Ankara'nın dik yamaçlarındaki gecekondu mahallesine doğru, bozkırı kuşatan ayazda, yürüyoruz.
Akşamın erkenden indiği, soluk sokak lambalarının sokakları aydınlatmadığı mahalle merkeze çok uzak.
Yanımda genç bir kadın var. Henüz üniversite öğrencisi, sürekli telefonunda gözü. Bir yandan mesajlar yazıyor, bir yandan adresi bulmaya çalışıyor.
Mahcup bir parça; "seni de çok yürüttüm, şurada bir yerde olmalı…"
Nihayet buluyoruz gecekonduların arasındaki üç katlı apartmanı. İkinci katında, kapının önünde onlarca ayakkabı var.
İçeride iki ayrı odada kadın ve erkek kalabalığı… Ağlayanlar, sessizce sigara içenler, başsağlığı dileyenler, bir firmanın eşantiyon olarak verdiği, kim bilir ne zaman duvara asılmış camı çatlamış saatin altında insanlar. Saat çalışmıyor, zaman durmuş burada…
Ne yaptığını, neden orada olduğunu çok iyi biliyor genç kadın. Önce öldürülen kadının yakınlarına başsağlığı diliyor, sonra telefonda görüştüğü, öldürülen kadının ağabeyini arayıp buluyor kalabalıkta. Bir yandan ne yapacaklarını, kendilerine nasıl destek olacaklarını anlatıyor, bir yandan kalpten bir samimiyetle acısını paylaşmaya çalışıyor.
Sonra beni tanıtıyor. Cinayet işleneli henüz birkaç saat olmuş.
Acılı genç adam, kardeşinin kaç kez uzaklaştırma kararı çıkarttığını, kaç kez uzaklaştırma kararı ihlal ediliyor diye polise başvurduğunu anlatıyor.
"Biliyorduk" diyor, "biliyorduk böyle olacağını, engelleyemedik."
Ayşen Ece Kavas, genç kadının adı. İliklerimize kadar işleyen soğuktan kurtulmak için oturduğumuz çay ocağında, kısa süre önce kurulan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nu anlatıyor bana.
Eskişehir'deki, İstanbul'daki genç kadınların nasıl kapı kapı, mahkeme mahkeme dolaşarak kadına yönelik şiddeti engellemek için çabaladığını.
Kendilerine omuz veren avukatları.
Öğrenci daha. Okuldan kalan bütün vaktini şiddet mağdurlarına, öldürülen kadınların yakınlarına omuz vermeye harcıyor. Avukatlarla görüşüyor, duruşmalara gidiyor, basın açıklamalarına katılıyor.
Bir başka gün, Ayşen ve birkaç arkadaşıyla birlikte asmaların gölgelendirdiği bir kahvehane bahçesinde oturuyoruz. Muhafazakâr bir aile.
Şaşkınlar. Sadece kızlarının öldürülmesinden kaynaklanmıyor şaşkınlıkları.
Öldüren kişi kocası.
İfadesinde otoparktan gelirken bir arabanın üzerinde numara gördüğünü, bu numaranın öldürdüğü karısına bırakıldığını düşündüğünü, kıskançlık krizine girdiğini söylüyor.
Akılları almıyor, alması da mümkün değil.
Bir başka gün, bir hastane odası.
Gencecik bir kadın. Kocası engelli bir çocuğa istismarda bulunmuş. O çocuğun ailesi, şikayetçi olmamak için evlenmesi şartını getirmiş. Kocası da eve gelip, bu genç kadına boşanacaklarını ancak imam nikahıyla birlikte yaşayacaklarını, diğer kızla evlenmek istediğini söylemiş.
Kadın kabul etmeyince önce darp etmiş, sonra kol ve bacaklarının eklem yerlerine av tüfeği ile ateş etmiş. Ampute edilmiş kolları ve bacakları.
Kadının yanında yine kadınlar var.
Her aşamada.
Hayatını sürdürmesi için, davası için, çocukları için koşturuyorlar.
Bütün bunları bir avuç kadın başlatıyor, sonra yüzlerce kadın omuz veriyor onlara.
İstanbul Başsavcılığı'nın kapatılması istemiyle davaname hazırladığı Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun bütün çabaları kadınlar için.
Onlar için mahkeme kapılarındalar, onlar için alanlardalar, onlar için mezarlıklarda, taziyelerdeler…
Başka kadınlar da uğraştıkları dosyalarda yaşanılanları yaşamasın diye "başım dertte" diye ses çıkartan tüm kadınların yanında olmaya çalışıyorlar.
Ancak Anadolu'nun ücra bir köşesinden altı yıl önce biri kalkıp, "üst akıl, dış güçler" diye bir dilekçe yazıyor, bunun peşine düşüyor koca İstanbul Valiliği ve savcılık, kapatma davasını açıyor.
İstiyorlar ki kadınlara şiddet uygulayabildikleri o iklim hiç değişmesin. Sözleşmeler kalksın, yasalar uygulanmasın, kadınlar kadınlara omuz vermesin.
Platformun kapatılması için dava açıldığı haberinden hemen önce Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği'nin kapatılması için de iki ayrı dava açıldığı haberi geliyor.
Yöntemler yine aynı.
HDP kapatma davası devam ediyor.
Her hafta iktidar bloğunu oluşturan partilerin grup toplantısından sesler yükseliyor:
"Onu kapatın, bunu hapsedin, hainler, dış güçler, ajanlar…"
Topluma vaat ettikleri bundan ibaret.
"Sınırsız büyüyeceğiz ama ajanlar var, hainler var, dış güçler engel…"
Borsan dipte, yabancı sermaye kaçıp gitmiş, savrulup gitmişsin dış politikada, içeride korku atmosferi yaratmak dışında marifetin kalmamış.
Dahası bu söylemleri destekleyenlerin sürdüğü iki yüzlü bir hayatın bütün marifetleri günden güne gözüne batmaya başlamış insanların.
Buna rağmen memlekette birileri biraz olsun nefes alsın diye uğraşıp didinenlere çelme takmak bütün niyet.
Kılıfına uydurarak, iltisak, kayıt, suç duyurusu, şu, bu diyerek.
Tamamen açık alanda, şeffaf biçimde faaliyetlerini sürdüren insanlara leke sürmeye çabalayarak…
Ama kadınlar biliyor hakikati.
Aslında herkes biliyor.
O yüzden de yarına kalacak olan bu beyhude çaba değil emek ve mücadele olacak.