririm. Geçmişte de Ahmet Şık'tan İlhan Selçuk'a kadar hemen her isimle ilgili olmadık entrikaları ana akım televizyonlarda anlatıyorlardı.
Hizmetleri sadece kendilerine…
Israrla, 90'larla, Susurluk'la bugün arasında ne fark olduğu konuşulmaya devam ediliyor. Kimi, "Bugün olanlar Susurluk'u aştı" diyenlere hayret ediyor, kimi Susurluk'un çok farklı olduğunu anlatıyor.
Susurluk'la bugün arasında hiçbir farkın olmayışının tek nedeni var, hiçbir şeyin değişmemesi.
Susurluk skandalından sonra çete suçundan mahkûm olan ancak cezaevinde kısa bir süre kral muamelesiyle dinlendirilen Mehmet Ağar, yine itibarlı, yine kahraman!
Her cinayette, para ilişkisinde adı geçen Korkut Eken, yine itibarlı, yine kahraman!
Alaattin Çakıcı'dan Sedat Peker'e, suç örgütü liderleri yine sistemin göbeğinde.
Kızıltepe'deki cinayetlerden, Ankara-İstanbul'daki faili meçhul cinayetlere kadar, JİTEM ve Susurluk çetesinin eylemleri yine cezasız.
Üstelik, cezasız bırakılması henüz çok taze, birkaç ay, birkaç yıl önce verilen kararlar. Öyle 20-30 yıl öncesinin konusu değil.
Ecevit'ten sonra Ergenekon olarak anılmaya başlanmış devlet içindeki örgütün tanımı cemaat tarafından sulandırılmış, kimse artık bu örgütün adını anmaya cesaret edemiyor.
JİTEM'in kurucusu, yürütücüsü olarak ismi geçen insanlar, cemaatin yaptıkları nedeniyle neredeyse "mağdur" konumuna gelmiş, hesap vermeden yaşamını geçirmiş.
Bugünün tek farkı yöntem değişikliği. Seri cinayetlerin işlenmemesi. Bunun yerine insanların tutuklanması, devre dışı bırakılması, medeni ölüme, sürgüne mahkûm edilmesi.
Rant düzeni AB'ye uyum döneminde de Ergenekon soruşturmaları döneminde de sonrasında da hiç kesintisiz devam ediyor.
İktidar sözcülerinin anlaması gereken, bu durumun bu iktidarla sınırlı olmadığı. Yapısal problemlerin bu savunma yoluyla çözülemeyeceği.
Ancak madem savunma ısrarı var, belki sözcüler, hem bugüne hem düne dair bazı sorulara da yanıt verirler:
T24 Yazarı Tolga Şardan, dünkü yazısında, kritik bilgiler verdikten sonra, telefonlarının gayriresmî biçimde izlendiğini, HTS kayıtlarına bakıldığını kaleme aldı.
FETÖ'cü polisler, yıllar önce, Emniyet Genel Müdürü'nün talimatıyla Şardan'ın telefonlarını takibe aldıklarını da itiraf etmişlerdi.
İlgisiz bir çete soruşturmasının şüphelisi gibi gösterip, Şardan, yıllarca takip edilmişti.
İçişleri Bakanlığı keşke gazetecilik yapanları takip edeceğine, yurtdışına kaçanları, Türkiye'de olup bitenlere yönelik vahim iddiaları araştırsa. Bir gazetecinin günlük çalışmalarından daha renkli bilgiler bulabileceklerine eminim.