Cenazeler, haftalardır tam da ölümün manasına uygun biçimde defnediliyor.
Büyük bir yalnızlık, bu dünyayla artık bağının kalmadığını gösteren bir son…
En yakınlarını kaybedenler uzaktan bakıyorlar toprağa yatırılan sevdiklerine. Vedalaşabilme, o mezarın üzerinde iki dakika ağlayabilme imkânı yok.
Taziyelerin anlamı ilk kez belki böylesine anlaşılabiliyor... O manasız gelen kalabalığın, o çok büyük, geride yalnız başına kalma duygusunun yarattığı muazzam boşluğu nasıl habersizce üzerinden alabildiğini, yoklukta fark edebiliyor insanlar. İnsan yokluğunda…
Ve hikâye böyledir zaten. Yokluk, varlığın kıymetini ve artık telafisi olmadığını yüze vurur. Bu dönemde, çok daha güçlü…
Olmasını dilersin, olup da en sinirlendiğin davranışı yapmasını… Olup da öylece oturmasını dilersin… Her şeyin, olanca normalliğiyle olmasını bir kez daha dilersin. Sadece izleyebilmek, sadece nefesini duyabilmek, sadece kıymetini bildiğini gösterebilmek anlamı kazanır o kaybedilmiş vakit.
Ama insan edepsizdir. Yokluğunda tüm bunları düşünse de her zaman, var olanı, yanında olanı değil, uzaktakini, uzaktakine nasıl göründüğünü kıymetlendirir. Yanındakinin de artık kıymet vermediği ya da verme imkânının kalmadığı vakit gelene kadar…
Tam da bu yüzden, devletler, kurumlar, insanlar istediği gibi davranabileceğini düşünür uzun müddet. Hakkıdır, yapabilir istediğini…
Ama anlayacağı bir vakit gelir.
Bitlis’te, sokağa çıkma yasaklarının sürdüğü 2017’de, bazı mezar taşlarının üzerinde "tahammülü zor" semboller bulunduğu gerekçesiyle bir mezarlık yıkıldı. Yıkılan mezarlar tek tek açıldı, çıkan kemikler, kimlik tespiti için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi.
Bitlis Valiliği, "sözde" olarak nitelendirdiği mezarların, örgüt tarafından oluşturulduğunu, 11 tanesinin boş olduğunu, kimlik tespitinden sonra uygun mezar yerlerine defnedilmeleri için kemiklerin ailelerine teslim edileceğini bildirdi. Valiliğe göre, zaten mezarlık "yasadışıydı" ve bölücü terör örgütü sempatizanları izinsiz biçimde oluşturmuştu. Valiliğin açıklamasından, ailelerin de çocuklarının mezarlarını bilmediği, mezarlıktan haberlerinin bile olmadığı sonucu çıkıyordu. Ancak elbette öyle değildi.
Aileler, çocuklarının mezarını sordu. Çıkan kemikleri sordu. Nerede olduklarını, ne işlem yapıldığını sordu. Yanıt alamadı.
Tam 3 yıl sonra, Mezopotamya Haber Ajansı’nda bir haber yayımlandı.
Habere göre, Adli Tıp Kurumu’nda bir süre bekletilen cenazeler, Kilyos Mezarlığı’ndaki uzak bir yol kenarına, plastik kutulara konularak üst üste "defnedilmişti". Öyle mezar yeri açıldığı anlaşılmasın. Yine görüntülerle desteklenen habere göre, kemikler, dip dibe, üst üste biçimde, aile mezarlıkları için ayrılan parsel ile yol arasında bulunan kaldırıma, plastik kutulara yerleştirildikten sonra çukur kazılarak gömülmüştü.
Yine habere göre, 18 mezarlık alan açılarak, 261 cenaze, buraya defnedilmişti. Bir tarafına tuğladan duvar örülmüş, defin alanının üzeri 30 santimlik beton bloklarla kapatılmış, üstüne de kaldırım taşları yeniden döşenmişti. Görüntüler olmasa, haberi yalanlamak mümkün olacak belki de ancak görüntüler anlatıyor olanları.
Kimlikleri araştırıldı mı, bir yanıtı yok. DNA analizi için ailelerle temas kuruldu mu, ailelerden herhangi birine herhangi bir bilgi verildi mi, bunun da yanıtı yok. Bu cenazelerin "sahipsiz" olduklarının nereden bilindiğinin de yanıtı yok. Bu kemiklerin örgüt mensuplarına ait olsalar da ailelerine teslim edilmesi yükümlülüğü bir yana, örgüt mensuplarına ait olup olmadığının da yanıtı yok.
Arabalar yanından geçiyor kemiklerin, insanlar o kaldırımdan geçiyor. Hayat, ölmüş insanların üzerinden bütün acımasızlığıyla bir daha geçiyor. Utanan ne az insan var…
Bu memlekette, devletin en üst düzey yetkililerinin söz vermesine, TBMM’de komisyon kurulmasına rağmen, devlet kayıtlarına "terörist" olarak geçen, hakkında hiçbir hüküm bulunmayan Cemil Kırbayır’ın cenazesi bulunamadı. Komisyon raporunda bile "işkenceyle öldürülmüş olabileceğinden" öte bir bilgi yer alamadı.
Devlet tarafından aylarca gözaltında öldürüldükleri gizlenen Hasan Ocak’ın, Rıdvan Karakoç’un, cenazeleri, işkence yapılarak, kimsesizler mezarlığına defnedilmiş halde bulundu. Hayrettin Eren ve onlarca kişinin cenazelerinin bulunması bir yana, kim tarafından, nasıl öldürüldüğü hâlâ meçhul.
Ama mühim değil bunlar! Cumartesi Anneleri’ne "terörist" dersiniz kapanır mevzu. Çocuklarına "terörist" dersiniz, kapanır.
Özenle oluşturulmuş, saçma hassasiyetleri cilalar, parlatırsınız. Balkona asılmış bir havlu için valilik işlem başlatır; bir polis şefi, yasal bir partinin vekiline "propaganda yaptırmam" diyerek parmak sallar; sokağa çıkma yasağında "idari ceza gerektiren" eylemde bulunan kişiler, savaş suçlusu gibi arkaları dönük hizaya dizilir alkışlarsınız.
"Biziiiim hassasiyetlerimiz, terörist, ajan, provokatör, bayrak…"
Hakaret ve hamaset kolaydır, değer oluşturmak ise güç.
İnsan, ruhunun kıymetini bile artık varlığını hissetmediğinde anlayacak kadar edepsiz ve aciz. Az sayıda kişinin yüzüne vuruyor kimsesiz kaldırılan cenazeler, yaptıklarını ve yapmadıklarını.
Yine de belki hâlâ bir umut vardır… Çocuğunun ölüsünü arayan bir annenin yalnızlığını anlamak için fırsattır belki tüm bu süreç. Ya da kaybettiğimiz, bulamadığımız kendimizi.
Ruh dediğiniz şey büyük ölçüde anlamdır. O anlamı ise değerler oluşturur günün sonunda. Ve yine günün sonunda kemikleri saklayan bir kaldırım taşı, anlamsızlığı ve kutsalların, kavramların arkasına gizlenen telaşı yüze vurabilir.
Ve o zaman bile mahcubiyet duymak yerine sahip çıkıyor, kötü yapılanların yanına "ama şunu da iyi yaptık" diye cümleler ekliyor ve biraz olsun sıkıntı yaşamıyorsanız içinizde, kaybettiğiniz ruhu bulma şansınız da yoktur bu dünyada.
Açın şimdi bir mezar yeri daha…
İyi bayramlar…